En başta liyakatli, kaliteli ve değerli insan yetiştirme bir zihniyet sorunudur.
Liyakatli, kaliteli ve değerli insan yetiştirecek kurumların başında liyakatli, kaliteli ve değerli insanların olması gerekir. Devlet kurumlarında ve özel iş yerlerinde çalışıyorsanız bunu yakinen görürsünüz.
Bu kurumun en başında aile yer almaktadır. Anne ve baba sorumluluğunu almadan yapılan evliliklerde çok dramlar yaşanmaktadır.
Buna ilaveten devleti oluşturan tüm kurumlarda liyakat esası kanunlarla güvenceye alınmalıdır. Devlette devamlılık ilkesi unutulmamalıdır.
Liyakatli insan yetiştirmek insandan ne anladığımıza bağlıdır.
İnsan bir şeyin aracı mı, yoksa bizatihi kendisi amaç mıdır? Bir şeyin aracıysa kendisi değerli değil, aracı olduğu şey değerlidir. Yok eğer insanın kendisi varoluş nedeniyle değerliyse amaç bir varlıktır. Doğuştan getirdiği doğal ve hukuki haklar onun amaç bir varlık olmasını korur. Bu zihniyette insan değerli bir varlıktır. Amaç bir varlığı, araç bir duruma düşürmeden yeti ve yeteneklerini geliştirerek insanlığın yürüyüş yolunda üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmesi gerekir. Bu sorumluluğun temelinde insanın kendinin bizzat amaç bir varlık olduğunun bilincine varmasıdır. Kendi dışındaki diğer insanları özellikle ister evladı ister eşi dahası kardeşi, annesi ve babası olsa bile insan tekliğini ve onların amaç bir varlık olduğunu kabul etmesidir. Bu benim evladım istediğim kadar kötülük yaparım, satarım diyemez.
Bu zihniyet o medeniyetin insan anlayışının merkezini oluşturmaktadır.
Liyakat Arapça bir sözcük, Türkçe sözcükte; layık olma, yaraşırlık, uygunluk, münasip olma ve yine kabiliyet, kifayet ve iktidar anlamında yeterlilik demektir.
Bu anlayışla liyakatli insandan kastımız erdemli, işinin ehli, o işi yapmaya muktedir, en az hata yapabilen, o işe ve mevkie layık insan anlıyoruz.
Liyakatli insan yetiştirmede yetenek, kişilik, akli ve ruhi durumlar işin içerisine girer. Ben buna bir de ahlaki değerleri ekliyorum.
Konumuzun daha iyi anlaşılması için tarih boyunca devletin istihbaratında ve haberleşmesinde iyi yetişmiş, işinin ehli güvercinleri örnek vermek istedim. Devletler haberleşmede ateş, duman, davul, ok gibi araçların yanında at, deve ve güvercini de kullanmışlardır.
Milattan önce ve günümüze kadar istihbaratta, ticarette ve haberleşmede evcil ve yabani kaya güvercinlerinden türetilen güvercinler kullanılmıştır. Bu güvercinlere posta güvercini denmektedir. Bu güvercinlerin aşırı hıza sahip olmaları, girilmesi zor mekânlara kolay bir şekilde girmeleri ve kolayca talim ve terbiye edilmeleri nedeniyle “Posta Teşkilatı” içerisinde kullanılmışlardır. Bu güvercinlere yuva eğitimi, alıştırma eğitimi, yakından başlayarak uzaklara gidip gelecek mesafelere alıştırma eğitimi verilirdi. Devletin sırrını içeren mektup, şifreli yazılar, mesajları taşıma bunların işidir. Bunlar hemen her devlette kullanılmıştır. İsviçre ordusunda 1994 yılına kadar bu güvercinler iş başındaydı.
Abbasi halifeleri tarafından bu güvercinlerin soy kütükleri ve kayıtları tutulmuştur. Birçok bilgin tarafından “Kuş Kitabı/ Kitabu’t Tayr” kaleme alınmıştır. Güvercinlerin cinsi ve hastalıkları ile ilgilenen ehil insanlara yüksek maaşlar verilmiştir. Bağdat’ta bir güvercin 700 dinara alıcı bulmuştur. Hatta Halife, Kostantiniye’de /İstanbul’da bir güvercinin 1000 dinara satın alınarak Bağdat’a getirilmesini sağlamıştır.
Demek bırakın kaliteli insanı, devletin ihtiyacı olan istihbaratta bile insanın yetiştirdiği güvercinlere güvenilerek askeri hareketler yapılmıştır. Bu nedenle işimize uygun hayvanları da liyakatli saymamız gerekir.
Ailenin, köyün, kasabanın, kentin ve devletin yönetiminde ve her iş bölümünde liyakatli ve işinin ehli insanlar ihtiyaç duyulmaktadır. Her işte ehliyetli insana ihtiyaç vardır. Eğer bir inşaat yaptırıyorsanız, çocuğunuzu bir eğitim kurumuna yazdıracaksanız ya da bir meslek edinmesini isteyecekseniz liyakatli, kaliteli ve erdemli insanın değerini daha çok anlarsınız.
Bir işin sahibine ehliyetli ya da o işin ehli denir. Otomobil sürücüsü ehliyetli insandır. Eskiden diplomaya şahadetname denirdi. Şahadetname hangi meslek alanında verilmişse, o işe ehliyetli olduğuna şahitlik etmesi için verilirdi.
Hiçbir devlet ve uygarlık, ulufe dağıtır gibi hak edilmeden mevki, makam ve diploma dağıtarak milli güvenliğini ve varlığını devam ettiremez. Tarih buna şahittir. Koskoca Osmanlı Devleti bunun acısını yaşamıştır. Koçi Bey Risalesi elimizdedir. Beşik uleması buna en iyi örnektir.
Liyakat sözcüğü Kur’an’da Nisa/Kadın suresi 58 ayette şöyle ifade edilir: “Allah, size emanet edilen (şey)leri ehil olanlara tevdi etmenizi ve her ne zaman insanlar arasında hüküm verecek olursanız adaletle hükmetmenizi emreder. Allah’ın size yapılmasını tavsiye ettiği (şey), mutlaka en güzel (şey)dir: Allah, kesinlikle her şeyi işitendir, her şeyi görendir.”
Ayet gayet açık “işi liyakat sahibi ve işinin ehli olana veriniz.” demektedir. Burada liyakatli ve işinin ehli olan insanın ne dini ne cinsi ne de nereli olduğu belirtilmemektedir.
Bu vazgeçilmez ve değerli ilahi ilkeyle adaleti gerçekleştirerek zulmün ve adaletsizliğin önüne geçilmiş olunmaktadır. Hani büyüklerimiz derler ya: “Bir devlet küfürle ayakta durur, ancak adaletsizlikle, zulümle ayakta durmaz.”
Günlük hayatta otomobil alırken neden en iyisini satın almaya çalışıyoruz. Sahip olunca da oturuşumuz değişiyor, markasıyla övünüyoruz. Hiç soruyor muyuz bu otomobili üretenin dini, ülkesi, kişiliği ve cinsiyeti kim?
Bir ürün alırken değerli olanı arıyoruz. Velev ki üründe yanıldık. Olabilir. Eğer amacına uygun değilse çöpe atıyoruz. Bundan sadece kendimiz zarar görürüz. Peki doğrudan hayatımızla ya da başkasının hayatıyla ilgili bu hatayı yaparsak; vicdani, ahlaki ve insani açıdan sorumluluktan nasıl kurtuluruz.
Üzülerek görüyoruz ki, kullandığımız kalemden ilaca kadar bizim ürettiğimizden daha çok işi ehline ve liyakat sahibi olana vererek üretim yapan, marka yaratan, ülkelerinde adaleti sağlayan İslam ülkesi olmayan ülkelerdir. Bugün canlı olan ve dünyada yaşayan beş uygarlık vardır: İslam, Avrupa, Çin, Hint ve Rus uygarlıkları. Bu uygarlıkların İslam uygarlığı hariç diğerleri Kuran’ın “işi liyakat sahibi ve işinin ehli olana veriniz,” ilkesini sözde değil fiiliyatta daha çok uygulamaktadırlar.
Bir dolma kalem, basit bir çakmak alırken bile markasına, sağlamlığına bakarız da hepimizin kaderini etkileyen insanları işe alırken, iş verirken, yönetime ister atama yoluyla ister seçimle iş başına getirirken bu hassasiyeti gösteriyor muyuz?
Çünkü duygularımız, hislerimiz, çıkarlarımız, kin ve düşmanlığımız liyakatli ve işi ehline olana vermemize engeldir. Bu tutum ve zihniyetimizle sonuçta Allah’ın ve aklın en temel yol göstericiliğini öteliyoruz.
Üzüntümüz hemen her işte “işi ehline, hak edene, liyakat sahibine veriniz ki adalet sağlanmış olsun” temel ilkesini ağızlara pelengsek ettiğimiz halde, fiiliyatta ve uygulamalarda bunu gerçekleştirmiyoruz.
İnsanlık yolculuğunda bu zihniyetimizi daha olumluya çevirmede ve değiştirmede çok yolumuz var. Kalın sağlıcakla….
2 yorum
Liyakatın riyakatıksız en güzel tarifi
Deyerli hocam var olun!
Çok lazımlı bir konudu, her kesin okuması lazimdir. Tebrik edirem.