Küreselleşme, bütün dünya üzerindeki insan topluluklarının her türlü değerini, değer yargılarını global dünya ölçeğinde yoğurup, küreselcilerin istek ve amaçları doğrultusunda ortak tek bir dünya oluşturmaya çalışan dayatmacı bir değişim sürecidir.
Dünyayı yöneten büyük sermaye güçlerinin sınırsız pazarlar yaratma istek ve çabaları ve hatta zorlamaları küreselleşmenin ana etkenidir. Bu süreç, karşı durulmaz veya karşı durulması zor ve hatta bazı görüşlere göre karşı durulması gereksiz bir evrenselleşme süreci olarak gösterilmektedir.
Tek bir dünya kültürü oluşturmaya çalışmanın amacının altında, aslında küresel büyük şirketlerce üretilen her türlü mal ve değerin dünyadaki her ülkeye, hemen her insana veya firmaya pazarlanabilmesi amacı yatmaktadır. Örneğin; tüm dünya ülkelerine kola, hamburger, cips veya pizza pazarlayabilmek için ortak bir damak zevkinin yaratılması ve özendirilmesi gerekmektedir. Dünya müzik piyasasının %80 gibi büyük bir bölümünü kontrolünde bulunduran dev birkaç şirketin, meşhur ettiği birçok sanatçıyla ürettikleri müzik ürünlerini tüm dünyaya pazarlayabilmeleri için aynı müzikten haz duyan insanlara ihtiyacı vardır. Bunun için de evrensellik ve modernlik adı altında özenti oluşturacak tanıtım çabalarının olabildiğince sürdürüldüğü görülmektedir.
Bu durum göz önüne alındığında, küreselleşmenin hemen hemen tüm dünya toplumlarını çeşitli açılardan etkilediği ve etkilemeye hızla devam etmekte olduğu bilinen bir gerçektir. Küreselleşmeyi güdümleyen büyük uluslararası sermaye güçleri, dünyadaki bütün ülkeleri tek dünya düzeni amacı doğrultusunda yeniden şekillendirmeye çalışmaktadırlar. Bu doğrultuda her ülkeye farklı ve çeşitli görevler yüklenmekte, ülkeler siyasi ve idari yapılarında değişimlere zorlanmakta, halk ise sosyal ve kültürel yaşamını etkileyecek yeni yaşam tarzlarına özendirilmekte ve kendi geleneksel kültürlerinden hızla koparılmaya uğraşılmaktadır.
Küreselleşme; ekonomik, teknolojik, politik, özellikle finansal ve kültürel, hatta hemen her alanda ülkeleri ve toplumları ister istemez etkisi altına almaktadır. Temelinde ekonomik uluslararası kapitalist bir süreç olan küreselleşme, sosyologlar açısından kültürel bir süreçtir. Dünya ekonomileri birbirleriyle yoğun girift ilişkilere girdikçe toplumlar, uluslar ve hatta bölgeler birbirlerinden uzaklaşmaktadır. Toplum içindeki aile bağları gittikçe zayıflamakta, yöresel bağlar koparılmaya çalışılmakta ve ulus devletler etnik unsurlar tetiklenerek parçalanmaya itilmektedir.
Küreselleşme süreci küreselci yerelleşme (glokalizasyon) sürecini de ardından getirmiştir. Küreselci yerelleşme “küresel düşünüp, yerel hareket etme” ana fikrini taşımaktadır. Küreselci yerelleşme, küresel dünya gerçeklerini göz önüne alarak uluslararası ilişkilerde küresel düşünmeyi ve dünya ekonomisiyle bütünleşmeyi, bununla birlikte yerel yönetimlerin gücünün arttırılmasını hedefleyen bir yapıya sahiptir. Yerel yönetimlerin gücünün artması merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki gücünün azaltılmasıyla mümkün olacak, böylece siyasi ve ekonomik gücün merkezî hükümetin elinden yerel yönetimlere geçmesiyle demokrasinin daha güçlü hale geleceği iddia edilmektedir.
Diğer yandan, küreselci yerelleşmede en küçük kültürel kimliğin vurgulanması sonucu etnik toplulukların kendini göstermeye başlamasıyla, tehlikeli bir yapılaşmaya gitme eğilimi ve devletin bölünmesi tehlikesi karşımıza çıkmaktadır. Zaten küresel güçler ulusal olanı değersizleştirerek ve küçük bölgesel ulusçuluğu körükleyerek ulus-devletlerin küçük devletçiklere bölünmesini sağlamaya çalışmaktadırlar. Çünkü böylece, ‘parçala-böl-yönet’ politikasıyla ortaya çıkacak güçsüz küçük devletler istenildiği şekilde yönlendirilebilecek ve sömürü sisteminin içinde yerlerini alabileceklerdir.
Küreselci yerelleşmenin savunucularından Falinski, bugün dünyada olanları açıklamak için ‘küreselci yerelleşme’nin en iyi tanımlama olduğunu belirtmektedir. Biz kendimizi aynı komşuluğun bir parçası olarak görürsek, barış ve mutluluk çok daha olasıdır. Yalnızca küreselci yerelleşme bunu başaracak gibi görünmektedir. Ondan korkmak ya da onu durdurmaya çalışmak, yalnızca onun yararlarını fark etmemizi engellemez; aynı zamanda doğdukları fakirlik ortamından uzaklaşmayı amaçlayan milyonlara da çok zarar verir. (Falinski, 2000).
Diğer yandan, küreselleştirmeyi eleştirenler Batı ülkelerini ikiyüzlülükle suçlamaktadırlar. Stiglitz’e göre, gelişmiş Batı ülkeleri geri kalmış ya da gelişmekte olan fakir ülkeleri ticaret engellerini kaldırmaya zorladıkları halde, kendileri fakir ülkelere karşı ticaret ve gümrük engellerini kaldırmayarak gelişmekte olan ülkelerin tarım ürünlerini ihraç etmelerini önlemişler ve böylece bu ülkeleri ihracat gelirinden yoksun bırakmışlardır. Küreselleşme dünyadaki fakir insanların ve çevrenin büyük bölümünün yararına çalışmamaktadır. Küreselleşme yoksulluğu azaltmayı beceremediği gibi, dünyadaki istikrarı sağlamayı da başaramamıştır (Stiglitz, 2002, 28).
Eleştirel bir başka görüşe göre, uluslararası sermaye ucuz işgücü ve örgütsüz bir işçi sınıfı ortamı yaratmak amacıyla ulus devletleri zayıflatmaya veya yıkmaya çalışmakta, bu amaçla da özelleştirmeyi dayatmakta ve böylece o ülkenin kazanılmış birçok kurumlarının elden çıkarılmasına yol açmaktadır. Diğer yandan, küreselleştiriciler dünyada artık bağımsızlığın bir değerinin kalmadığı tezini savunarak, insanların bağımsızlık ilkesinden vazgeçmelerinin propagandasını yapmaya başlamışlardır. Bunu gerçekleştirmek için de etnik ve mezhep farklılıkları kullanılarak halklar birbirlerine düşman ilan edilmekte ve dünyanın birçok ülkesinde iç savaşlar ve bölgesel savaşlar körüklenmekte ve bu da binlerce insanın öldürülmesine neden olunmaktadır (Zaman, 1997; 68).
Küreselleşmenin kültüre etkileri
Küreselleşme ve küreselci yerelleşme, dünyada ulus-devlet düşüncesinin zayıflamasına yol açmaktadır. Dünyada her türlü yerel değer anlamsızlaşmaya başlamakta, uluslararası ticaretin, ulaşımın ve iletişimin çok kolaylaşması ve hızlanması hemen her ürünü, her yerden temin edebilme kolaylığını getirmiştir. Bununla birlikte, bir yandan da yerel ürünlerin, kültürlerin değersiz olduğu düşüncesi bilinçaltına işlenmektedir. Küreselci güçlere göre esas olan, hemen her ülkedeki insanların aynı tatlara, zevklere, yaşam tarzlarına sahip olmalarıdır. Geleneksel ve yerel olan önemsiz ve değersiz gösterilerek yerel kültürel bağların, ulusal bağların, ulus bilincinin zayıflaması sağlanmaya çalışılmaktadır. Böylece küresel bir kültürün oluşması hedeflenmektedir. Küresel yaygın bir kültürün oluşması, üretim güçlerini elinde bulunduran uluslararası büyük sermaye gruplarının dünya insanlarına kendi istedikleri doğrultuda ürün, norm ve davranışları pazarlayabilmelerine eskisinden daha çok imkân sağlayacaktır.
Erman Artun’a göre, küreselleşme farklı kültürlerden insanları bir araya getirmeye başlamıştır. Bu da halk kültürleri için tehlike çanlarının çalması demektir. Küreselleşme olgusu, kültürel değişim ve gelişime bağlı halk kültürünün doğal akışını hızlandırıp aşındırmağa başlamıştır. Küreselleşme etkisiyle halk kültürünün halkla bağları zayıflamaya başlamış ve kendi kaynaklarının yanı sıra yabancı kaynaklarla beslenmeye başlamıştır.
“Günümüzde halk kültürü yeni ortamlara, yeni şartlara uyum göstermeğe, gelenek dışı düşüncelerle beslenmeye başlamıştır.
…Halk kültürü ürünleri küreselleşmeyle birlikte hızla değişmeye, hatta yok olmaya başlamıştır. Halk kültürü mirası olan bu ürünlerin eğitim programlarında yer alarak gelecek kuşaklara aktarılması zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
…Kültürünü korumayan, gençlere aktarmayan milletler yabancı kültürlerin etkisiyle yok olurlar. Bir gencin kendi kültürüne yabancılaşmaması, beğeni yönünden halktan kopmaması için ona ortak milli kültürün alt yapısı öğretilip sevdirilmelidir. Gençleri milletin ortak kültür değerleriyle besleyip hazırlamak ailenin ve eğitimcilerin görevidir. Gençlere milli kültürün tarihi ve kültürel bir miras olduğu, milli kültür donanımı almadan evrensel kültürde yer alınamayacağı bilinci verilmelidir. Küreselleşen dünyada ayakta kalmanın tek yolu uygarlığa uymak ve onu yakalamak kadar, tarihi ve kültürel mirasına sahip çıkmaktan da geçer (Artun, 2001; 2-3).”
Küreselleşmenin müziğe etkileri
Küreselleşmeye en büyük katkıyı, belki de diğer ürünlerden daha fazla oranda, müzik yapmaktadır. Müzik piyasasının %80 civarında bir miktarını elinde bulunduran küresel birkaç büyük müzik şirketi, hit haline getirdikleri sanatçılara (süperstarlara) ürettirdikleri ürünleri tüm dünya insanlarının kulaklarına her türlü iletişim kanallarıyla ulaştırmakta ve büyük paralar kazanmaktadırlar.
“Müziğin bir sektör haline getirilmesi, müzik endüstrisi denilen kavramla fabrika havasında üretim-tüketim ilişkisi, para akışının acımasızca döngüsünü sağlamaktadır. Müzik yapımı ve tüketimi artık bir mal olarak görülmektedir. Bu durum reklamı, malı tüketecek kitlenin şekillendirilmesini beraberinde getirmektedir. Tüketici kitlesinin şekillendirilmesi ise yazılı ve görsel medya aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Önce satışı yapılacak müziğe göre insanlar şekillendirip sonra satılmak istenilen müzik, yaşantılarının her anında karşılarına çıkarılarak kaçamayacakları bir alışkanlık haline getirilmektedir. Bunu yaparken müzikteki kalite ve nitelik kaygısından çok para kaygısı ön plana çıkmaktadır. Çünkü ortada pazar ekonomisi vardır (Yöndem, 2013; 2048).”
Dayatılan müzik ise çoğunlukla tekrar tekrar sunularak moda haline getirilip hızla tüketilen, hızla da unutturulup yerine yenileri pazarlanan “pop müzik” olmaktadır.
Alpagut’a göre, yaşadığımız küresel süreçlerin etkisiyle tüketim kültürünün baskın olduğu çağımızda çocuklardan gençlere, gençlerden yaşlı kuşaklara dalga dalga yayılan ve genç kuşakta yoğunlaşan ‘pop müzik’ öğeleri, teknolojinin de katkısıyla toplumda giderek baskınlaşan bir yaşam biçimine dönüşmektedir (Alpagut, 2005; 119).
Ulaşım araçlarında, yollarda, tatil yörelerinde özellikle gençler kulaklarında kulaklıkla, birçoğu pop müzik dinlemekte, yakınında duranlar bu kulaklıklardan yayılan “çistaka çistak, çistaka çistak” seslerinden rahatsız olmakta ama gençler bunun farkında bile olmamaktadırlar. Bu gençlerin hemen hemen büyük çoğunluğu, kendi ulusal müzik kültüründen ve zevkinden çoktan uzaklaşmışlardır. Aslına bakılırsa uzaklaştırılmışlardır. Uzun yıllardan beri süren bu kulak alıştırmaları, orta yaş ve üzerindeki insanlarda bile etkisini sürdürmektedir. Ulusal birliğimizin önemli öğelerinden ve en önemli kültür taşıyıcılarından biri olan kendi ulusal müziğimiz (türkülerimiz) değersiz kılınmıştır. Yıllarca “Gençler için müzik” adı altındaki programların hiçbirinde, tek radyonun TRT olduğu dönemlerde, sadece Batı pop müziği veya bunların Türkçe sözlü olanları yayınlanarak küresel müzik kültürüne devlet eliyle katkıda bulunulmuştur. Elinde bağlaması ile yolda yürüyenler bunu utana-sıkıla taşımış, sanki suç işliyormuş hissine kapılmışlardır. Oysa modern(!) gençler gitarlarını gerine gerine taşımaktaydılar. Zira pop müzik modernlik göstergesi yapılmıştı.
Ciddi bir lokantada nasıl ki belirli masa kuralları vardır: Hangi çatal bıçağın nereye konacağı, hangi sırayla kullanılacağı, bıçakla etin neresinden kesip yeneceği, sağdaki mi yoksa soldaki mi salatanın yenilmesi gerektiğini bilmek için eğitim ve bir kültürel süreç gereklidir. Oysa bir “fast food” lokantasında kuralları bilmenize gerek yoktur. Zaten çatal-bıçak da yoktur. Elinizle, kuralsız bir şekilde yiyebilirsiniz.
İşte pop müzik de tüketim açısından “fast food” tüketimine benzemektedir. Nasıl ki, kitle kültürünün bir ürünü olan “fast food”a ulaşmanız ve tüketmeniz zahmet gerektirmezse, küreselleşen dünyadaki kitle kültürünün bir diğer ürünü olan pop müziğe (fast music) ulaşmanız ve tüketmeniz de fazla zahmet gerektirmemektedir. Dinlemek için eğitime ve bilgi birikimine de fazla ihtiyaç yoktur. Sözlerini de anlamanız gerekmez. Ritme uymanız yeterlidir. “Fast Music” olarak sunulur ve hızla tüketilir, kısa bir süre sonra yenileri meşhur edilerek piyasada yerini alır.
Küreselleşme, beraberinde getirdiği kitle kültürünün etkisiyle ulusal kültürleri tehdit etmektedir. Ulusal, geleneksel ürünlerin tüketilmesi, tüketen insanların kendilerini kitlenin dışına itilmiş sanmalarına yol açmaktadır. Böylece, her kesimden insan kitle kültürünün dayatmalarına direnemez duruma gelmektedir.
Kitle kültürünün dayattığı popüler müzik, kitle kültürünün bütün ürünlerinde olduğu gibi geleneksel ve ulusal olanla haksız bir rekabet içindedir. Küreselleşme, ulusal olanın değerini daha da azaltmıştır. Hemen her kesimden ve yaştan insan kitle kültürünün etkisi sonucu sürüden ayrılmama içgüdüsüyle, moda haline gelmiş olan pop müzik salgınından kurtulamamaktadır. Türk halk ve sanat müziği dinlemek, sanki çağdışı kalmakla eşdeğer bir psikolojik baskı yaratmaktadır. Zaten, okulların müzik odalarında müzik aletlerinin resimleri yalnızca Batı müzik aletlerini kapsamakta, bu ülkede hiç bağlama, kaval vs. yokmuş gibi, ulusal müzik aletlerinin resimleri hemen hiçbir okulda yer almamaktadır.
Küreselleşmeyle birlikte ulus bilincinin de kaybolmakta olduğu görülmektedir. Edilgen konumdaki müzik tüketicilerinin araştırmaya gerek duymadan, zahmete katlanmasına gerek kalmadan, hemen yanı başında sunulan bu ürünleri tüketme kolaycılığının sonucu ulusal müzik kültürü olumsuz etkilenmekte ve yozlaşmaktadır.
Küreselci yerelleşmenin sonuçlarından biri de yerel ya da bölgesel milliyetçiliktir. Küreselleşme ve küreselci yerelleşme ulus-devleti zayıflatarak, sonunda küçük devletçiklerin ortaya çıkmasına neden olacak olan politikalarla sürecini sürdürmektedir. Ülkemizde, küreselleştirici güçlerin hem baskıları hem de çeşitli isim ve etkinlikler adı altında etnik unsurlara destekleri sonucu, Türkiye’deki etnik unsurlar canlandırılmaya çalışılmıştır. Etnisite, daha çok müzik alanında kendisine yer bulmuş, piyasaya çok sayıda etnik dillerde müzik ürünleri çıkmıştır.
Küreselci yerelleşme sürecinde, yerel milliyetçilik akımlarının etkisiyle birçok plak şirketinden Türkçe dışı (Kürtçe, Lazca, Hemşince, Ermenice, İbranice, Gürcüce, Çerkezce, Rumca gibi) çeşitli kaset ve CD’ler yayınlanmıştır.
Ülkemizin kültürel zenginliklerinin ortaya çıkarılması elbette gereklidir. Ancak, kültürel zenginlik gibi gösterilen etnik ayrışma ulusal birliğimize tehdit oluşturabilir.
On Birinci Kalkınma Planı (2019-2023) “Küresel Eğilimler ve Türkiye Etkileşimi” ana başlığı altında, 73. ve 74. maddelerinde küreselci kitle kültürü hakkında şöyle demektedir:
“Kültürler arası etkileşim olanakları yeni medya vasıtalarıyla çok daha çeşitli, hızlı ve kapsayıcı hale gelmiştir. Kültür ihracına hizmet eden, kitle iletişim araçlarıyla yayılan içerikler kişi ve toplulukların değer ve alışkanlıklarını değiştirmelerine sebep olmaktadır.
Yeni iletişim araçları yerel kültürlere imkân tanıyarak çok kültürlülüğü desteklerken, gelişen iletişim olanakları kültürel etkileşimi artırmakta, çok uluslu şirketlerin hız kazandırdığı tek tipleştirici kitle kültürü, evrensel kültür iddiasıyla kültürel tahakkümü güçlendirmektedir. (On Birinci Kalkınma Planı, 2019; 19).”
Yine içinde bulunduğumuz 5 yıllık planda, “Kültür ve Sanat” alt başlığı altında 629. maddede amaç şöyle açıklanmaktadır:
“Kültürel zenginlik ve çeşitliliğin korunup geliştirilerek gelecek nesillere aktarılması, kültür ve sanat faaliyetlerinin yaygınlaştırılması, millî kültür ve ortak değerler etrafında toplumsal bütünlüğün ve dayanışmanın güçlendirilmesi ile kültürün kalkınmadaki çok boyutlu etkisinin artırılması temel amaçtır (On Birinci Kalkınma Planı, 2019; 160).”
Planın 633.1. maddesi de, kültür ve sanatın bir yaşam alışkanlığı olarak gelişmesi için erken yaşlardan itibaren kültür ve sanat eğitimi verileceğini belirtmektedir. Dileğimiz, ulusal müzik kültürümüzün de bu eğitimde yer almasıdır.
Sonuç olarak, ulus devletlerin eski güçlü yapılarının gittikçe bozulması, hemen bütün dünyada küreselleşmenin ve küresel büyük sermaye güçlerinin ülke yönetimlerine dayatmalarının bir sonucudur. Elbette ki günümüz dünyasında küreselleşmenin önünde durabilmek mümkün olmadığı gibi, dünya ile bütünleşmenin ülke gelişimine katkısı olacağı da açıktır. Ancak, küreselci yerelleşme sürecinin, Türkiye gibi Osmanlı’dan bu yana farklı kültürleri bir arada barındıran bir toplum açısından bölünmelere yol açmaması için ulusal birliğimizi korumalıyız. Ulusal birlik bilinci insan vücudunun bağışıklık sistemine benzer. Ulus bilincinin yitirilmesi, vücudun bağışıklık sisteminin çökmesi gibidir. Ulusal bütünlüğün korunmasında ulusal müziğimizin de önemli bir rolü olduğunu bilmeliyiz.
KAYNAKLAR
Alpagut, Uğur. 2005. “Otantikten Klasiğe Müzik Kültüründe Gelişim-Değişim ve Kurtarıcının Eleştirisi” Folklor/Edebiyat, 42 (2): 115–120.
Artun,Erman. 2001. “Küreselleşme Olgusu Karşısında Halk Kültürü” http://www.turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/10.php
Falinski, Jason. 2000. “Glocalisation” http://www.regional.org.au/articles/government/glocalisation.htm
On Birinci Kalkınma Planı (2019-2023). 2019 .www.sbb.gov.tr
Stiglitz, Joseph E. 2002. Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı. Çev. Arzu Taşçıoğlu, Deniz Vural. İstanbul: Plan B.
Yöndem, Sadık. 2013. “Müzikte yozlaşmaya küreselleşmenin etkisi.” The Journal of Academic Social Science Studies. 6(2), p. 1043-1051.
Zaman, Süleyman. 1997. Mahzuni Şerif, Yaşamı, Dünya Görüşü, Şiirleri. Ankara: Yeni Doğuş Matbaası.
küreselleşme
3 yorum
Küreselleşme olgusuna ve onun gelecekte özellikle sanat üzerine olumsuz etkilerini değerlendiren ve eleştiren anlamlı bir makale olmuş, elinize sağlık.
Teşekkür ederim.
Yazıya ilişkin birkaç eleştirimi belirtmek istiyorum:
1. ‘Küreselleşme zararlıdır; büyük sermaye güçlerinin isteği doğrultusunda gerçekleşmektedir.’ fikri, farklı cümle şekilleriyle çok fazla tekrarlanmış. Yazı gereksiz uzamış.
2. Açık bir çelişki değil mi? Bir yandan ‘Küreselleşme insanları tek tip hale getirmekte, yerel kültürler yok olmaya itilmekte’ denirken, diğer yandan ‘Lazca, Kürtçe vs.’ müziklerin önünün açılması eleştirilmiş. Halbuki tam da bu ön açmanın oluşturacağı farklılık ve zenginliktir, küreselleşmenin tek tipleştirmesini engelleyecek olan.
3. ‘Pop müzik, küreselleşmenin dayattığı müzik olduğundan iyi değildir’ algısı oluşturuyor ki, harika pop müzik eserleri de var; berbat yerel şarkılar, saçma sapan türküler de. Doğrusu her tür müziğin iyisi de, kötüsü de var bence. Müziği yaparsın; insanlara sunarsın; kitlelere ulaşabilirsin veya yeterince ulaşamazsın. Beklenmedik şekilde hit de olabilir; hiç farkına varılmayabilir de.
4. ‘Mevcut ulus devletlerin hal-i hazırdaki yapıları mutlak doğrudur; varlıkları ve sınırları asla değiştirilemez-değiştirilmemelidir’ gibi bir yargı ile yazılmış kanaati uyandırıyor. Hangi ulus devletler bu gruba giriyor? Hangileri girmiyor? Kim, hangi kıstasla verecek bu kararı?
5. ‘Ankara’nın bağları da, büklüm büklüm yolları’ yerel tasvip edilen bir türkü mü? Çok tutulan; ama yaygın türkü formatından hayli başkalaşmış, elektro-bağlamayla çalınan. Ya da çok sevilen ‘Şemmame’ türküsü hangi kategoride?
Saygılarımla…