İnsan, bilincinin izin verdiği ölçüde bilir. Bilinç geliştikçe ve genişledikçe öze yaklaşılır; algı, düşünce, davranış ve duygular değişir. Bugün “bil”diklerimiz ve doğru kabul ettiklerimiz farkındalıklarımızla şekillenir. İnsan bilinci yapılandırılabilir, iç ve dış uyarılardan etkilenir. Bilim dünyasında epigenetik, eski metinlerde ise akaşik kayıt denen bir temel üzerine kurulur.
Her birey eşsizdir ve bütünün önemli bir parçasıdır. Herkesin kendine özgü bir yeteneği, zekâ parıltısı, iyi olduğu bir alan bulunmaktadır. Önemli olan, küçük yaştan itibaren bu potansiyelin farkına varıp onu ortaya çıkarabilmek ve geliştirebilmektir. Yıkıcı rekabet, yarış, en üstün olma kaygısı “yokluk bilinci”nden kaynaklanan, kişilere yetersizlik duygusu aşılayıp daha çok çalışmasını ve zaten az olan kaynaktan en çok payı alması gerektiğini dikte eden, birbiri ile bağlantılı iki kavramdır. Bunun tam tersi bir önerme ile yola çıkalım. Tüm yaşayan canlılar için “bolluk” varsa ve eşsiz potansiyeline göre emeğini ortaya koyan herkes bu bolluğa ulaşabilse, rekabete gerek olur muydu? Elbette hayır, bu durumda “bir”lik olurdu. Rekabeti bize dayatan dış kaynakların ideolojisini ve bu bilinci öylesine benimsedik ki, çocukları bile küçük yaşlardan itibaren kıyaslayıp rekabet ortamına atar hale geldik. Bu bilinçle yetişen birey o kadar yıkıcı bir rakip oluyor ki, istediği mevki, başarı, para ya da güç kaynağı olarak gördüğü her ne ise ona ulaşmak için insani değer ya da ahlaki kuralların hepsini bir kenara bırakabiliyor. İş liyakate gelince ise “işte hak eden benim”, “bir şekilde en çok olanı ben yaptım, nasıl yaptığım önemli değil”, “ama bak! Benim birinci, benim hakkım” diye iddiada bulunabiliyor. Bu durumda amaca ulaşmak için her yol mubah olabiliyor.
Rekabet daha iyiye ulaşmak için bir araç olabilir ancak yıkıcı ve değer tanımaz olmamalı. Bir topluma, çocuklara önce değerler sistemi aşılanmalı. Çünkü değer tanımaz, sevgi yerine koyduğu güce ulaşmak için her şeyi yapmaya hazır insanlar dünyayı yaşanmaz hale getiriyor. Neden bahsettiğimi daha net anlamak için bugün içinde bulunduğumuz duruma bakmak yeterli. Hepsinin altında bilinci belli ideolojilerle yıkanmış ya da güce tapmış, zavallı, sevgi yoksunu çocuklar vardır. Sahnelenen oyunda insanlık, dijital ve yarı-robot hale getirilip kontrol altında tutulmaya çalışılırken, yönetmen koltuğunda oturanları iyi analiz etmek, toplumsal ve insani değerlerimize her zamankinden daha fazla sahip çıkmak gerektiğini düşünüyorum.