Akşamları ne yapıyorsunuz? Durun, öyle kör gözüne misali, can alıcı şekilde sormayalım. -Dün akşam ne yaptın? Çoğumuzun cevabı, akşam falanca diziyi, açık oturumu veya maçı izledim, şeklindedir. Bir kısmımızda, akşam hangi mekânda yiyip içtiklerini, aman da ne güzel eğlendiklerini anlatırlar. Hem de bayıla bayıla. Akşamları geç yatmak, doğal olarak, sabah da geç kalkmak standart yaşam tarzıdır pek çoklarının.
Avanak kutusu var. İşte o kutu tam karşınızda, günlük oturduğumuz mekânlarda, hem de baş köşede. Bir tane yetmez, ikinci oturma odasında, üçüncü mutfakta olmazsa olmaz. Sabah kalktınız, emekli veya ev hanımı hiç değişmez. Yüzünüzü yıkadıktan sonra, elinizin ilk gittiği düğmedir, TV açma düğmesi. Çalışanlarda ise biraz farklı olabiliyor. Onların ilk dokundukları, çoklukla, bilgisayar ya da internet. İlk yapılması gereken günlük gelen mesajlara bakmak. Yahoo grubu, face book, olmadı tweeter, yaz yazabildiğin kadar, oku okuyabildiğin kadar. Fıkralar, bildik yazıların, power point görünümünde resim ve müzikle sunulmuş görüntüleri. Boş zamanlarda, yine TV, müzik, olmadı bilgisayar oyunları. Gazeteler bile internetten okunuyor. Seç seçebildiğin kadar. İzle izleyebildiğin kadar.
-Sizde, Digitürk, ya da D smart var mı, çanak anteniniz de mi yok? -Yok, biz kabloludan izliyoruz. Sabahları akşamdan izlenilen maçın ya da dizilerin kritikleri.
İşin doğrusu, bir toplum ancak bu kadar uyutulabilir. Uyu yavrum uyu. Uyutayım seni, ninnilerle büyüteyim seni. Bolca büyüklere masallar. Yıkanan, yeniden yapılandırılan, formatlanan beyinler.
Ülkemizde, kimse çalışmıyor mu? Elbette çalışanlarımız da var. Sınavlara hazırlanan öğrencilerimiz var. Onlar, habire, servis, okul, dersane, üçgeninde. Akşamları ise soluklanmadan çalışıyorlar. Doçentliğe hazırlananlarımız var. Bir de onlar çalışıyor. Araştırmaları yapanlar, yayınlanacak makaleleri hazırlayanlar çoğunlukla onlar. Geceleri, çalışanlar yine onlar. Gayret, taze bilgi, gelişmeleri takip hep onlarda.
Geri kalan koca bir ülke, deyim yerinde ise tek kelime ile ‘YATIYOR’. Gençler, kendilerine önerilen işlere çoklukla burun kıvırıyor. İşe girenler, girdiğinin daha birinci ayında daha kolay iş bulma ya da kaytarma peşinde. Yabancı uyruklular kaçak da olsalar, neden bu kadar kolay iş bulabiliyorlar. Hani işsizlik şu kadar boyutta idi. İş yok orası doğru. Ancak iş bulunduğunda, tenezzül edip çalışanı bulmak da, bir o kadar zor.
Lay lay lom, işte ülkemizden manzaralar. Akşamları görsel medyada defalarca gösterilen magazin haberleri, kim kiminle, nerede görülmüş, nasıl giyinmiş, nerelerde alışveriş etmiş. Haydi biz de gidip aynısından alalım. Haydi biz de aynı mekânlarda eğlenelim diyenler. Bir yerlerde insanlar, her gün vur patlasın eğleniyor. Bir yerlerde, her gün vurulup yok olan gencecik bedenler toprağa veriliyor.
Günün yirmi dört saati, TV kanallarında, durmaksızın insanı uyutan programların dışında, gerçek bir dünya olduğunu bir öğrenebilsek. AVM’ler de, çul çaput satan dükkanlarda harcadığımız zamanın azıcığını da kitapçılarda geçirebilsek, belki birkaç kitap alıp okuyabilsek.
Haydi biraz da iğneyi meslektaşlarımıza batıralım. Yüzde kaçımız kendini geliştirmek için meslek içi kurslara, kongrelere, sempozyumlara katılıyor? Cerrahi ve girişimsel tıpta devamlı yenilikler oluyor, yeni cihazlar geliştiriliyor. Kaçımız yeni teknikleri öğrenmek için çaba gösteriyor? Okuduğunuz mesleki kitapların en yenisi hangi yılda basılmış? Ulusal kongrelerin dışında, sadece gidilen il ve civarı için yerel meslek içi eğitim toplantıları yapıyoruz. Katılım yok denecek kadar az sayıda. Toplantı salonunun karşısında, muayenehanesinde hasta bakmaya devam ediyor meslektaşımız.