İnsanlık tarihi boyunca fakirler ve zenginler hep var olagelmiştir. Yine tarihsel sürece baktığımızda, bunun sosyolojik bir gerçeklik olduğunu söyleyebiliriz. Fakat zenginlik ve fakirlik aynı zamanda bir toplumdaki ekonomik, sosyal, siyasal icraatlarla son derece yakından ilintilidir. Dolayısıyla açlıktan ölenler, yeterli beslenemeyenler, insanca yaşayacak bir gelir elde edemeyenlerin durumu bir kader değildir. Tamamen gelir dağılımı adaletsizliğinden kaynaklanan bir durumdur.
Öncelikle gelir dağılımındaki adaletsizliklerin sadece toplumumuzda değil, tüm dünya ölçeğinde yaygın olduğunu ve hatta küreselleşme süreci ile birlikte dünya ölçeğinde giderek yaygınlaşan bir durum olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Bauman’ın verdiği rakamlara bakacak olursak dünya ölçeğinde tüm gelirlerin %85’ini %10’luk bir kesim yönetmektedir. Şimdi küresel ölçekte bu gelir dağılımındaki adaletsizliklerin içeriği ve farklı sebepleri üzerinde duralım.
Bir kere dünyada total olarak gerçekleştirilen her türlü üretimin, insanların hayatlarını sürdürmeleri açısından yeterli olduğunu belirtmeliyiz. Daha sıkı bir planlama ile tüm dünya insanlarının hem zaruri ihtiyaçlarını karşılaması, hem yeteri kadar beslenmeleri mümkündür. Fakat bazı insanların diğerlerinden daha fazla “sahip olma” taleplerini kimi manipülasyonlarla gerçekleştirmeye çalışmaları, sürekli çoğunluğun aleyhine gelişen bir durum yaratmaktadır.
Aslında insan hırslı bir varlıktır. Her seferinden daha fazlasına sahip olmak ister. Bu durum Hz. Peygamber (SAV)’in şu hadisinde çok net mealen şöyle anlatılmaktadır: “İnsanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa ikincisini ister. İki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister. Onun gözünü ancak toprak doyurur. Allah (CC) tevbe edenin tevbesini kabul eder.” (Buhari, Rikak, 10) İnsanın bu doğası değişmemekle birlikte, toplumda yapılması gereken bu hırsları maddi ve manevi anlamda sınırlandıracak mekanizmaların kurulmasıdır. Bu mekanizmalar (hukuki, siyasi, ekonomik vb.) kurulmadığı durumlarda, gelir dağılımındaki adaletsizlikler rutin bir sonuç haline gelecektir.
Kur’an-ı Kerim’in anlatımlarına baktığımızda bu konuya iki bağlamda dikkat çekildiğini görmek mümkündür. Birincisi, o dönemde ciddi bir gelir kaynağı olan ganimet ve feylerin toplumun farklı kesimleri arasında dağıtılmasını isteyen Allah, bu gelirlerin zenginlerin arasında dolaşan bir ranta dönüşmemesi gerektiğine dikkat çekmektedir. (59/Haşr, 7) İkincisi de, pagan kültürün aslında ekonomik anlamda gelir dağılımındaki bozukluğun bir ideoloji olarak devreye girmesidir. Nitekim En’am suresi 165. Ayet, zirai ürün ve hayvanlardan hisseleri Allah ve putlar arasındaki dağıtıma dikkat çeker. Putlara ayrıcalıklı dağıtımın altı çizilir. Gerçekte bu dağıtım sosyal hayatta köleler ve alt sınıfların aleyhine gelişen gelir dağılımı adaletsizliğinin meşruiyet çerçevesine tekabül etmektedir.
Buraya bakarak gelir dağılımındaki adaletsizliğin en önemli sebeplerinin başında sömürü gelmektedir. Sömürü mekanizması bir yandan gelir adaletsizliğini beslemekte, diğer yandan sınıflar arası gelir düzeyindeki makas farkını açmakta ve en önemlisi toplumdaki gider maliyetlerini büyük oranda alt sınıfların sırtına yüklemektedir.
Nitekim Marx’ın analizlerinde insanlık tarihinin beş dönemden geçtiği belirtilir ve yerleşik hayatta özel mülkiyete geçildikten sonra alt sınıflar aleyhine sömürünün arttığı dile getirilir. Bu bağlamda Kominist Manifesto’nun ilk cümlesi “tüm tarih sınıf savaşlarından ibarettir” şeklinde başlarken özel mülkiyet de tüm kötülüklerin anası olarak mimlenir. Son kertede kapitalizm bu sömürüyü hem besleyen hem de sınıflar arası makas farkını açan bir boyuta ulaşmıştır.
Bugün dünya ölçeğinde küreselleşme dediğimiz bir süreç işlemektedir. Farklı kitaplarda “küresel kapitalizm” şeklinde adlandırılan kapitalizmin yeni aşaması, iletişim teknolojilerinin de yardımıyla farklı bir boyuta ulaşmıştır. Küresel kapitalizmin en temel niteliği, artık sermayesi devletlerin kapsamı ve hacmini de aşan yeni sermayenin yükselmesidir. Bu bağlamda küreselleşme gelir dağılımındaki adaletsizlikleri daha görünür kılmıştır. İşin ilginç yanı dünya ölçeğinde sürekli çoğunluğun aleyhine gelişen bu dengesizliğin giderek yoğunlaşmasıdır. İşte bu sebeple Bauman “Azınlığın zenginliği Hepimizin Çıkarına mıdır?” şeklindeki soru formatlı kitabında, %10’luk kesimin tüm gelirlerin %85’ini kontrol ettiğini belirtmektedir. Bugün küresel aktörlerin sürdürülebilirlik dediği şey ise, bu oranları adaletli bir şekilde belirlemek yönünde çalışmamaktadır.
Burada aktüel bir soruna daha değinmek gerekir; o da dünya ölçeğinde borçluluk oranı. Bugün küresel ölçekte borç oranı 272 trilyon dolara çıkmıştır. Verilere göre bu borçluluk, yaklaşık olarak tüm dünyadaki varlıkların dört katından fazladır. Bunun anlamı tüm dünyada varlıklardan daha fazla finansman dolaşmaktadır. İkincisi de, dünya ölçeğinde alt ekonomik katmanlardaki çoğunluk borçlanarak yaşamak durumundadır. Bundan sonra, bu kadar paranın belirli ellerde dolaşan rant haline geldiğini ve alt katmandaki çoğunluğun borçlarla yönetilebilirliğinin kolaylaştığını tahmin etmek zor olmayacaktır.
Dolayısıyla eğer bugün küresel külli bir sorundan bahsedeceksek, bunun gelir dağılımında yansımasını bulan adaletsizlik olduğunu söyleyebiliriz. İddialı bir şekilde belirtmeliyiz ki, bugün konuştuğumuz tüm mikro sorunların kaynağı burasıdır.