İnsanoğlunun birlikte yaşam mücadelesinin en önemli genel ilkelerinden biri de hukuk mücadelesi yani hukuk savaşı vermektir. Bilindiği gibi sosyal hayatta en büyük kötülük ve düşmanlık, haksızlık ve hukuksuzluktur. Tarihten günümüze, hakkı üstün tutanlar ile gücü üstün tutanların savaşı halen sürmektedir. Desene hak ile batıl mücadelesi halen devam etmektedir. Hatta devlet kurmanın gereği de bu haksızlıkların ve hukuksuzlukların önlenmesi olsa gerektir. Devletin, örgütlenmiş bir haksızlık ve hukuksuzluk kurumuna dönüşmemesine de dikkat edilmelidir.
Zira devlet, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin korunmasında ve ifasında kolektif bir organizasyondur. Devlet, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin teminatı olmalıdır. Devlet, bireyler arasında sosyal adaleti sağlamakla da yükümlüdür. Devlet, vatandaşlarının sığınağı ve barınağı durumundadır. Keza devlet, vatandaşları için hem ana hem de baba konumundadır. Ana ve baba evlatları arasında eşitlik ilkesi gereği hiç bir ayrım da yapmamalıdır.
Hukuk devleti demek, insanın doğuştan veya sonradan kazanılmış haklarının ifası yanında, sosyal hayatta birlikte yaşamın ödevlerinin organizasyonunu yaparak, bireylerin geleceklerini güvence altına almak demektir. Sonuçta toplumların barışını sağlamak için hukuk devleti kurmak zorunlu olmuştur. Sosyal barışı kurmanın da insan haklarına dayalı hukuk düzeni kurmaktan geçtiğini, bunun için de hukuk mücadelesi ve hukuk savaşı vermek gerektiği de anlaşılmaktadır.
Tarihten günümüze bütün Peygamberlerin ve devletlerin asli gayeleri bu haksızlıklara karşı hukuk mücadelesi vermek olduğu da bilinmektedir. Hukukun üstünlüğü ilkesine imanın gerekliliği, tarihten günümüze ciddi problemimiz olmuştur. Zira insanoğlunun zihninde yasa ve hukuk kavramının yerleştirilmesi kolay olamamıştır. Yasa kavramı konusunda zihinsel bilinç oluşturulması, bu bilincin genel kabul görmesi, keza bu bilincin inanç haline dönüştürülmesi uzun bir zaman almıştır.
Keza bilindiği gibi tarihten günümüze, ihkakı hak anlayışından, hukuk devleti anlayışına geçilmesinin sancıları hâlâ yaşanmaktadır. Toplumlarda, hukuk devleti organlarının işlevlerinin kabulü yanında, kurumsallaşma çoğu kez anlaşılamamıştır. Bugün bile bireysellikten kurumsallaşmaya geçişin sancılarını halen yaşamaktayız.
Zira Kur’an, döneminin şartlarına uygun, emirlerinde bireyi esas almasının, ihkakı hak anlayışı geleneğinin oluşmasına, daha sonra kurumsallaşma ile toplumun yeni bir döneme evrilmesine, sonuçta bir kurumsallaşma bilincinin oluşması zaman alacağından, bu kurumsallaşma çoğu insanımız tarafından da fark edilememiştir. Öte yandan kurumsal bir hukuk düzeninin kurulmasındaki ihmalimizin, maddi normlardaki lafızlara sıkı sıkıya bağlanılmasının, yani lafzın maksadının ihmal edilmesinin payı da büyük olsa gerektir. Bunun için gerek Mecelle, gerekse Medeni Kanunun birinci maddelerinde, bu prensibe dikkat çekilmiştir.
Sonuçta toplumlarda tecrübe ile hukuk devleti anlayışının yerleştirilmesi, devletin kurumlarında hukuk düzeninin kurulması, epeyce zaman alacağa da benzemektedir. Bunun için de bugün kanunun varlığında, kanuna uyulsa da devletin işleyişinde pek çok hukuksuz işlemlerin varlığı da bilinmektedir. Bu da kanun devleti olsak da hukuk devleti olamadığımız anlamına gelmektedir. Desene her kanun, hukuk değildir.
Tarihten günümüze sözlü hukuki yaptırımdan maddi hukuki yaptırıma geçilmesi, bireysel sorumlulukların savsaklandığı ve ihmal edildiği bir dönemden, bireysel sorumlulukların sigortalandığı ve kurumsal sorumlulukların bireysel sorumlulukların yerini aldığı ve sosyal hayatta hukuki teminat sağlandığı toplumların ortaya çıkmasını gerektirmiştir. Aşkın değerlerin zayıflaması, bireysel sorumlulukların yaptırımsız kalması, bu kurumsallaşma çözüm olarak sunulmuştur. Bu kurumsallaşma ile bireysel sorumlulukların, kurumsal sorumluluğa devri sağlanmış, bu bağlamda nasların yorumlanması konusundaki ihtilaflar, ciddi tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Böylece bu kurumsallaşma, hukuk devleti ve düzeni kurma inancının yerleştirilmesi, insanoğlunu bir tür kölelikten kurtaracak yöntemler olarak görülmelidir.
Desene insanoğlunun zihninde kurumsallaşma, hukuk devleti ve yasa bilincinin oluşturulması kolay olamamıştır. Herkesin kendi devletini kurduğu ve kendi hukuki yaptırımını yaptığı dönemden, kurumsal bir hukuk düzenine geçişin sancılarını halen yaşamaktayız. Günün koşullarını dikkate alarak nâzil veya vârid olan nasların lafızları ile maksadının iyi anlaşılması ve lafız ve mana ilişkisi dengesinin iyi kurulması, bugün daha da önem kazanmış olduğu anlaşılmaktadır.
Sonuçta bugün, öncelikle hukuk devleti temel ilkemizin, sosyal hukuk alanındaki birlikte yaşam projelerimizin, sosyal hayatımıza hâkim kılmamız da zorunlu gözükmektedir. Öyle ki sosyal hayatımızda tarihteki geleneklerimizde olduğu gibi önceliğimiz, ganimet elde etmekten ziyade, hukuk devleti kurmak olmalıdır. Sonuçta insanların önünde değil de hukukun önünde önümüzü iliklememiz gerekmektedir. Hukukun üstünlüğü ilkesi rüyalarımıza girmelidir. Eski dilde bu kavram, şeriat olarak ifade edilmektedir. Zihinlerde şeriatın, hukukun kestiği parmak acımaz inancı genel kabul haline de gelmiştir.
Bilindiği gibi İslam öncesi var olan savaş hukukundaki ganimet anlayışının halen devam ettirilmesi, medeni bir toplum yapısının oluşturulmasına ve hukuk düzeninin kurulmasına engel olmaktadır. Sonuçta iktidarı seçimle eline geçirenler, savaş kazanmamışlardır. İktidarını halktan aldıkları yetkiyle eline geçirenler, tarihte savaş kazanmış gibi ganimet dağıtım mantığından derhal vaz geçmelidirler. Hukuk devletinde, devletin emanet kurumlarını yönetenlerin, kurumları da ganimet mantığına göre değil de liyakat mantığına göre dağıtmalıdırlar.
Bazı devletler, klasik dönem kölelik ve cariyelik geleneğini halen devam ettirmektedirler. Keza iktidarı eline geçirenler, ganimet dağıtma anlayışını dünden bugüne bir şekilde devam ettirmişlerdir. Klasik dönem kölelik ve ganimet anlayışı bugün dahi bir şekilde icra yolu bulabilmektedir. Desene ganimet anlayışının halen bir şekilde sürdürülmekte olduğu anlaşılmaktadır.
Vahiy, bu haksız ve hukuksuz gelenekleri kaldırmak ve hukuk düzeni kurmak için, bu haksızlıklara ve düşmanlıklara karşı, hukuk savaşı vermenin ilkelerini bildirerek tavsiyelerde bulunmuştur. Vahiy, sosyal hukuk alanında bu problemleri tedrici olarak çözme yöntemini de benimsemiştir. Bu hak, hukuk ve yasa tanımaz anlayışa son vermek için hukukun üstün olduğu anayasal üst norm ilkesini benimsemiştir. Peygamberlerini şeriat / hukuk mücadelesi vermekle görevlendirmiştir. Bireylere sosyal hayatta, hak gelince batıl zail olur ilkesine vurgu yapmıştır. Gücün kuvvette değil hukukta olduğu inancı kabul edilmiştir.
Sonuçta vahiy, hak etrafında kenetlenen bir toplum oluşturmayı hedeflemiştir. Böylece vahiy projeleri, Peygamberimizle birlikte bir bir pratiğe sokulmuştur. Dünden bugüne, iktidar olanların hukuk devleti ve düzeni kurmaları asli görevleri iken, ganimet taksimine ağırlık vermeleri, hukuk devleti kurma talebimizin ve görevimizin ıskalanmış olduğu da anlaşılmaktadır. Dünden bugüne, klasik dönem cahiliyedeki ganimet anlayışına son verilerek, hukuk devleti kurma hayalimiz ve görevimiz hâlâ devam etmekte olduğu anlaşılmaktadır. Desene ya hukuk devleti kuracağız ya da ganimet savaşlarına devam edeceğiz. Saygılarımla.