Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış, ‘1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile orduları terhis edilmiş, silah ve cephanesi alınmış, donanması enterne edilmiş, bu şekilde devletin mücadele gücü elinden alınmıştı. Milli Mücadele başladığında, Anadolu’da kurulmakta olan ordumuz için, acilen silah, cephane ve mühimmat tedarik edilmesi gerekiyordu. Tüm ulaşım yolları ve araçlar, İtilaf güçlerinin elindeydi. Bu durumda ulaşım için, tek yol denizler kalıyordu. Dünya tarihine bakıldığında, denizlere hakim olan devletlerin, dünyaya da egemen oldukları görülür. Bu yüzden denizler, her zaman çıkarların yoğun olarak tartışılıp çatıştığı, uluslararası politik alanlar olmuştur.
Milli Mücadele, karadan yapılacaktı. Ancak, ordularımız için gerekli olan silah ve mühimmatın, deniz yoluyla temini gerekiyordu. Önceleri sivillerce yapılan taşımacılık, Osmanlı denizcilerinin İstanbul’dan kaçarak Anadolu’ya geçmesiyle daha da güç kazanarak örgütlü taşımacılığa dönüşmüştür. Milli Mücadele boyunca, ‘Anadolu Donanması’, Karadeniz’de Sovyet limanlarından ve düşman tarafından el konulan İstanbul’daki liman ve depolardan, her çeşit savaş aracı ve malzemeyi Anadolu’ya taşımışlar, ordumuzun silah ve mühimmat ihtiyacını karşılamışlardır. Ayrıca Karadeniz kıyısındaki Pontusçu Rum çeteleri ile karada, İtilaf devriye gemileri ile de denizde mücadele etmişler ve bunda çoğu kez başarılı olmuşlardır. Milli Mücadele’de, Türk denizcilerinin çabaları ve Karadeniz’de kurdukları “taşıma filosu” nun denizdeki faaliyetleri, Türk kıyılarının, İtilaf devleti destekli Yunan Deniz Kuvvetleri tarafından bombardımana tutulmasına rağmen yapılabilmiştir.
Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen kurulan taşıma filosuna sonradan dahil olan “Preveze” ve “Aydınreis” gambotunun Ankara Hükümeti’nin emrine girişleri, Anadolu deniz gücünün ilk gemilerini oluşturmalarının ardından, Sovyetlerden satın alınan ve yine Türk karasularında enterne edilen “Batum” gibi gemilerin deniz gücüne yaptıkları katkıları hiç unutmamalıyız’. (U.C. Karadoğan, Dergi Park, s, 81, 2011) Yurdumuzun parçalanmasını içeren Sevr rezaleti ile, ülkenin her köşesi işgal edilmiş. Doğuda Ermeniler, güneyde Fransızlar, batıda Yunanlılar, İngilizler, İstanbul’da düşman zırhlıları demirlemişken, ayrıca içimizden olan düşmanlarla da savaşılmıştır. Elde, avuçta yok, silah ve cephane yok. Bir satranç oyunu oynar gibi, savaşı akılla, diplomasiyle ve onun üstün savaş becerisiyle kazandık. Yeni kurulan ordumuzun başında Çanakkale kahramanı, Mustafa Kemal Paşa, ona inanmış silah arkadaşları, onun kahraman askerleri ve milletimiz vardı da ondan.
Okullarımızda, Kurtuluş Savaşı anlatılırken, silah, cephane ve akaryakıtın Sovyetlerden nasıl ve ne zor koşullarda sağlandığı detaylarıyla öğretilmiyor. 1917 Sovyet devrimi ile Türk Kurtuluş savaşı, o dönemde emperyalizmin boğmak istediği iki büyük lider, Atatürk ve Lenin’in birlikte verdikleri cesur kararlar sonucunda olmuştur. 24 Ağustos 1920 de Bekir Sami Bey Başkanlığında Moskova’ya giden ilk TBMM Heyeti ile Sovyetler arasında imzalanan yardım antlaşması gereğince, askeri yardımın deniz yolu ile yapılmasına karar verilmiş. Özellikle I. İnönü savaşında elde edilen askeri başarıdan sonra, artarak devam eden Rus lojistik desteği, Kurtuluş Savaşının kaderini belirlemiştir.
Bölgede bulunan, 5 ton üzeri büyüklükte 28 geminin, toplam taşıma kapasitelerinin takriben 7800 ton olmasına karşılık, Sovyetlerin Batum, Tuapse ve Novorosysky limanları üzerinden, Ağustos 1922’ye kadar 200 irili ufaklı deniz vasıtası ile İnebolu, Samsun ve Trabzon limanlarına, 46 ayda toplam 300,000 ton harp malzemesi taşınmış, bu sayede Kurtuluş Savaşı destanı yazılabilmiştir. Alemdar ve Gazal römorkörleri ile Şahin Vapuru, Rusumat-4 Gümrük Motoru ve diğer tekneler, Anadolu’nun Karadeniz’deki can damarını oluşturmuşlar. Karadan ve denizden sadece Karadeniz bölgesine sıkıştırtılan bir ulusun bu zinciri kırması, denizden sağlanan müthiş destek sayesinde mümkün olabilmiştir. Kurtuluş Savaşı, Samsun iskelesinde başladı, İzmir rıhtımında, Ege’de sona erdi. Zor oyunu bozar. Yokluklar, cesaretle birleşince Karadeniz’de Türk denizcileri mucizeler yarattı.
Rusya’dan alınan iki motor gambot, 1922 Nisan ayında Novorossisk’ten Pire’ye giden Enosis adlı Yunan şilebini ele geçirdi. Gemiye Trabzon adı verilerek Türk bayrağı çekildi. Geminin evrakında yapılan tetkikler bazı noktaları şüpheli bırakmıştı. Geminin, Rusya’dan altın ve mücevherat kaçırılmasından şüphe edilmişti. Yapılan sıkı araştırmada, sintinesinde takriben bir milyon Türk lirası kıymetinde altın ve mücevher bulundu. Bu para, Büyük Taarruz öncesi çok işe yaradı.
Kimdi bu malzemeyi taşıyan kahramanlar? Kurtuluş Savaşının denizler üzerindeki bu lojistik cephesinde, İstanbul’dan Anadolu’ya kaçan bir avuç deniz subayı ve o dönemde silah altına çağrılan Karadenizli takacılar görev aldı. 1919-1922 arasında Bahriye Mektebi mezunu 159 güverte, 68 makine ve bir inşaat subayı ile beş denizci doktor, Osmanlı Donanması’nı terk etmiş, Anadolu’ya geçerek milli mücadelecilere katılmışlardır. O, 233 meçhul denizci, yollarını Anadolu’ya doğru değiştirtirken, Kurtuluş savaşının kaderini de değiştirmişlerdir. O dönem muvazzaf olan, kabaca 1500 subay içinden, sadece 233 kişi. Diğerleri ise, İstanbul’daki sıcak yuvalarını terk etmemişlerdir.
Atatürk, denizcilerimizin insanüstü gayretlerine güvenerek, daima “gözüm Sakarya’da, kulağım İnebolu’da” demiştir. Kurtuluş Savaşı’nda ikmal teşkilatının başında bulunan Korgeneral Muzaffer Ergüder’in, 1925 yılında bu başarı için, “Kurtuluş Savaşı’nda bir avuç deniz subayımız olmasaydı, ne İnönü’ler, ne Sakarya, ne Dumlupınar, dolayısıyla Kurtuluş Savaşı olmazdı” demiştir.
Tarihçi yazar Mehmet Perinçek, yeni kitabı ‘’Uçak Gemisi, Büyük Taarruzun Meçhul Denizcileri’’ ile, bu kahramanları anlatıyor.
Büyük taarruzun kaderinde etkili olan, Almanya’dan alınıp Rus limanı Novorosysky üzerinden Şahin Vapuru ile Trabzon’a taşınan uçakların macerasına dayanan senaryoda, denizcilerin değişik gemilerde ve karada yaşadığı tarihe geçmiş pek çok kahramanlık öyküsü de okuyucuya keyifle aktarılıyor. Yazar, bu eser dışında, Atatürk ve Lenin’in kurduğu Türk-Rus dostluğunun güçlü temellerini de Rus arşivlerine girerek ortaya çıkarmış olan bilim insanımızdır. Bulunan belgeler sayesinde, bugüne kadar bilinmeyen pek çok gerçek ortaya çıkmıştır. Örneğin bu dönemde Ankara Hükümeti ile Ruslar arasında, Sivastopol-İnebolu ekseninde, gerek diplomatik heyetleri gerekse kuryeleri taşımak üzere, AG-23, AG-24 ve AG-25 isimli denizaltıların görev yaptığı, onun kitapları sayesinde öğrenilmiştir. Yetişkinler, çocuklarımız ve gençlerimizin bu tarihi bilgileri öğrenmeleri çok önemli. Emek ve gayretlerine sağlık.
1 yorum
Nur içinde yatsınlar devamlı anlatıp unutturmamalıyız