Türkçe, insanlık tarihi boyunca ve günümüzde konuşulan diller arasında ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Bu vakıanın nedeni, Türkçenin tarihin bütün çağlarından neredeyse bütün uygarlıkların ve kültürlerin kazanımlarını bugüne taşıyabilmesinin yanı sıra dilimizin hem olgu anlatımına hem de duygu anlatımına aynı anda elverişli olabilmesidir. Bir dilin dünyevi ve maddi yaşantı ve ilişkileri kapsamlı kavrayabilmesi onun tarihsel zekâsını gösterirken aynı dilin söz konusu yaşantı ve ilişkileri dolaylayabildiği kavramsal ve mantıksal temsil imkânına sahip olabilmesi de onun felsefe, bilim ve sanatı yönetebilecek imge gücüyle donatılmış olduğunu gösterir. Türkçenin İlkçağların öncesine konuşlanan ve tarihin tüm aşamalarında mevcut olan etkinliği onu incelemenin aynı zamanda insanlığı incelemekle eşdeğer olduğunun bir kanıtı olarak kabul edilebilir. 21. yüzyılda Türkçeyi konuşuyor olanların ona kazandırdıklarından daha fazla olarak eğer bu dilin konuşanlarına kazandırdıklarından söz ediyorsak; bu vakıa, dilimizin özellikle modern ve çağdaş ulus dillerine kıyasla üstün ve ayrıcalıklı bir konuma sahip olduğunu ihsas ettirmektedir. Günümüzde küreselleşme önce İngilizceden başlayarak nasıl bütün dünya dillerine karşı bir meydan okuma içerisindeyse benzeri bir meydan okuma tüketim kültürüne adapte edilmiş konuşanları üzerinden Türkçeye karşı da söz konusudur. Dillerin kendilerini büyük ölçüde güncelledikleri bir tarih ve kültür zamanında yaşıyoruz.
Dil ile özne arasındaki zihin, davranış ve imgelem (tahayyül) ilişkilerine dair birçok analiz bulunmakla birlikte hâlâ Jacques Lacan’ın yaptığı saptamalar ilgi çekicidir. Bu Fransız psikanalist filozof, bir taraftan dilin onu konuşan insan ve toplumlara dünya, canlılık, yaşam ve nihayet kültürle ilgili bazı sınırlar getirdiğini ve söz konusu sınırlara bağlı olarak bir dilin olanaklarından söz edilebileceğini belirtmektedir.[1] Aynı filozof diğer taraftan da dil ile onu konuşan ve eyleyen öznenin karşılıklı olarak birbirlerini sürekli kurup geliştirdiklerini; bu bakımdan dilin özneyi var etmesi kadar öznenin de dili var ettiğini dile getirmektedir.[2] Lacan’ın G. W. F. Hegel geleneğinin içerisinde Ferdinand de Saussure, Sigmund Freud, Martin Heidegger ve Jean-Paul Sartre’ı bir araya getirerek dil ve özne felsefesi yaptığını söylemeye gerek yoktur. Onun konuşlandığı modern ve çağdaş çatışmacı gelenek insan yaşamının temelde hayatta kalmanın kültürün temeli olduğuna inanmaktadır. İnsan hayatta her daim bir mücadele içerisindedir. “Ölüme yönelik mevcudiyet” olarak insan, denemek ve yanılmak yoluyla öğrenirken her aşamada yeniden güncellediği bir gelişme ve saklayarak aktarma sistemini yeni insanlara sağlamaktadır. Bu sisteme tarih, uygarlık ve kültürden önce dil demek icap etmektedir. Bir insanın dili onun görünen davranışsal ve görünmeyen kavramsal dünyasındaki her şeyidir.[3] Türkçe, onu konuşan insan ve toplumların her şeyidir ve dilimizin bugünü ve yarını da günümüzde onu konuşan ve eyleyen insan ve toplumların doğa, insan, yaşam ve kültürle etkileşimlerine bağlıdır.
Günümüzde glokalizasyon (küyerelleşme) dediğimiz ve her bir yerel veya bölgesel insan ve toplum merkezinin dünya genelindeki küresel etkinlik ve kazanımlarını içeren kavram büyük ölçüde bir dilin kendi özerkliğini koruyabilerek küreselleşmesini içermektedir. Türkçenin glokal mevcudiyeti başka dillerin glokal mevcudiyetleri örnek verilerek daha iyi kavranabilir. Sözgelimi modern dillerden Fransızca ve modern öncesi etkin dillerden Arapça küreselleşmenin kuşatması altındadır. Bu kuşatmanın anlamı psikolojik ve olgusal göçmenlik deneyimlerinin Fransızca ve Arapçayı tarihsel koordinatlarından koparacak seviyede söz konusu diller içerisinde bir rüzgara ve aşındırmaya neden olduklarıdır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransızcada düşünce üreten neredeyse bütün aydın, araştırmacı, serbest yazar ve filozoflar sadece popüler Amerikan kültürü ve göçmen İngilizcesi ile kendilerini sınırlamak zorunda kalmışlar gibi görünmektedir. Bu sınırlamanın daha karmaşık bir versiyonu Arapça ile İngilizce başta olmak üzere bütün modern Batı dilleri arasında mevcuttur. Örneğin Çinçe, Hintçe ve İspanyolca büyük ölçüde göçmen Amerikan İngilizcesinden nasiplenmekte ve kendilerini güncellemek zorunda kalabilmektedirler. Rusça diğer dillere kıyasla oldukça milliyetçi bir tutum takınarak küresel insanın kazanımlarını reddetmek pahasına birtakım tasarrufları eyleme geçirmiş olmasına rağmen tüketim kültürünün özellikle dijital özneler üzerinden kendini yeniden ve biraz kontrolsüzce kurabilmesine mani olamamaktadır. Post-kolonyal teorinin ilk gerçek terimsel kitabı olan The Empire Writes Back’in (İmparatorluk Cevap Veriyor) esas itibariyle İngiltere İngilizcesinin glokal mevcudiyetinin ve küresel meydan okumalar karşısındaki pozisyonunun belirlenebilmesi için kaleme alınmış olduğu belirtilmelidir.[4] Tarih boyunca önce Çince, ardından Arapça ve nispeten Farsça, sonra Fransızca ve nihayet biraz İngilizceden etkilenmiş, ama bu sayılan dillerin tamamını kendi etkilenmesinden daha fazla etkilemiş ve yönlendirerek yönetmiş olan Türkçenin küyerel (glokal) mevcudiyeti de küreselleşme karşısında benzer bir meydan okumaya sahiptir.
Diğer bütün diller gibi Türkçe de ‘tüketim kültürü davranışları’ ve ‘dijital özne yaşantılarına sahip konuşanları ve eyleyenleri’ tarafından geldiği tarihten bugüne taşınırken yeniden var edilmektedir. Türkçenin diğer bütün dünya dillerine kıyasla tarihsel, kültürel ve hatta ahlaki avantajları ve ayrıcalıkları ifadeden varestedir. Bununla birlikte dilimizin küyerel mevcudiyetinin onun tarihsel ve kültürel geçmişi kadar bugünkü deneyimlerle ilişkisinin bulunduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Günümüzdeki deneyimlerde tüketici yönelim ve davranışlarının yerel ve bölgesel çevrelerden bütünüyle kopmaya başladığı ve geçim gereksinimlerinin gerçekleştiği uluslararası koşullar üzerinden dijital bir göçmenlik ve dağılma yaşadığı saptanabilir. Ekonomi merkezsizleşirken dillerin küyerel mevcudiyetleri de hızla savrulma konuşlanmasına doğru evrilebilmektedir. Sözgelimi bütün bilgisayar mühendisleri, yazılım uzmanları, finans çalışanları ve dijital tasarımcılarının İngilizce, matematik ve ekonomi öğrenmeleri nasıl önce İngilizcenin kendisinde, matematikte ve ekonomide bir bozulma, dağılma ve erozyona yol açıyorsa benzeri bütün diller, bilimler ve kültürler için de gerçekleşmektedir. Örneğin İngiltere ve ABD kökenli İngilizce öğreticilerinin geçici ekonomik kazançlarından dolayı İngiliz dili çok avantajlı ve ayrıcalıklı gibi görünmektedir, ama bir zaman sonra söz konusu öğreticilerin anlayamadıkları bir İngilizce teşekkül edebilir. Konjonktürel ekonomik avantajlarından dolayı öykünülen İngilizcenin muhtemel geleceği vahimken Türkçe için de dikkatli olmak elzemdir. Günümüzde psikolojik ve olgusal göçmenlik algı, bilgi ve davranışlarda bir tür tereddütlü tavır meydana getirmekte ve bunu küreselleştirmektedir.[5]
Küyerel mevcudiyette dillerin karşı karşıya kaldıkları en önemli meydan okuma, olguların ifadesi ile algıların koşulladığı duyguların ifadesi arasındaki kopuş ve ilişkisizliktir. İnsanlar kendilerini olgu dilleri yerine sadece algı dilleriyle ifade etmeye alışmaktadırlar. Benzer bir dezavantaj diğer dünya dilleri gibi Türkçeyi konuşan özneler için de söz konusudur. Bu aşamada Türkçeyi yazıda, konuşmada ve davranışlarda diğer kullanıcılarla birlikte kullanan öznelerin olgusal zeminde ısrarcı olmaları gerekmektedir. Türkçeyi kullanan insanlar gözle görülüp elle tutulan olaylara tutarlı bir şekilde işarette bulunarak iletişimde ve eylemde bulundukları sürece dilimiz bütün meydan okumaları bertaraf edebilir. Bunun için Türkçe konuşarak toplumsallaşabilen insanların birbirleriyle mümkün olabildiğince nesnel ve hesaba dayalı bir alışveriş dilinde iletişim kurmalarını özendirmek yararlı olabilir. Türkçe dünya insanlarının dijital küreselleşme karşısındaki şanslarından biridir ve bunu korumak gerekir.
[1] Charles Shepherdson, Lacan and the Limits of the Language, New York: Fordham University Press, 2008.
[2] Ellie Ragland-Sullivan, Mark Bracher (ed.), Lacan and the Subject of Language, New York, London: Routledge, 1991.
[3] Shepherdson, Lacan and the Limits of the Language, s. 1-9.
[4] Bill Ashcroft, Gareth Griffiths, Helen Tiffin, The Empire Writes Back: Theory and Practice in Post-colonial Literature,London, New York: 2. Basım, 2002, s. 1-13.
[5] Michael Huemer, Knowledge, Reality, and Value: A Mostly Common Sense Guide to Philosophy, Amazon Digital Services LLC – KDP Print US, 2021 (Amazon e-kitap Baskısı).