Dini kaynaklardaki bilgilere göre, Kur’an üç merhalede indirilmiştir. Önce Levh-i Mahfuz’a,[1] ikinci merhalede bir gecede alt semadaki Beyt-İzze’ye indirilmiş,[2] ondan sonra Cebrail (as.) vasıtasıyla Hz. Muhammed’e (sav.) yirmi üç senelik zaman zarfında peyderpey indirilmiştir.[3]
Hz. Aişe (ö. 58/678), vahyin ilk gelişi hakkında şu bilgileri vermiştir: Allah’ın Hz. Muhammed’e (sav.) gönderdiği ilk vahiy, uykuda iken sadık rüya ile başlamıştır. Onun gördüğü her rüya, sabah aydınlığı gibi ortaya çıkardı. Sonra kendisine yalnızlık sevdirildi. Ondan sonra Hira Mağarasında ibadet ediyordu. Azık ihtiyacı olduğu zaman eve geliyor, azığını alıyor ve tekrar oraya dönüyordu. Nihayet Hira mağarasında bulunduğu bir sırada kendisine vahiy gelmiş. Cebrail (as.) kendisine gelerek ona “Oku” demiştir. O da, “Ben okuma bilmem” demiş. Melek kendisini alıp sıktıktan sonra tekrar ona “Oku” demiştir. Yine Hz. Muhammed (sav.), “Ben okuma bilmem” cevabını vermiş. İkinci defa melek kendisini tekrar sıkıp ona “Oku” dedikten sonra, yine o, “Ben okuma bilmem” cevabını vermiştir. Melek, üçüncü defa kendisini alıp iyice sıktıktan sonra ona Alak suresinin ilk ayetlerini okumuş ve ardından kendisi de meleğin kendisine okuduğu ayetleri okumuştur. Kur’an, Hz. Muhammed’e (sav.) bu şekilde indirilmeye başlamış ve bu süreç, onun vefatına kadar yirmi üç sene sürmüştür.[4]
VAHYİN TANIMI
Bilindiği gibi Kur’an, Allah tarafından Hz. Muhammed’e (sav.) vahiy yolu ile gönderilmiş olan, en son ve en mükemmel mukaddes kitaptır. Bu semavi kitap hakkında bilgi sahibi olmak, içeriğini kavramak, ondan yararlanmak ve insanların ondan yararlanmalarını sağlamak için, vahyin ne olduğunu bilmekte yarar vardır.
Kelime olarak “vâhiy”, “vehâ-yehi” fiilinin mastarı olup ima ve işaret etmek, fısıldamak, seslenmek, acele etmek, mektup yazmak, ilham vermek, gizli konuşmak, emretmek, gizlice ve aynı zamanda süratli bir şekilde telkinde bulunmak, esinlenmesini sağlamak, insanın içine doğmak ve benzeri anlamlara gelmektedir.[5] Vahyi, “bildirim” diye tanımlamamız da mümkündür. Çünkü bu kelime, vahiy ile ilgili diğer bütün tanımları kapsamaktadır. Zira bildirim, kimi zaman sözle, kimi zaman yazıyla, kimi zaman işaretle, kimi zaman da ilham yolu ile gerçekleşir.[6] Vahiy kelimesinin, kökü itibariyle Arapçaya yine diğer Sami dillerinden geçmiş olduğu da rivayet edilmektedir.[7] Âlimler, ıstılahı açıdan vahiy hakkında çeşitli tanımlarda bulunmuşlardır. Muhammed Abdulazim ez-Zerkânî, vahyi şöyle tanımlamıştır:
“Allah’ın kullarına bildirmek istediği hidayet ve buyruklarını, onların arasından seçtiği peygamberlerine, insanların alışık olmadığı gizli ve süratli bir yolla bildirmesi demektir.”[8] Vahyin ıstılah açısından tanımı hakkında yapılan diğer tanımların tümü, bu tanıma yakın anlamlar ifade etmektedir.[9]
Vahiy inancı, tarih boyunca çeşitli dinlerde kendini göstermiş, ancak farklı şekillerde yorumlanmıştır.[10] Eski Ahide göre vahiy, Tanrı’nın tecellisi (değişik şekillerde peygamberleri ile konuşması) rüya ve melek vasıtası ve benzeri şekillerde gerçekleşmektedir.[11] Yahudilerin dini inançlarına göre Allah kendi zatını insanlara bildirmedikçe, insanların kendi güçleri ile onu bilmeleri mümkün değildir. Bundan dolayı Allah, vahiy yolu ile kendini insanlara bildirmektedir.[12] Muhtemelen vahiy, ilk olarak insanlara dolaylı ya da dolaysız, hayal veya rüyalar yoluyla indirilmiştir. İnsanlık tarihinde ilk kanun olarak kabul edilen Hammurabi kanunlarının da vahiy mahsulü olduğu ve bu kanunların bir kısmının tasviri, bir kısmının da şifahi ifadelerden meydana geldiği rivayet edilmektedir. Tarihçilerin kaydettiğine göre, İbrahim Peygamber (as.), M. Ö. 2000 – 1400 yıları arasındaki bir dönemde yaşamıştır ve muhtemelen kendisine gelen vahyi kaydedip okuyan, okuma yazmayı bilen biriydi. Hem İbrahim Peygamber (as.) hem de Hammurabi kendilerine gelen vahyi hürmetle dikkate almışlardır. Bu gibi rivayetler, çeşitli kaynaklarda yer almaktadır.[13]
Vahiy, genel olarak “ilâhî vâhiy” ve “gayri ilâhî vâhiy” olmak üzere iki kısım halinde değerlendirilmektedir.[14] Gayri ilahi vahiy, Allah’tan başkasından gelen fısıltılar ve telkinlerdir. Allah’tan gelen vahiy ise, ilahi vahiy olarak değerlendirilmektedir. İlahi vahiy, genel ve özel olmak üzere iki şekilde sınıflandırılabilir. Genel olan vahiy, Allah’ın, yarattığı şeylere hareket tarzlarını bildirmesidir. Bu çeşit vahiy, varlıkların, yaratılışlarının gaye ve düzenini algılamaları ve ona göre uyum sergilemeleridir. “Rabbin, bal arısına şöyle vahiy etti: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kuracakları kovanlardan kendine evler edin”[15] anlamındaki ayette anlatılan vahiy, bu tür bir vahiydir. Özel vahiy ise, Allah’ın insanlarla konuşma şeklidir. Bunu, Allah’ın emir ve yasaklarını Cebrail vasıtasıyla peygamberlerine insanların alışık olmadıkları bir şekilde bildirmesi diye tanımlayabiliriz. Vahyin bu çeşidini de çeşitli şekillerde değerlendirmek mümkündür.[16] Kur’an’ın birçok ayetinde vahyin çeşitlerine dair örnekler verilmektedir.[17] Bu ayetlerden birinde şu bilgiler verilmektedir:
وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْياً أَوْ مِن وَرَاء حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاءُ إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ
“Allah bir insanla, ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından konuşur. Yahut izniyle dilediğini kendisine vahiy edecek bir elçi gönderir. O, yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[18]
Bu ayette vahyin üç çeşidine işaret edilmektedir. Vahyin birinci çeşidi, mananın kalbe iletilmesidir. Bu çeşit vahiy, ilham ve iç aydınlanması şeklinde tecelli eden vahiydir.[19] Allah, bu yolla manayı peygamberlerin kalbine bırakır. Başka ayetlerde de bu çeşit vahye değinilmektedir. Mesela Allah’ın İsa’nın havarilerine,[20] meleklere[21] ve Musa’nın annesine[22] vahiy etmesi, bu şekilde tecelli etmiştir. İlham anlamına gelen bu vahiy, kalbin bildiği ve duyduğu hazdır.[23] İkinci çeşit vahiy ise, cisim görülmeden sesin işitilmesi şeklinde gönderilen vahiydir. Bu çeşit vahiy, Allah’ın perde (hicap) arkasından konuşması şeklinde tecelli eder. Kur’an’ın başka yerlerinde de bu tür vahiyden bahsedilmektedir.[24] Burada açıklamaya çalıştığımız vahyin üçüncüsü çeşidi ise, Allah’ın, mesajlarını peygamberlere bir elçi (Cebrail) vasıtasıyla göndermesi şeklindeki vahiydir. Bu, en yaygın ve en meşhur olan vahiy çeşididir. Kur’an’ın çeşitli ayetlerinde bu tür vahiyden bahsedilmektedir.[25] Hz. Muhammed’e (sav.) gönderilen vahiy, çoğunlukla bu şekilde olmuştur. Allah, dilediği şeyleri Cebrail vasıtasıyla ona gönderdi ve o da kendisine gelen ilahi hükümleri insanlara tebliğ etti. Cebrail (as.), Hz. Muhammed’e (sav.) vahyi getirince, bazen hakiki haliyle ve bazen de insan suretinde görünmüş, bazen de kendisi görünmemiş, sadece sesi duyulmuştur. Bu durumda Hz. Muhammed (sav.) sıkıntı duymuş, terlemiş, ağırlaşmış ve bir nevi kendinden geçmiştir.[26] Hz. Muhammed (sav.), bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Vahiy, bana zaman zaman zil, çan ve çıngırak sesi gibi gelir. Bu, beni en çok zorlayan vahiy şeklidir. Bu yolla bana gelen vahiy, hafızamda kalır ve ben onu ezberlemiş oluyorum. Zaman zaman da vahiy meleği, bana bir insan suretinde görünür, konuşur ve konuştuğu şeyler hafızama nakşedilir.”[27] Hz. Muhammed’in (sav.) bu durumda sıkıntı duyduğuna dair başka rivayetler de vardır. Hz. Aişe, “Ben onu, en soğuk günde vahiy gelirken gördüm. O zaman onun alnından ter damlaları akıyordu” demiştir.[28]
Bir defasında Hz. Muhammed’in (sav.) dizi, Zeyd b. Sabit’in (ö. 45/665) dizi ile temas halinde iken, kendisine vahiy gelmiş ve üzerine çöken ağırlıktan etkilenen Zeyd, “Neredeyse dizimin kırılacağını sanmıştım” ifadesini kullanmıştır.[29] Hz. Ömer (ö. 23/643)’den gelen bir rivayette de vahiy esnasında Hz. Muhammed’in (sav.) başının etrafında arı uğultusuna benzer sesler işitildiğini söylemiştir.[30]
SONUÇ
Kur’an-ı Kerim’i daha iyi anlayabilmek için, onunla ilgili bilgileri de öğrenmekte yara vardır. Bu nedenle Kur’an’ın indirilişi ve indirme olayını anlatan vahiy kavramını izah etmek istedik.
Herkese selam, saygı ve hürmetler.
[1] el-Bürûc 85/22.
[2] el-Bakara 2/185; ed-Duhân 44/3; el-Kadr 97/1.
[3] ez-Zerkeşî, el-Burhân, I, 228; es-Süyûtî, el-İtkân, I,146; ez-Zerkânî, Menâhilu’l-İrfân, I, 32 vd.
[4] Buhari, Bedu’l-Vahyi, 1; Abdulmelik İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, thk. Mustafa es-Sakka ve diğerleri. Kahire 1978, I, 216 vd.
[5] İbn Manzur, “vehâ”, Lisanu’l-Arab, XV. 379 vd; el-Cevheri, “vehâ”, es-Sıhâh, VI, 2519 vd.
[6] Nasr Hamid Ebû Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, trc. Mehmet Emin Maşalı, Ankara 2001, s. 54.
[7] Wensinck A. J. “vahiy”, Milli Eğitim Bakanığı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1988, XIII, 142.
[8] ez-Zerkânî, Menâhilu’l-İrfân, I, 63.
[9] Bkz. Nurettin Turgay, “Kur’ân’da Vahiy Kavramı”, Diyânet İlmî Dergi, cilt: 37, sayı: 4, Ekim, Kasım, Aralık 2001, s. 23 vd.
[10] Abdulgaffar Aslan, Kur’ân’da Vahiy, Ankara 2000, s. 28.
[11] Aslan, Kur’ân’da Vahiy, s. 11.
[12] Etienne Gilson, Tanrı ve Felsefe, trc. Mehmet S. Aydın, İzmir 1986, s. 35.
[13] İsmail Raci el-Faruki – Luis Lamia el-Faruki, İslâm Kültür Atlası, trc. Mustafa Okan Kibaroğlu – Zerrin Kibaroğlu, İstanbul 1999, s. 111.
[14] Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 37.
[15] en-Nahl 16/68.
[16] el-İsfahâni, el-müfredât, s. 809 vd.; ez-Zerkâni, Menâhilu’l-İrfân, I, 46 vd.
[17] Bu konuda geniş bilgi için bkz. es-Süyûti, el-İtkân, I, 57 vd.; Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 37 vd.
[18] eş-Şura 42/51.
[19] el-İsfahânî, el-Müfredât, s. 810; Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı, İşaret Yayınarı, İstanbul 1996, III, 994.
[20] el-Mâide 3/12.
[21] el-Enfâl 8/12.
[22] el-Kasas 28/7.
[23] Subhi es-Salih, Mebâhisun fî Ulûmi’l-Kur’ân, s. 23.
[24] Bkz. el-Kasas 28/29, 30.
[25] Kurtubi, el-Câmi, XVI, 35 vd; Muhammed b. Yusuf Ebu Hayyân, el-Bahru’l-Muhit, Daru’l-Fikr, Beyrut 1992, IX, 351.
[26] ez-Zerkânî, Menâhilu’l-İrfân, I, 46 vd.
[27] Buharî, Bedu’l-Vahyi, 1.
[28] Buhârî, Bedu’l-Vahyi, 1, 3; Müsim, Fedail, 23, 33; Tirmizi, Menâkib, 7.
[29] İbn Hanbel V, 184.
[30] Buhârî, Bedu’l-Vahyi, 1.