Ey Yâr!
Sözün, sesin, nefesin, hicranın ve hüznün mânâya değdiği noktadayım!
Şehlâ nazarın kalbimi, yüreğimi, benliğimi, senliğimi ve ruhumu pişirdiği, yaktığı ve dağladığı demdeyim.
Dilin lâl, gönlün pür melal ve lisanın hâlâ sükût ettiği, kalbin ve canın sonsuza hasret, hararet ve iştiyakla meylettiği, sabırsızlandığı ve heyecanla can attığı yerdeyim.
Şebabet elden gitti de ben hâlâ elemin, kederin, hüznün ve kâkülü, perçemi ve zülfü amber kokulu Hicran’ın kara, kuru, hırçın, huysuz, hınzır ve hüzzam merkezindeyim.
Ey Yâr!
Yâr’in, lâlin, hâlin ve melâlin hakikat gölgesinde, müstecab nasipler ve iştiyaklı düşler ve ezelden ebede, hususiyet arz etmeyen sıradan hiçbir faniye asla nasip olmamış ve olmayacak pembe hülyalar ve Âlemi kıyama kaldıracak ihtiraslar arefesindeyim.
Söyle Ey Yâr!
Hüznümü, hicranımı, derdimi, ağrımı, acımı, sancımı, efkârımı, tasamı, gussamı, melalimi, yeisimi, kasvetimi, kahrımı, gamımı, kederimi, figanımı, firakımı, feryadımı, elemimi, inkıyamımı, ihtiramımı, ihtirasımı, iştiyakımı, istirhamımı, infialimi, iftikârımı, iftiharımı, inzivamı, itikâfımı, iltizamımı, intizarımı, inkisarımı, inzimamımı, ıstırabımı ve yürek yangınımı sana nasıl ve hangi lisanda ve halde arz etmeliyim?
İçimdeki “BEN”leri boşaltıp, hep “SEN” ile doldurdum.
İçinde “SEN” geçen cümleleri hem hatm hem hıfz, hem de hazm mı etmeliyim?
Hicranımı ve derdimi, dermanı olmadığının vukûfiyeti ile heybeme doldurup sırtıma yüklenerek namütenahi bir meçhule ya da tan ağarmadan, seherî teabbud ve teheccütte, ufuklar ötesi hiç dönülmez ve şafakların sökmediği diyarlara mı gitmeliyim?
Hasretini inatla, ısrarla, ikrarla, sebatla, sabırla, teakkulle, tezekkürle, teeddüble ve tefekkürle bertaraf mı etmeli yahut bu vuslatsız hasrete, şükrü, inzivayı ve tevekkülü mü öğretmeliyim?
Söyle Ey Yâr!
Seni nasıl bir feryâd ile yâd ve Yâr eylemeliyim?
Çok güçlü bir hafızanın bazen de çok güçlü bir ceza olduğunun bilinciyle, münzevi ve müftehir feryadımın, acıyı ve ıstırabı namütenahi surette bal eyleyeceği ve her erdem sahibini de muhatap makamında görmek umuduyla, “Dört Mefâîlün” veznindeki çiçeği burnunda, dumanı üstünde bir rubaimizle kendimize seslenelim!
Zira Medimagazin gazetemizin bir önceki sayısında yayımlanan “Ey Sen!” isimli makalemizden (https://www.medimagazin.com.tr/authors/ismail-hakki-aydIn/tr-ey-sen-72-87-4079.html) sonra, “Kûy-i Dilârâdan”, “Ey Yâr!” diye seslenmek vacip olmuştur.
ŞİKÂYET ETME EY BİRCİS!
Şikâyet etme ey Bircis, bu sevdânın nihânından.
Yeter artık, unut gitsin, şu Dünyânın figânından.
Bu dertten kurtulan yok ki, tabiplerden devâ bulsun!
Vefâ yoktur ne Hicran’dan, ne Hayyâm’ın Cihân’ından.