Lise çağlarımdan itibaren başlayan din ve Kur’an merakım, birikim ve bilgilerimi topladığım “DİN ve BEYİN” isimli kitabı hazırlarken, Kur’an meallerini incelememle yoğunlaşmıştı.
Meallerin çoğunun basmakalıp ifade ve anlamlandırmalarda olduğunu görmem yanında, Arapça asıllarına uymayacak ifadeler içerdiklerini de gördüm. Çünkü ana dilim Arapça olduğu için, mealleri Kur’an’ın Arapçası ile birlikte okuyordum. Böylece hataları kolayca fark ediyordum; bazen de hayretler içinde kaldığım oluyordu.
Beni etkileyen yönler, meallerde kullanılan bazı ifadelerin toplumda düşünce ve yaşam kaosuna yol açacak şekilde olması ve uygun olmayan yorumlarla, yoğun bir şekilde devrik cümleler, akışkan olmayan ifadeler ve anlam kopuklukları olmuştur. Çünkü hemen hemen bütün mealler anlam tercümesi ile değil, motamot kelime tercümesi yöntemi ile hazırlanmıştır. Bu nedenlerin de Kur’an’ı kolayca ve sıkılmadan, akışkan cümlelerle, anlayarak ve öğrenerek, yaşama katkı sağlayacak bilgileri edinerek okumayı engellediğini, okuma ve anlamayı zorlaştırdığını, “Kur’an’ı herhalde ben anlayamıyorum.” ön yargısına soktuğunu ve bir nevi Kur’an’dan uzaklaştırmakta olduğunu hem çevremdeki aydın kişiler ve her düzeydeki hastalarımdan hem de okuyucu ve televizyon izleyicilerinin geri bildirimlerinden öğreniyordum. Bu bildirimlerde ayrıca, din denilen Kur’an’daki kuralların, dolayısıyla da İslam dininin, din adamı diye tanımlanan başkalarının bilgi dağarcığı çerçevesinde öğrenilmek zorunda kalındığı da ifade ediliyordu.
Bana gelen Kur’an mealleri ile ilgili şikâyetlerden biri de şu olmaktadır: “Okurken anlamak için sık sık duraklayıp ‘Acaba ne demek isteniyor, şu anlam mı, yoksa bu anlam mı kast ediliyor?’ diye düşünmek zorunda kalıyoruz. Bu da bizi hem yorduğu hem de ‘Acaba bizim anladığımız doğru mu?’ endişesini oluşturduğu için, kısa bir süre sonra bırakmak zorunda kalıyoruz. Dolayısıyla da akıcı ve kolay anlaşılır bir meal olmadığı için de dini buyrukları Kur’an’dan öğrenemiyoruz.”
Gerek bu açıklamalar, gerek DİN ve BEYİN kitabında yapmış olduğum Kur’an ayetlerine ilişkin olan yorumların isabetli ve anlaşılır oluşlarına yönelik geri bildirimler, Kur’an’daki İslam’ın öğrenme eksikliği düşüncemi pekiştirdi. Devamlı olarak “Hocam, ilahiyatçı değil de, dinini Kur’an’dan anlayıp öğrenen bir bilim adamı olarak keşke Kur’an’ı bir de siz tercüme edip yorumlasanız ve İslam’ı Kur’an’dan öğrenmemizi sağlasanız?” beklentisi, beni cesaretlendirip durmuştur.
Din adamları diye tanımlanan insanlarımız ve bazı din âlimleri düzeyindeki akademisyenler, Müslümanlığı benimseyen bizlere, asırlardır Kur’an’ı yaşadıkları zamanın bilgileri çerçevesinde anladıkları şekilde yorumlayıp anlatmış, iyi niyet ve gayretlerle öğretmeye çalışmışlardır. Hepsinden Allah razı olsun. Ancak görmekteyiz ki, bu kişilerin ve Ahmet Yesevi, Abdülkadir Geylani, Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Hallacı Mansur, Abni Arabi, Mevlâna Celaleddin ve Yunus Emre’nin asırlar süren ve halen etkileri devam eden eserleri ile dini anlatmalarına rağmen Müslümanlık, diğer Vahiy kitaplı dini görüşlere göre birçok yönden geri kalmaktan ve geleneklere, teferruatlara, Kur’an’da olmayan ve insanları zorlayan ve hata yapmamayı, günah işlememeyi ön planda tutturan gereksiz ayrıntılarla içinden çıkılmaz hâle sokulmuş kurallar, hurafe ve rivayetlerle boğulmaktan kurtulamamıştır. Tabii insanlarımız da, bütün iyi niyetlerine rağmen bu kaos içinden net olarak İslam dinine ulaşamamışlardır, halen de çok zorlanmaktadırlar.
İnanıyorum ki, Kur’an’ı eskilerin yorumları ile bırakmak demek, onlarla birlikte dondurmak, düne göre mahkûm kılmak ve dinamizmini öldürmek demektir. Bu nedenle de ilk hedef olarak, “Kur’an, sürekli bir şekilde ve insanın gelişen gökyüzü ve yeryüzüne ilişkin bilim temelli teknoloji ve din anlayışının değişimine uygun olacak şekilde yorumlanmalıdır.” diye düşündüm. İstedim ki, muhafazakâr denilen toplum insanları, Allah’ın tek dini olan KUR’AN’DAKİ İSLÂM’IN YENİLİKÇİ, GELENEKLERİ DEĞİŞTİREN VE DEVRİMCİ BİR ÖZELLİKTE olduğunu fark etsinler. Dindar olup, ellerinde bu dindarlıklarını pekiştirecek açıkça anlaşılır bir Kur’an tercümesi olmadığından arayış içinde olanlar okusunlar, şu anda uygulanmakta olan hurafe eklentiler, şekilci, sayıya boğulmuş ve dine dayandırılan uygulamaları görüp “İslam dini buysa, ben bu dinden değilim.” diyerek reddetme durumunda olanlar Kur’an’daki İslâm’ı öğrensinler, son olarak da, Ateist denilen inanmayanlar da belki merak edip okusunlar diye.
Bu kitap, diğer bütün meallerden oldukça farklı oldu. Çünkü hem hiçbir mealde olmayan akıcılık ve anlaşılırlıkta hem yapılan yorumlarla İslâm’ı kavratan bir bilgi kitabı hem de Arapça okunuşlu oluşuyla sanki üç kitap bir arada olmuş oldu.
İkinci hedefim ise 1999 yılında trafik kazasında vefat eden eşim Prof. Dr Necla Özdemir (Muharremoğlu) adına iki çocuğumla kurmuş olduğumuz NÖVAK Vakfı olarak vermekte olduğumuz Eskişehir Tıp Fakültesi Öğrenci Bursu sayımızı, “SON DAVET KUR’AN” kitabı sayesinde 20’den 30’a çıkarmaktır.
Vücudun mükemmel yapısı ile organizasyonunu ve halen bilinmeyen yönleri çoğunlukta olan beynimizin muazzamlığı karşısında bir hekim olarak bende oluşmuş olan hayranlığımı ve inancımı belirtir, siz değerli okuyucuların “Dünya okulundan Kur’an’daki İslâm’a göre ve en iyi derece ile mezun olmanızı” dilerim.