Yerel seçimler yapıldı, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) diğer partileri geride bırakarak ülke genelinde birinci parti oldu. Ülkenin en eğitimli, en üretken, en etkin illerinde artık yerel yönetim CHP’ye emanettir. Bir sıçrama niteliğinde olan seçim sonuçları her kesimde yorumlanıyor, o halde biz de iki kelam edelim.
İkinci Dünya Savaşı’nın galiplerinden olan İngilizlerin savaş zamanı önderi Winston Churchill ve partisi 1945 yılında yapılan seçimlerde şaşırtıcı bir sonuçla İşçi Partisi’nin gerisinde kaldı. O tarihte, İşçi Partisi lideri Clement Attlee 62 yaşında, Churchill ise 71 yaşında idi. Oradan devam edelim, 1979 seçimlerini kazanan ve uzun yıllar Başbakanlık yapacak olan Margaret Thatcher ana rakibi James Callaghan’dan 13 yaş küçüktü. Ülkemizden bir örnek, 1950 yılında yapılan seçimlerde Adnan Menderes’in başında olduğu Demokrat Parti iktidara geldi. O tarihte Adnan Menderes 51 yaşında, Cumhuriyetin kurucu önderlerinden İsmet Paşa ise 66 yaşındaydı. 1960 kesintisi sonrası yapılan 1965 genel seçimlerinde eski Demokrat Parti’nin oy tabanı üzerinde yükselen Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel Başbakanlığa geldi. Merkez sağ ile merkez sol arasında yaş farkı daha da açılmıştı; Demirel 41 yaşında, İsmet Paşa 81 yaşındaydı. Seçimi hangisi kazanabilirdi acaba?
CHP yaş açığını ancak 1970li yıllarda Bülent Ecevit’in genel başkan olmasıyla kapatabildi ve iktidarı tamamen olmasa da bir ucundan yakalamayı başardı. 1973 ve 1977 seçimlerinde Bülent Ecevit liderliğinde CHP, Ecevit’ten 1 yaş daha büyük Süleyman Demirel’in başında bulunduğu Adalet Partisi’ne karşı daha yüksek oy oranlarına ulaştı. 1980 darbesi sonrası sonrası yapılan ilk genel seçimlerde seçime katılma izni çıkan partilerin liderleri arasında yaşı en genç olan Turgut Özal başarıyı yakaladı. Oldukça ilginç! 2000’li yıllarda artık 70li yaşlarında olan Bülent Ecevit hastalıklarla boğuşuyor olmasına karşın koltuktan ayrılamayan yorgun bir siyasetçi görünümü vermekteydi ve 2002 genel seçiminde tarihi bir yenilgi aldı. Kendisinden görevi devralan AKP o günden bugüne iktidardadır. Kendi tabanının yaşı ileri liderliğine karşı yenilikçiler hareketi olarak yürüyüşe başlayan AKP’nin aynı söylemle liderlik bocalaması yaşayan hükümet partisine karşı üstünlük sağlaması hiç şaşırtıcı olmamıştı.
Bütün bunları yazarken içime bir kurt düştü ve açık kaynak verilerini kullandığım bir araştırma gerçekleştirdim. 1950 ve sonrasında yapılan genel seçimlerde birinci ve ikinci gelen partilerin oy oranlarını ve liderlerinin seçim tarihlerindeki yaşlarını içeren bir veritabanı oluşturdum ve çözümleme yaptım. Benzer bir inceleme yapılmış mıdır, ben göremedim; işi hiç yapılmamış gibi ele aldım. Gelelim sonuçlara! Öncelikle vurgulamak gerekir ki, 1950 ve sonrasında yapılan 19 genel seçimin 15’inde lideri daha genç olan parti birinci gelmiş ki, sonuç çok yüksek derecede anlamlıdır (P=0.0007), yani tesadüf oranı çok düşüktür. Kalan 4 seçimde ise (1961, 1991, 1995, 1999) yaşı ileri adayın tek başına çoğunluk sağlayamadığını, ikinci gelen adayla aradaki oy farkının az olduğunu ve koalisyon zorunluluğunun ortaya çıktığını görüyoruz. Bu yıllar aynı zamanda askeri ara dönemler sonrası taşların yerine oturmakta olduğu geçiş süreçleridir ve siyasette bölünmüşlük manzarası vardır. Diğer önemli bulguya gelince, CHP ve türevi partilerin liderlerinin seçim tarihlerindeki yaş ortalaması 68.43 ± 9.68 (n=16) olarak hesaplanırken Karşıt partilerin lider yaş ortalamasının ise 55.55 ± 8.60 (n=20) olduğu anlaşılıyor. İki ortalama arasındaki fark istatistiksel olarak çok kuvvetli derecede anlamlı idi (P=0.0002). 1955-2015 döneminde erkeklerde ortalama yaşam süresinin 61.02 yıl olduğunu da unutmayalım (1). Devam ediyoruz; partilerin oy oranları ile liderin yaşı arasında bir ters bağıntı bulunmaktaydı (R=-0.339; P=.03734; P<0.05). CHP ve türevi partiler yaşı ilerlemiş adaylarla genel seçimlere giriyor ve liderin yaşı arttıkça aldığı oy azalıyor. Buna karşın, liderin yaşı düştükçe oy oranı artıyor. Çok partili dönem oylarında işte böyle bir ters bağıntı oluşmuş! Şunu anlıyoruz, Türk toplumu seçim sonucunu etkileyecek oranda, yaşlıların yönetimde olduğu düzen anlamına gelen Gerontokrasi’den (2) hoşlanmıyor ve çok uzun zamandır sandıkta seçenekleri kısıtlanmış durumdadır.
Veriler ve bulgular böyle iken, aynı davranış alışkanlığı ile bir partinin farklı sonuç alması olası görünmemektedir. Kanımızca, ülkenin sorunlarının çok ağırlaştığı bir dönemde CHP’nin yerel seçimlerden birinci parti olarak çıkması, partinin tepe yönetiminin değişip gençleşmesi ve topluma umut vermesiyle mümkün olmuştur. Toplumun da bu sıçramaya hazır olduğu, esasen bir fırsat ve figür beklemekte olduğu açıktır. Sürekli sonucu belli seçimlerle ülke genelinde cumhuriyetçi tabanda oluşturulmaya çalışılan öğrenilmiş çaresizlik duygusu aşılmış ve ülkenin kurucu partisi, baba ocağı CHP yeniden umut haline gelmiştir. Üzerine titrenmesi gereken, bu umudu korumak ve 1970’lerde yaşanan olumsuz örnekten anımsadığımız gibi boşa çıkarmamaktır. Örneğin, yukarda andığımız Margaret Thatcher hem bunu sağladı, hem de Kraliçe karşısında dengeli ve eşit bir duruş sergileyerek saygınlığını kalıcı hale getirdi.
Son yerel seçim öncesinde CHP yönetiminde yaşanan gençleşme siyasal rakipler için de davranışsal model olmuş, AKP tabanına hitap eden Fatih Erbakan bir genç hareket lideri olarak kayda değer bir çıkış yapmıştır. Geçmişte, yaşı ilerlemiş baba Necmeddin Erbakan da, daha genç AKP kurucuları tarafından “yenilikçilik” zemininde başlatılan güç mücadelesinde geride bırakılmıştı. Şimdi aynı örüntünün dinamikleri yeniden sahnede, ne kadar ilginç!
Olguların tanımı yanlış yapılırsa önerilecek çözümler de yanlış olacaktır. Leo Tolstoy’un iyi bilinen sözüdür, “Herkes dünyayı değiştirmek istiyor, ama kimse kendisini değiştirmek istemiyor.” Bu özlü sözü CHP için uyarlarsak, çok uzun zamandır pek çoklarının CHP’nin temel düşüncesini değiştirmek istediğini, ancak kimsenin kendisini değiştirmek istemediğini söyleyebiliriz. Düşünsel yetkisi tartışmalı “danışman” ve “uzmanlar” partiyi yeniden biçimlendirmek için vuruşlarını hiç eksik etmediler. Sağ revizyonist politikalar, sözüm ona demokratik sol kopmalar ve laikliği aşındıran tutumlar bunların arasında sayılabilir. Bu arayışların somut bir getirisinin olmadığı ortadadır. Temel parti düşüncesini değiştirmeye, biraz da kadronun değişmesi gereğini zihinlerden uzak tuttuğu için alkış tutulması olasıdır.
Erik Erikson (1902-1994) tarafından tanımlanan Psikososyal Gelişim Kuramı insan yaşamının bebeklikten yaşlılığa 8 evrede geçirildiğini ve her evreye ait özgün çatışma, sorun ve kazanımlar olduğunu ileri süren bir yaklaşımdır (3). Bebeklik, ilk çocukluk, okul öncesi dönem, okul çağı, ergenlik, genç yetişkinlik, tam yetişkinlik ve ileri yaş dönemleri ile yaşamın akışı şekillenir. Bunlardan 45-65 yaş arasını, yani orta yaşı kapsayan Tam Yetişkinlik döneminde birey üretkenlik ve yaratıcılık yoluyla aile ve topluma katkılarını sunar, gelecek neslin yetişmesini sağlar. Çocuklar ve gençler için ne yaptım, ne yapabilirim gibi sorumluluk duygusunu yansıtan arayışlar öne çıkar. İş ve aile yaşamı en yoğun dönemindedir. Döneme ait gelişimsel aksama durgunluk, ret ve küskünlük olarak kendini gösterir. Bir sonraki evre, İleri Yaş dönemidir ki, 65 yaş sonrasını açıklar. Bu dönemde bedensel ve zihinsel becerilerde gerileme yaşanacaktır. Birey, etkin çalışma sürecini yavaşlatır, artık yetişmiş genç kuşaklara rehber olur, yaşamın geniş yürekli bir muhasebesini yapar. Benlik bütünlüğü ve bilgelik ulaşılan temel kazanımlar olarak ortaya çıkar. Öte yanda umutsuzluk ve çaresizlik bu dönemde karşılaşılacak sorunlar olarak kendini gösterir. Erikson’un tanımladığı bütün evrelerde geçmiş evrelerden aktarılan çözümsüz sorunların yeniden baş göstermesi söz konusu olabilir. Erken yaşlarda ileri yaşların tutumlarını göstermek kadar, ileri yaşta gençliğe yakışan hareketler yapmak bir aksaklık olduğunu akla getirir.
Gelelim konumuza… Anlaşılıyor ki, ülke yönetimi gibi yüksek bedensel ve zihinsel eylemlilik gerektiren yaşlara Tam Yetişkinlik döneminde sahip olunmaktadır. Bu dönemde gerekli bilgi, birikim ve deneyim en üst düzeydedir. Değiştirilen Parlamenter sistemde, başbakanlık ve bakanlık için en uygun yılların bu dönemin akışında kullanıldığı açıktır. Buna karşın bütün yurttaşları kucaklama, yönlendirme, sağduyu ve bilgelik gibi Cumhurbaşkanına yakışan özellikler bu görevin en iyi İleri yaş döneminde yerine getirileceğini düşündürmektedir. Örneğin Süleyman Demirel, tam bu akış içinde görev yapmıştır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde ise her iki görevin birleştirilmesi yaşamın akışıyla uyumlu olmayabilecek sakıncalar barındırmaktadır. İleri yaşlarda başbakan eylemliliği göstermek kadar, daha erken yaşlarda cumhurbaşkanı gibi eylemlilik içinde olmak da kolay görünmemektedir.
Yukarda sunduğumuz istatistiksel çözümlemelere göre, CHP’nin genel seçimlerde halkın tercihine sunduğu liderlerin yaş ortalamasının (68.43 ± 9.68) İleri Yaş döneminde olması, buna karşın rakip liderlerin yaş ortalamasının (55.55 ± 8.60) Tam Yetişkinlik döneminde olması seçim sonuçlarını temelden etkileyen bir örüntüdür. Sosyal ve siyasal olayların diğer bütün bileşenleri göz önüne alınarak yeni değerlendirme ve incelemeler gereklidir. Anayasal halk oylaması gibi süreçlerde aynı yönetim örüntüsü ile benzer sonuçlar alındığı için sorunun kapsamı Anayasal düzeni de ilgilendirmektedir. Yaşamın akışıyla inatlaşılamaz. Siyasetçilere düşen, geçmiş birikimi bilimsel olarak incelemek, farkında olmak ve önleyici davranış geliştirmektir. Özellikle, ülke yaşamı ve geleceği için büyük önem taşıyan kitle partilerinin hiç kimsenin ikbal arayışının arenası olmaması gerektiğini kabul etmek gerekir. Türkiye Cumhuriyeti ilan edildiğinde daha 42 yaşında, yani bir devlet adamı için çok genç bir yaşta olan tartışmasız Önderimiz Atatürk’ün bir sözü ile bitirelim: -Bütün ümidim gençliktedir!
KAYNAKÇA
1- Bilir, N. (2004). Yaşlanan toplum. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı ABD, 1, 1-6.
2- Gerontokrasi – Vikipedi (wikipedia.org)
3- Erik H. Erikson. (1995). Childhood and Society. Vintage, London.