Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinde “tam bağımsızlık” vardır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin gelişme felsefesinde, bilimsel anlamda “sürekli devrim” vardır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet anlayışında, hukukun üstünlüğü felsefesinin şekillendirdiği “hukuk kurumu” olma misyonu vardır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasası, insan hak ve özgürlüklerini güvenceye bağlayan “temel hukuk” belgesidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin vizyonu, demokrasiyi tüm ilkeleriyle uygulama hedefine kilitlenmiş bir kararlılıkla sürekli gelişmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetimi yetki ve sorumluluğun paralel gittiği bir anlayışla yüklenilmesi gereken, etik bir durumdur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kimliğini, “Türk kavramını” bir ırk olarak algılamayıp, etnik olan kültürlerle birlikte kullanıp, yozlaşdırmadan, farklılıkların birlikteliğini yansıtan bir vizyonun fonksiyonu olarak içselleştirmek, her vatanseverin görevi olmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasası, insan haklarının evrenselliğine ters düşmesi durumunda değiştirilerek düzeltilmesi, her yönetimin “olmazsa olmaz” görevlerinden sayılmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticileri, yönetim gücüne sahip oldukları zaman, adaletsiz süreçlerin gelişmesine neden olan Anayasa maddelerini “güç” olarak kullanma “tarihi yanılgı” girdabına kapılırlarsa, hiçbir dünya görüşü onları affetmeyecektir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasasının başlangıç bölümünde “……laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı” görüşü vurgulanmakta, “inanç”la “sadakat”la yorumlanıp, uygulanması “emanet” kavramıyla bütünleştirilmektedir.
Anayasa’nın 2. maddesiyle laiklik, “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” olarak ifadelendirilen dört değiştirilemez kavramla bütünleşmiş ve evrensel bir nitelik kazanmıştır.
Anayasanın 14. maddesi “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz” ilkesiyle, hak kullanmayı başkasının hakkını gasp etmemek şartına bağlamıştır.
Anayasanın 174. maddesi, “Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunun çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılap kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz” diyerek, çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkmanın önündeki engelleri “inkılap kanunlarıyla” aşabileceğini ve inkılap kanunlarını da değiştirilemez laiklik ilkesiyle koruyabileceğini vurgulamaktadır.
Bizce yeni cumhurbaşkanı bu yazılanların felsefesini yaşam biçimine dönüştürürse
Türkiye çağ atlar.
Buna ihtiyacımız var.
Anayasanın 103. maddesine göre yapılan yemin “….. ve laik cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma” inançlı bir insanı da manevi yönden bağlayan bir felsefe taşıyor.
Verilen sözde durmak da ahlaki bir ilkedir.
Anayasa değişse bile ahlak ilkeleri değişmez.