“Demokrasi, bizim hak ettiğimizden daha iyi bir şekilde yönetilmememizi garanti altına alan sistemin adıdır”
George Bernard Shaw (İngiliz Düşünür;1856-1950)
Elde olan sebeplerden dolayı ara verdiğim Medimagazin köşe yazılarıma tekrar başlıyor olmanın verdiği mutluluk ile bütün Medimagazin okurlarını saygıyla selamlıyorum. Şarkıda, “üstümden koca bir aşk geçti” dediği gibi, benim de “üstümden koca bir yaz geçti”. Yazın irisi-ufağı olur mu? diye sormayın, temmuz-ağustos aylarında Urfa’ya bir gelin. Arkasından gelen ramazan ayı ve onun gündelik hayata yansımasıyla beraber bizim buralarda ‘hayat’ yeni başlıyor.
Bundan sonraki haftalarda yazılarımı bazen tıp etiği ve tıp tarihi uzmanı şapkamla bazen de başıma taktığım –yoksa ‘sardığım’ mı demeliyim?- ‘yeni şapkamla’ yazacağım için size bu hafta ‘yeni şapkam’ ve bu ‘şapka’nın kısa sürede bana öğrettiklerinden bahsetmek istiyorum. Hekimlik mesleğinde 18 yılımı doldurmuş bulunmaktayım. Aradan bunca zaman geçmesine rağmen, 2008 nisan ayına kadar ben meslek örgütümüz olan Türk Tabipleri Birliği (TTB), daha doğrusu herhangi bir tabip odasına üye değildim. Tabii üye olmamam TTB’nin yaptıkları ve bulunduğum ilin tabip odasının ‘yapmadıklarını’ ibret nazarı ile takip etmeme mani değildi. Duran bir saatin 24 saatte 2 defa doğru zamanı göstermesi gibi, yaptığı icraatları tasvip etme oranım 1/12’yi geçmediğinden hiçbir zaman ‘beni’ temsil etmeyen TTB’ye ve tabip odasına üye olmayı düşünmemiştim.
Ne zaman ki bir grup hekim nisan 2008’de bana gelip: “Siz dağa küstünüz ama dağın bundan haberi yok.” dedi, o zaman ‘sahaya inmeye’ karar verdim. Böylece Şanlıurfa’da 10 yıldan fazla zamandır devam eden bir yönetim anlayışına karşı, ‘Alternatif Açılım Platformu’ adı altında demokratik yarışa katılma kararı aldık. Yapılan seçimlerin ardından Şanlıurfa’daki hekimlerin teveccühlerini kazanarak Şanlıurfa Tabip Odası (ŞTO) yönetimini devraldık. Yönetim Kurulu Oda Başkanlığını bana tevcih edince de, yıllardır karşı olduğum ‘odacılık’, ‘dernekçilik’, ‘sendikacılık’ gibi ‘hak arama’/‘hak alma’/‘hak savunma’ bahanesiyle mevcut otoriteye karşı siyaset yapma mesleği olan bir uğraşın içinde buluverdim kendimi. İşte yeni şapkam bu: Şanlıurfa Tabip Odası Başkanı. Daha önceki yazılarımda beyaz önlük eylemlerini, ölüm oruçlarına destek verme çabalarını, her davet edildiği hükümet karşıtı yürüyüşe pankartı kapıp koşmaları asla tasvip etmediğimi yazdığımı hatırlayanlar, “Peki bu işi nasıl yapmayı düşünüyorsun, odacı/dernekçi/sendikacı olmak ‘aykırı’ ve ‘protest’ tavrı gerektirir?” diye sorabilir. Ama yanılıyorlar, bizde yanlış tercüme edildiği şekliyle “Sivil Toplum Örgütleri” (STÖ) veya orijinal adıyla “Non-Governmental Organisations” (NGO) hükümet ‘karşıtı’ değil, hükümet ‘dışı’ oluşumlardır. Bizde STÖ’lerin tamamı, yakın zamana kadar anarşist, militarist, hedonist, sosyalist bir azınlık tarafından rehin alındığı için hep “Karşıyız karşı, her şeye karşı!” veya “İstemezük!” politikasını kendilerine rehber edinmişlerdi. Neyse ki, son yıllarda bizim gibi ‘küskün tavşanların’ uyanması ile yapıcı eleştiri üreten, ‘üzüm yeme niyetlisi’ oda/dernek/sendikalar da ortaya çıkmaya başladı. Bizim meslek örgütümüz maalesef henüz bundan oldukça uzak; üzümler dallarında salkım saçak beklerken, TTB elinde sopa hala bağcının peşinde. Ama ne yapalım ki demokrasi böyle cilveli bir şey. Bizleri mevcut TTB yönetimi temsil ediyor ve oraya seçimle geldiler. Onlara ve icraatlarına karşı ancak meşru ölçüler içinde eleştiri hakkımızı kullanabiliriz. Demek ki Türkiye hekim camiası böyle ‘eli sopalı’* bir temsilciyi hak ediyor. Bunun böyle olmadığını düşünüyorsanız, tabip odalarına üye olun, aidatlarınızı ödeyin ve bir fark yaratın; Ben öyle yaptım.
Demek ki neymiş? “Haydi küskün tavşanlar sandık başına. Ferman TTB Merkez Konseyinin ise ovalar bizimdir.”
* Burada geçen ‘eli sopalı’ sözü teşbihten ibarettir; “teşbihte hata olmazmış!” Umarım bundan dolayı TTB Merkez Konseyi bir oda başkanını dava etmez.