İnsanları hayatlarında en çok etkileyen sıfat nedir, diye sorarsanız ben hemen “liyakat” diyeceğim. Hal böyle olunca da liyakati bir defa da biz irdeleyelim dedik.
En kısa ve kapsamlı anlamıyla liyakat = yeterlilik diyebiliriz. Bir kişiyi, mesleki kalitesini ve pozisyonunu tarif ederken kullanılan bir kelime olan liyakat için, “sorumluluğunun tam manasıyla bilincinde olan ve işini hakkıyla yapan kişi” diyebiliriz. Bunu hayatımızdaki her duruma entegre edebiliriz. Örneğin; evde, işte, annelikte, babalıkta, öğrencilikte, doktorlukta, velhasıl sorumluluk gerektiren her durumda ve her türlü yöneticilikte aranan bir vasıftır. Belki de dünyada, dost / düşman herkesin hemfikir olduğu ve birlikte olmak istediği kişilerde aradığı iki özelliğin ahlak ve liyakat olduğunu düşünüyorum. Aslında bu iki tanımın birbirini tamamladığını ve birbirine yakıştığını da düşünüyorum.
Üst yöneticilerin ekiplerini kurarken liyakatli kişileri arayıp bulmaları gerekecektir. Liyakatli kişileri arayıp bulmak ve işe davet etmek yöneticilerin sorumluluğundadır. İyileri tenzih ederim; çekirge gibi sıçrayarak ya da kırkayak gibi kendisini farklı şekillere sokarak yönetimsel pozisyonlar yakalayan kifayetsiz muhterisler bu devirde ortalıkta çok fazla dolaşıyor. Şimdilerde öyle vakalara şahit oluyoruz ki, Duninng-Kruger sendromunda tarif edilen kişilere taş çıkaracak yöneticiler görüyorum ve hala daha ortalıkta dolaşıyorlar. Doğrusu üst yöneticilerin de işi zor. İnsanı tanımanın her şeye rağmen çok zor olduğunu kabul ediyorum. Ancak, “Fırat kenarında bir oğlak kaybolsa (yahut bir kurt bir koyunu kapsa) korkarım ki kıyamet gününde onun bile hesabı Ömer’den sorulur!” diyen Hz. Ömer misali, üst yöneticiler, yapılan ve yapıl(a)mayan her şeyden sorumludur. Türkiye’de genellikle yaptıklarından hesaba çekilir yöneticiler. Halbuki yapılması gerekenleri yapmamanın vebali ve sorumluluğu çok daha hayati olabilir. Denetleme ve kontrol mekanizmasının eksikliğine bağlı yaşadığımız felaketler buna en güzel örnektir. Atanan kadar, atanan ve referans olan da sorumluluk hissetmeli ve gereğini yapmalıdır.
Üniversiteler liyakat sahibi kişilerle dolu olması gereken yerlerdir. Peki, öyle mi? İstisnalar olmakla beraber üniversiteler maalesef “ekmek kapısı” olarak görülüyor. Her ilde bir üniversite açılması çok ulvi duygularla ve devletimizin büyük fedakarlıklarıyla hayata geçirilmiş bir projedir. Ama gelin görün ki, atanan kişilerin ürettiklerine bakarsanız ne demek istediğim anlaşılacaktır. Pek çok yerde yüksek (!) öğretmen okullarından öteye gitmeyen bir eğitim seviyesi ve anlayışı vardır. Kadro alan bir kişi isterse çalışıyor, istemezse çalışmıyor / üretmiyor. Kişileri motive etmesi gereken sosyal sorumluluk bilincimizin ve kültürel birikimlerimizin yetersiz olduğunu düşünüyorum. Ürettiğimiz yayınlar ve aldığımız patent sayıları liyakatimizin bir göstergesidir. TÜRKPATENT verilerine göre, 2018 yılında ülkemizden 7.349 patent başvurusu yapılırken, yabancı firmalar 11.155 patent başvurusu yapmıştır. 2019 yılında durum biraz daha düzelmiş olmakla beraber, ülkemizde Türk Patent Enstitüsü (TPE)’ne en fazla patent başvurusu yapan ilk 50 kurum arasında 22 üniversitemiz var. Dünyada (2018) ise ülkemiz 50 ülke arasında 23. durumda. Bertelsmann Foundation (Almanya) tarafından yapılan bir araştırmada, ABD en fazla patent sayısına sahip ülke olarak belirtilirken Çin ise en fazla patente sahip ilk üç ülke arasında yer aldı.
Geleceğin teknolojisi (batarya, enerji tasarrufu, hassas tarım, 5G, nesnelerin interneti, sağlık, güvenlik, akıllı şehirler, akıllı şebeke, akılı ev, big data, block chain, bulut bilişim, yapay zeka vs.) olarak kabul edilen 58 alandaki çalışmanın 50’sinin Amerika Birleşik Devletleri tarafından geliştirilmekte olduğunu söylersem durumun vahameti anlaşılacaktır. Sadece Samsung, Huawei veya Siemens firmalarının başvuruları bile bizim müracaatlarımızdan çok daha fazla. Üniversitelerde bütün kadrolar sözleşmeli ol-ma-lı-dır! Liyakatla atanacak kişilerden süresi içerisinde neler yapacağı (projeleri), sonuçları istenmeli ve denetimi yapılmalıdır. Covid-19 pandemisi döneminde üniversitelerimiz ve sanayi işbirliği ile yapılan planlı, programlı ve hedefe yönelik çalışmalar ile ortaya konulan ürünler (ventilatör, aşı çalışmaları, savunma sanayii vs.) beni umutlandırdı. İstediğimiz zaman liyakatli insan kaynaklarımızla çok sayıda başarı hikayesi yazabileceğimizi görmekten mutlu olduğumu belirtmeliyim.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde, padişah bir gün Alim Yahya Efendi’ye güzel bir hat ile yazdığı mektubunu gönderir ve sorar: “Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün, olur da izmihlale uğrar mı?”. Yahya Efendi’nin cevabı çok kısadır: “Neme lazım be Sultanım”. Cevabı alan Sultan ikna olmaz, merak eder ve düşer yollara. Yahya Efendi’nin dergahına gelir ve tekrar sorar. Yahya Efendi: “Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şayi olsa, işitenler de neme lazım, deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir” deyiverir. Sultan hep böyle doğruları söylemesini ve uyarıcı olmasını tembih eder ve teşekkür eder.
Son bir örnek: Hz. Ömer bir gün hutbeden cemaate seslenir ve “Ben hak yolundan ayrılırsam ne yaparsınız?” diye sorar. Bir sahabe kalkar ve “Seni kılıcımla düzeltirim ya Ömer!” der. Hz. Ömer ellerini açarak: “Ya Rabbi! Sana şükürler olsun!” diyerek dua eder. Bu yaşanmış örneklerden de anlaşılacağı üzere, yöneticilerin liyakatli olmasının yanında yönetilenlerin de ferasetli olması gerekmektedir.
Şimdilerde sadakat biraz daha fazla tercih ediliyor. Lakin liyakattan bihaber “sadakatli” kişi de sevdiğini yardan uçurur maazallah! Bu tür kişiler kraldan çok kralcı olurlar. Yöneticiler için hayati öneme haiz olan iki taraflı feedback mekanizması (yukardan aşağı-aşağıdan yukarı sağlıklı bilgi iletişimi), bu türden kişilerin olduğu yerlerde çalışmaz ve üst yönetici ekibin / kurumun nabzını tutamaz. En son babalar duyar misali, problemleri en son üst yönetici öğrenir ve telafisi mümkün olmayan sonuçlar ortaya çıkar. Gerçek hayatta defalarca yaşadığım ve şahit olduğum bir örnek vereceğim: Adamlar eczacı, lise mezunu müteahhit ve siyasetle ilgileniyorlar. Siyasi maharetleri, ilişkileri ve yardımseverliği ile ilde sağlıktan sorumlu veya eğitimden sorumlu başkan yardımcılıklarına kadar yükseliyorlar. Sonra ne mi oluyor? Eczacı, ildeki bütün doktor-sağlık çalışanı atamalarından, lise mezunu müteahhit ise milli eğitimdeki öğretmen atamalarından sorumlu (!) hissediyor. Geliyorlar ildeki müdürün veya diğer üst yöneticinin odasına, sonra başlıyorlar sınırsız isteklerini sıralamaya. “Hocam, hasta ambulansla nakil ediliyor, hastaneye 30 km kalmış (saat gece 00.00), emir buyursanız da bir plastik cerrah karşılasa”, ya da “Hocam, Ankara’da meclisteyim ve oturum arasından arıyorum, acile bir kedi girmiş, vatandaş korkmuş, kedinin ne işi var orada, hemen çıkarttıralım”. Sabah başhekimi aradım ve durumu anlattım. Başhekim duruma hemen müdahale etti ve orada yaşayan toplam 5 kediyi oradan uzaklaştırdık. Sonuç ne mi oldu? Belediyeye yapılan şikayet üzerine, kedilerin habitatını bozduğu için başhekimimize yaklaşık 2500 TL’lik bir ceza yazıldı. Kediler geri getirildi ve hala oradalar. Neyse ki vatandaşlarımız duruma alıştı ve rahatladık. Başhekim arkadaşım cezayı ödedi mi bilmiyorum ama makul olanlara evet diyoruz. İnanılmaz istekler geliyor. Sıkıntılı işlerde ise olmaz diyorsunuz ve işinizi halledemiyorsunuz. Sonra ne mi oluyor? O da sizi daha yukarıdaki bir başka üst yöneticisine şikayet ediyor ve “bu bizi dinlemiyor, alın bunu” demeye başlıyor. Bence şu an, üst yöneticilerimizin en büyük sıkıntılarından birisinin bu tür problemler olduğuna inanıyorum.
Devlet liyakatli olarak atadığı yöneticilerine güvenmeli ve onların arkasında durmalıdır. Arkasının boşaldığını düşünenler hemen ayrılıyor veya görev almıyorlar. Yönetici olarak yaratıldığını düşünen kişiler ise koltukta kalabilmek için başlıyorlar taviz vermeye. Sonuçta oralarda kıyamet kopuyor. Hz. Muhammed (SAV) kendisine kıyametin ne zaman kopacağını soranlara, “İş, ehli olmayan kişilere verilince kıyameti bekle, kıyametin kopması pek yakındır” demiştir. Liyakatsizin masaya oturmasıyla o kurumda küçük de olsa bir kurumsal kıyamet kopuyor zaten. Üst yöneticilerin etrafını saran diğer yöneticiler, danışmanlar ve komisyonların da liyakatli olması başarıya giden yolda hayati öneme haizdir. Güzel insan Alev Alatlı Anadolu Ajansı’na verdiği bir röportajda (2018), liyakatın önemi konusunda müthiş bir tespitte bulunuyor: “Liyakat sorununu çözersek 21. yüzyıl Türklerin yüzyılı olur!” diyor.
Liyakatli kişilerle uğraşmak da zordur, liyakatli olmanın ağırlığı ve sorumluluğu da zordur vesselam. Adam yanlışınızı gördü mü uyarır, gözyummaz, yumamaz. İstediğiniz yere imzayı atmaz. Çünkü yanlışa doğru demez, diyemez. Doğal olarak herkesi memnun edemez. Düşmanları çoğalır ve başına bir sürü çorap örülür. Bu konuda Hintli filozof Beydeba’nın yazdığı “Kelile ve Dimne” kitabında, “Devlet işlerini üzerlerine alanlar iki çeşittir: Birincisi, çıkarcı dalkavuklardır; istediklerine ulaşabilmek için her kılığa girer ve yapmadıklarını bırakmazlar. İkincisi, dürüstlerdir; onların da dürüstlükleri yüzünden başlarına gelmedik kalmaz” diyor. Liyakatın gerekliliği tartışmasız kabul edilen bir gerçek olmakla beraber, Hanbeli fakihlerinden İbn Teymiyye “Liyakat imandan önce gelir” diyerek olayın ciddiyetini daha farklı boyutlara da taşımıştır. Kısaca tarihsel olarak da liyakatın önemi pek çok eserde vurgulanmıştır. Selçuklu veziri ve devlet adamı Nizamülmülk’ün Siyasetnamesi’nde, Kutadgu Bilig (Yusuf Has Hacip) ve Koçi Bey risalelerinde de devlet görevlerinde liyakatin önemi vurgulanmıştır.
Altmış yıllık ömrümün son deminde birçok şeyin peşinden koştum. Birçoğunu da elde ettim hamdolsun. Ama bir şeyi doğru ve güzel yapmanın daha fazla mutluluk verdiğini gördüm. Şimdilerde öğrencilerime “ne yapıyorsanız güzel yapın, işin hakkını verin” diyorum.
Liyakat için son söz bir öğüt olsun: “Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor” (Nisa Suresi, 58. Ayet).
Sağlıcakla kalın.
2 yorum
Değerli hocam, ülkemiz de LİYAKATİN yerini SADAKAT almış, o nedenle ileriyi görme gayretlerinin olmadiği görulmektedir
Çözümün ;
ATATÜRK’ ün bilim ve sanat yolundaki ufkunu önemseyip, cağdaş değerleri koruyup, geliştirmekten geçtiğini önemsemeliyiz
Süper bir makale olmuş ağzınıza sağlık. Liyakat bu zamanlar arayıpta bulamadığımız şey