Liyakata dayalı toplumların ortaya çıkması, modernliği yaratan gelişmelerle mümkün oldu. Her ne kadar liyakat, tarihsel olarak daha geçmişe götürülebilecek bir hikayeye sahip olsa da, onun toplumların işleyişinde temel bir unsur haline gelmesi modern dönemde gerçekleşti. Hem ekonomik, hem kültürel, hem de siyasal modernleşme ile birlikte liyakata dayalı toplumların ortaya çıktığı vakadır. Sözü edilen üç modernliğin gelişiyle birlikte ancak modern toplumdan söz etmemiz mümkün olduğuna göre, liyakatın toplumsal işleyişte temel bir unsur haline gelişini ancak bu çerçevede anlayabiliriz. Diğer bir ifadeyle, liyakat ilkesinin insanların yaşamlarında yerleşiklik kazanması, belirli bir toplum türünün ortaya çıkmasıyla paralel olarak gerçekleşti.
Liyakatın Temelleri
Ekonomik modernliği getiren sanayileşme süreci uzmanlaşmayı gerektirdiği için, toplumsal hareketliliği hayata geçirerek sözünü ettiğimiz toplum türünün doğmasında özellikle etkili oldu. Eğitime, yeteneğe, deneyime, başarıya endeksli bir tabakalaşma sisteminin devreye girmesi, insanların -en azından bir bölümünün- meslek seçimlerinde kendi tercihleri ve yetenekleri doğrultusunda hareket etmelerini sağladı. Bir önceki geleneksel toplum yapısındaki verili statüler çözülmeye ve eğitimle, yetenekle, çalışmayla, başarıyla kazanılan statüler güçlenmeye başladı. Bu ilerleme eşitlik açısından büyük kazanımlar getirdi; çünkü toplumsal hareketliliğin özellikle eğitime dayanması, eğitimde “fırsat eşitliği” gibi son derece ileri bir uygulamayı hayata soktu. Sonuç olarak da bu ilerleme toplumun liyakat ilkesiyle tanışmasını sağladı. Hem toplumsal hareketlilik hem de liyakat, modern toplumun gelişiminde önemli işlevlere sahip oldu. Öyle ki üyesi olduğu ailenin, topluluğun veya grubun değil ama kendi aldığı eğitimin, becerisinin, başarısının bireyin konumunu ve statüsünü belirlediği bu yenilik modern toplumun elbette önemli temellerinden birini oluşturdu.
Kültürel modernlik ise liyakatın işlemediği hiyerarşik topluluk yapılanmalarının çözülmesini sağlayarak liyakate dayalı toplumların gelişiminde temel roller oynadı. Toplumsal tabakalaşma sisteminin geleneksel, dinsel liderlikle sıkı ilişki içinde olduğu toplulukların çözülmesi muhakkak bireyleşmeyle aşılabilirdi. Kültürel modernliğin üzerine yaslandığı temel süreç olan sekülerleşme, hem dinin bireyselleşmesi hem de diğer toplumsal eylem sahalarından özerkleşmesi / farklılaşması yönünde değişim yaratarak esasında liyakata dayalı toplumların yükselişinde birincil bir rol oynadı. Tabakalaşmanın mezhebe, tarikata veya cemaate dayalı modelinin kırılarak eğitim, beceri, başarı ve deneyime dayalı modeline geçişte kültürel modernleşmenin mihenktaşı sekülerleşme kuşkusuz başat ve vazgeçilmez temeli oluşturdu.
Siyasal modernlik, demokrasi projesi üzerine kurulduğundan toplumsal tabakalaşma sistemi açısından mutlak bir eşitliği olmasa da adaleti sağlamak zorunluluğuyla hareket ederek liyakate dayalı toplumların oluşumunda merkezi bir konum üstlendi. İnsanların istihdamda, çalışma yaşamında, eğitimde eşit ilkelere ve kurallara dayalı olarak pozisyon almaları elbette hukukun üstünlüğüne dayalı demokrasiyle mümkün hale geldi. Sınavların eşitlik ve tarafsızlık ilkelerine dayanması ve sadece başarıya endeksli sonuçların takdir edilmesi zorunluluğu, insanların tabakalaşma sistemindeki pozisyonlarını almalarında hangi aileden, siyasal anlayıştan, tarikattan veya toplumsal gruptan geldiklerinin önemsizleştirilmesi anlamına gelmektedir. Bu elbette adaletin işlemesini ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokrasiyi gereksinmektedir.
Liyakatsizlik: Ortalamanın pohpohlanması
Demek ki liyakat ekonomik, kültürel, siyasal ve neticede toplumsal koşullara işaret edilmeden konuşulabilecek bir usul veya nitelik değildir. Bu koşulların sağlanmadığı toplumlarda liyakat ancak göstermelik bir prosedürdür ve bu tür toplumlarda liyakatın işlediği iddiası sadece bir lafazanlıktır. Liyakatten söz etmek, siyasal, ekonomik ve kültürel modernliklerden söz etmektir ki, bu modernlikler neticede modern toplumun sarsılmaz temellerini oluşturmaktadır. Aksi durumda, işin ehli olmayanların salt siyasal anlayışları, dinsel mensubiyetleri, cemaat / topluluk üyelikleri gibi bireysel başarıyı, yeteneği, eğitimi, yeterliliği saf dışı bırakan sebeplerle önemli pozisyonların sahibi olmaları kaçınılmazdır.
Bu tür toplumlarda, yani liyakatın yaşamın ayrılmaz temeli olmayan toplumlarda zorunlu olarak liyakat sahiplerinin, başarılarıyla hak ettikleri pozisyonlarda bulunanların ehliyete sahip olmayanlarla aynı seviyeye gerilemesi için bir tür “ortalamanın pohpohlanması” süreci başlar. Bu sürecin karşısında duranlar da muhakkak nasibini alır: Liyakata, başarıya, beceriye, deneyime öncelik verenler – ki azınlıktadırlar – değişik biçimlerde elbette cezalarını alırlar! Kendilerinden çok daha az deneyimli, çok daha az başarılı, çok daha az becerili, çok daha az ehliyetli şahısların bin bir türlü haksızlıklarına maruz kalırlar ve en sonunda ya pes edip ortalamaya dahil olurlar ya da başlarına gelmedik şey kalmaz.
Ancak sonuç olarak, bütün toplum bu sürecin yani liyakatsizliğin ve ortalamanın pohpohlanmasının getirdiği büyük zararlarla ve hasarlarla baş başa kalır. Kurumlar kendini yönetemez hale gelir; doğru düzgün sınavlar yani şaibesiz sınavlar yapılamaz, insanların hem birbirlerine hem de sisteme güveni sarsılır, eğitimin işlevsiz kalışına tanık olunur, daha iyinin mümkün olmadığı şeklindeki bir motivasyonsuzluk krizi baş gösterir… Kısacası liyakat salt bir sözcükten ibaret değildir; ete kana bürünmesi yani ekonomik, siyasal, kültürel ve toplumsal temellerinin sağlamlaştırılması gereklidir.