Liyakat, atın nalının çivisindeki problemin büyük bir orduyu yenilgiye uğratması gibi, kendi özgül ağırlığının çok ötesinde devasa etkileri olan bir kavramdır. Bu yazıda, liyakat kavramına daha sosyolojik bir zaviyeden bakarak ilk cümlede belirttiğim etkileri analiz etmek istiyorum.
Liyakatla ilgili belki dolaylı yoldan görülebilecek ilk sorun eğitim sürecidir. 1990’lı yıllarda okullarda hatırladığım en net manzaralardan birisi, zayıf notlu birçok öğrencinin şube öğretmenler kurulu kararı ile bir üst sınıfa geçirilmesiydi. Öyle ki, sadece bir veya iki değil çok daha fazla zayıf nota sahip öğrencilerin de bir üst sınıfa geçmeleri söz konusu olmuştu.
Hemen akabinde bir sonraki öğretim yılında sınıfını takdirle geçmiş çok çalışkan bir öğrenci, hemen yanıbaşında zayıf notlu kişi ile aynı sınıfa devam ettiğini görünce ne hissetmiştir diye hep düşünmüşümdür. Nihayetinde, “çalışmakla çalışmamak” arasındaki farkın kaybolduğu yerde çalışma konusunda ciddi bir irtifa kaybı meydana gelecektir. Bunu lise ve üniversite eğitimine yaydığınızda, hak etmeyen çoğu insanın okuldan mezunu olduğunu ve ileride birçok görev yaptığını görmeniz mümkün olacaktır. Bu sebeple liyakat koşulları işleyecekse, ilkokuldan itibaren hak edenin ancak ileri düzeyde eğitimine devam edeceği sıkı bir eleme yapmak gerekmektedir.
Bazı öğretmen ve üniversite hocalarının “öğrenci adını yazsa elli veririm, biraz bir şeyler yazsa bile 90 alır” gibi tutumları azımsanacak düzeyde değildir. Hamasetin doruklarında gezen böyle bir tavır, nihayetinde nicel sayılar (alınan notlar) üzerinden rahatlatıcı bir işlev görse de ülkenin ekonomik, sosyal, bilimsel birçok alanlarında negatif çıktılar üretecektir. Bu tutum ülkeye ve öğrencilere acaba ne kazandırmaktadır?
Bir ülkede liyakat sisteminin bozulması, en başta öngörülebilirlik ve bu çerçevede kariyer planlamasını yok eder. Her şeyden önce bir ülkede okullar ve üniversiteler ile bölümlerin açılması ülkenin ihtiyaçları göz önüne alınarak belirlenmelidir. Aksi halde ülkede bir meslek enflasyonu başlar. Doğru yapılan bir planlamadan yola çıkarak, ilkokuldan başlayıp insanların gelecekte ne yapmak istedikleri ve bunlar için hangi donanımları edinmeleri gerektiği zihinlerinde net olmalıdır. Sözgelimi, gelecekte akademisyen olmak isteyen bir öğrencinin aile ve okul tarafından desteğiyle bu öğrenciyi akademisyenliğe hazırlayacak donanımları ve araçları yüklenmesi gerekir.
Fakat bunun gerçekleşmesinde birkaç engel görünmektedir. Birincisi, her şeyin günlük ve anlıksal değişim geçirdiği bir çevrede kariyer planlaması yapılamaz. Çünkü yarın hazırlık yaptığınız donanımlar gereksiz kalabilir. Bunun için uzun süreli, geçerli, iyi düşünülmüş ufuklara ihtiyaç vardır. İkincisi, insanlar hayata atıldıklarında orada “başarı”nın geçerli olduğu kriter şartları işlemiyorsa bir kariyer planlamasından söz edilemeyeceği gibi “başarılı” ve “çalışkan” olmak da bir anlam ifade etmemeye başlar. Bunu çok uzun vadede bir ülkenin geleceği açısından düşündüğünüzde, “başarı” ve “çalışma”nın ödüllendirilmediği hayatı karşınıza getirecek ve kalite sorunu yaratacaktır.
Diğer yandan “başarı”, “çalışma” gibi kriterlerin bir liyakat koşulu olarak ödüllendirilmemesi durumunda, özellikle ülkelerin gençlerinde “gelecek” bir kaygıya dönüşür. Çünkü insan için öngörülebilirlik çok önemlidir ve liyakatin aranmadığı durumlarda meydana gelen karmaşa gelecek kaygısını artıracaktır. Özellikle, içinde yaşadığımız küresel çağda geleceği ile ilgili kaygı duyan insanların da başka ülke ve toplumlarda gelecek kurmayı amaçlamaları mukadder olur ki, bir ülke için kayıptan söz edilecekse o ancak budur. Dikkat edilirse, özellikle 1980’lerden beri önemli tartışma konularının başında “beyin göçü” gelmektedir.
Liyakat konusunda daha detay sorunlar ele alınıp izah edilebilir. Fakat bir yazının çerçevesi içinde bu sorunlarla iktifa edelim. Belirtmeliyiz ki, liyakatsizlik insanın toplumdan ümidinin azalmasını, motivasyonunun düşmesini ve giderek kalitede yaşanacak irtifa kaybını birlikte getirir ve sıfır toplamlı sonuçlar doğurur.