2015 yılında “Emanet Ahlakı: Türk Ahlâk Felsefesine Giriş” başlığı altında bir kitabım yayınlandı. Kitabımda, bin yıldan daha uzun bir süredir İslam ile özdeşleşen Türklüğün birlik esasında birlikteliğe uzanan hayat felsefesini ve ahlâkını, ilkçağlardan alarak Batı düşüncesini oluşturan düşünüşe alternatif bir okuyuşla temellendirmeyi denedim. Burada, ilk etapta kapalı görünen yukardaki ifademi şerh etmeyeceğim. Zira bu yazının konusu emanet ahlakı değildir. Ancak emanet, adalet, hak, ehliyet ve liyakat ile yakın ilişkili olan bir kavramdır.
Türklüğün kuvveti, geçmişindeki müktesebatından gelir. Elbette insanı vezir eden de rezil eden de hayatı yaşayışı ve yönetişidir. Sual şudur: Yakın tarihlere kadar cihana vezir olan Türkler –isteyen bu ifadeyi Müslümanlar diye anlayabilir- bugün niçin rezil durumdadır? Her bilim dalı içine düşülen olumsuzluğun nedenleri üzerine kendi nokta-i nazarlarından bir dizi açıklamalar getirecektir. Burada bunları tartışacak değiliz. Biz biraz felsefece, bütün bilim dallarının itiraz etmeyecekleri bir ana saikın peşindeyiz. Bizleri güçten düşüren, kaybettiren ve günümüz Türkiye’sini de çöküşe doğru sürükleyen temel saik ne olabilir?
Karmaşık ve zor görünen bazı soruların cevabı, bazen çok basit ve sade olabilir. Anamın çokça dillendirdiği bir deyiş var: “İnsanı vezir eden de rezil eden de kendisidir.” Bu atasözü bazen şöyle de dile gelir: “İnsan kendisine yaptığı kötülüğü bir başkasına yapmaz.” Evet, Türkiye’yi yekvücut bir insan gibi düşünürsek, Türkiye en büyük kötülüğü kendine yapmakta, bu nedenle de vezirlikten geçtik rezillik diz boyuna çıkmıştır.
Kabul etsek de etmesek de artık, günümüz Türkiye’sinin içine düşürüldüğü endişe verici durumun arkasında yatan etkin saiklerden en belirgini liyakatsizliktir.
Son zamanlarda, Türkiye’nin neredeyse bütün kurumlarında liyakatsiz kimseler yetkili ve etkin olmaya başlamış görünmektedir. Ahvâlin böyle olduğunun en açık delili, Türkiye’de yaşananlardır. Ekonomi çökmüştür. Eğitim kurumları etkisizdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri sarsıntıdadır.
Siyaset, karşılaşılan sorunlara herhangi bir çözüm getirememektedir.
İnsanlar korkmaktadır. Her kafadan bir ses çıkmaktadır. Kimse kimseyi dinlememektedir. Ahlaksızlık, hileli yönlendirme, aşağılama almış başını gitmiş durumdadır. Bazı güç odakları ali kıran baş kesen olmuştur…
Türk milleti ne olup bittiğini gerçekten anlayamaz hâldedir. Ekranlar, basın yayın tatlı dile, güler yüze hasrettir. Artık bu ülkede veya dünyada hiç güzel, gülümseten, düşündüren bir olay yok gibidir.
Liyakat, sözlükte “yararlık, layık olma, değerlilik, fazilet, hüner” anlamlarına gelen bir kelimedir. Terim olarak ise felsefî bir temellendirme ile izah edilebilir. Adalet, hak, hakikat, emanet ve ehliyet terimleri ile yakın ilişki içerisindedir. Mesela Büyük Türk filozofu Farabi, adalet anlayışı esasında bir tür hak ile liyakati hem evrenin hem de insani işlerin merkezine yerleştirir. Evrenin işleyişini şimdilik bir tarafa bırakarak insani işler ile ilişkilerin düzenlenmesinde liyakat meselesi savsaklanırsa adalet tahakkuk etmez. Hak ihlal edilir. Hak etme, temel ilkedir. Hak edilenden pay alıp verme ise liyakate göredir.
Farabi ne demeye çalışmaktadır?
Bir toplumda insanlar hak ile liyakatin dışında ne hileli yollar aramalı ne de bir talepte bulunmalıdır. Çünkü bir toplumda hak-liyakat-pay dengesi bozulduğunda adaletsizlik o toplumda hemen baş gösterir. Bir toplumda liyakati olmayanlara birileri tarafından pay dağıtılıyorsa, o toplum zihin sağlığını kaybetmeye başlamış demektir. Liyakatsizce ve liyakatsizliğe doğru atılan her adım, toplumu ve o toplumun fertlerini korkunç bir şekilde çürütür.
Türkiye toplumunun içten içe çürümesinin sebebini, Farabi’nin teorisinden hareketle idrak etmek mümkün görünmektedir. Bir toplumda adaletin kantarı arızalanmışsa liyakat hususunda bir sorun var demektir.
4 yorum
Çok doğru yorumlarla, yazınızı gayet açıkve net şekilde özetlemişsiniz. Teşekkürler.
Ben Teşekkür ederim.
“Büyük Türk filozofu Farabi, adalet anlayışı esasında bir tür hak ile liyakati hem evrenin hem de insani işlerin merkezine yerleştirir. ” Farabi doğru tespit etmiş.
Ancak biz ahali olarak; “adalet anlayışı esasında bir tür hak ile liyakat” esasına göre işleyen bir sistem istemiyoruz ki…Oğlumuza, kızımıza en yüksek ücreti veya aylığı alabileceği bir iş vermesini istiyoruz siyaset kurumundan. Bileşik kaplar teorisi. Seçmeni bu anlayışta olan siyasetçi ne yapsın?
Öncelikle biz düzelmeliyiz.
Önce ben düzelmeliyim…
Var mısınız?
Var mıyım?
Haklısın. At sahibine göre kişner. Lakin kit at kim sahip karıştı artık. Hepimiz aynı yolun yolcusuyuz. Türkiye kırılma aşamasındadır. Bu bir fetret devri. Ya çökecek. Ya küllerinden yeniden doğacak. Bu bir şekilde her birimizin sorumluluğu altında. Ben kendimden sorumluyum. Lakin bir de daha büyük sorumlulukları olanlar var. Onların yaptıkları yanlış ve ihmal hepimizi yakıyor.