Siz hiç duydunuz mu, “Ben liyakatsizim, torpilim sağolsun.” diyeni?
Kim “Ben şu anki işime layık değilim.” der?
Veya kim “Ben aslında yeterli değilim ama torpilim sayesinde bu işe girdim.” der?
Ben diyeni duymadım. Genellikle insanlar kendilerini işlerine layık, o işi yapmaya yeterli görüyorlar. Çıksa çıksa yaptığı işi kendisine layık bulmayan, küçümseyen çıkar karşıma: “Bu iş, benim işim mi kardeşim?” diyerek…
Peki bunca liyakat sahibi insan var madem, nereden türüyor toplumda ayyuka çıkan bu liyakatsizlik?
Eğer işler ehillerine veriliyorsa neden ekonomik olarak freni boşalmış kamyon gibiyiz? Neden eğitim sistemimiz tepeden tırnağa bozuk? Neden yapısal reformumuzu bir türlü gerçekleştiremiyoruz?
Liyakat olgusu, bireyden topluma çarpıtılıyor belki de… Biraz irdeleyelim:
Kanuni liyakat…
Anayasamızda (Md. 70) “Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.” ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda (Md.3/C) “Devlet kamu hizmetleri görevlerine girmeyi, sınıflar içinde ilerleme ve yükselmeyi, görevin sona erdirilmesini liyakat sistemine dayandırmak ve bu sistemin eşit imkanlarla uygulanmasında devlet memurlarını güvenliğe sahip kılmaktır.” denilmek suretiyle, kamuda görev almada ve görevde yükselmede liyakatın esas alınması temel ilke olarak benimsenmiştir.
Yasalar liyakati esas alıyor da yetkililer yasaları esas alıyor mu acaba?
Ben en son baktığımda 20 yılda 192 kez değiştirilmişti Kamu İhale Kanunu. 192’den sonra takibi bıraktım!
Oy vermek üzere katıldığım son rektörlük seçiminde birinci olarak seçilen değil de altıncı olan atanmıştı. Son seçimdi, zira ondan sonra seçimler kaldırıldı, direkt atamalar başladı!
Uygulamada yasalar sorun(!) yaratamıyor, çünkü sorun yaratınca duruma uygun hale getiriliyor. Ayrıca kamuda yönetime tanınan geniş takdir yetkisi de işe alımda, atamada ve görevde yükselmelerde liyakat ilkesinin ayaklar altına alınmasında önemli rol oynuyor.
Demek ki sorun yasalarda değil, hem yasa koyucuların hem de yasaları uygulayanların ahlakında!
Ahlaki liyakat
Genel olarak bir ülkede insanların kurallara uyması için öncelikle kuralları koyanların o kurallara uyması gerekir. Fakat bakıyorsunuz, kamu harcamaları inanılmaz boyutta.
“Porsiyonlarınızı küçültün!” diyerek tasarruf çağrısı yaparken israfın zirvesine çıkanlar mı dersiniz…
“Emekliler sadece devletten beklemesin, ek iş yapsın; artık su mu satar, simit mi satar bilemem…” telkinini verip ömür boyu milletvekili emekli maaşıyla abad olarak salkımı yutanlar mı dersiniz…
“Onların Audi’si, Mercedes’i varken ben neden Passat’a bineyim?” diye ellere var da bize yok mu diye vızıldayan kamu görevlileri mi ararsınız…
Yoksa;
dayısının oğlunun falan ilçenin filan kurumuna müdür olarak atanmasını “Akraba olduğu için atanma olmaz ama biz inançlı insanlarız, cuma namazına gittiğimizde her hafta hutbede ‘akrabalarını koru kolla’ deniyor, Allah’ın ayetine karşı mı gelelim?” diyerek Allah’a iftira atmak suretiyle liyakatsizliğe sebep bulmaya çalışan mı ararsınız…
Böyle envai çeşit çapsız, liyakatsiz, kifayetsiz sayabiliriz, maalesef.
Kim ödüyor kamudaki liyakatsizliğin bedelini peki? %65’i dolaylı olarak toplanan vergilere ve (%60’lı bir şey olarak açıklanan ama daha yüksek olduğu bilinen) enflasyona mahkum olan vatandaş. Masum mu bu vatandaş?
Dürüstleri cezalandıran*,
- zahmete girmemek veya bazı çıkarları elde etmek için boyun eğen,
- zalime isyan etmesi gereken yerde itaat eden,
- konformist,
- iğreti hayatı amaçlayan,
- zalimlere eğilim gösteren, zalimliğe seyirci kalan, zalim üreten,
- kısa vadeli basit çıkarları uğruna en hayati değerlerini kolayca satabilen,
- düşünme zahmetinden kaçan, sorgulamayan,
- beleşçi, ucuzcu, bedavacı,
- yaratıcı ıstırabı, çileyi, onurlu olmanın zor ve meşakkatli yolunu seçenleri aptal olarak niteleyen çoğunluk, masum mu?
Hayır! Çünkü liyakatsizliği kendi eliyle besleyen bir eğilim sergiliyor.
Çıkmazdan kurtulmak…
Bu liyakatsizlik çıkmazından kurtulmanın asgari şartı, insanın ahlaki gelişmişlik düzeyini** yükseltme çabasında olmasıdır. Zira kişi, hangi ahlaki gelişmişlik düzeyinde ise o aşamanın özelliklerine göre akıl yürütür.
Eğer ahlaki bakımdan en az gelişmiş düzeyde ise kişi, kendi menfaatini merkeze koyarak kararlarını verir. Örneğin torpille işe girmek, kendisi açısından iyi olduğu için doğrudur. Kendisinin yerinde kim olsa aynı davranışı sergileyecektir.
Eğer ahlaki bakımdan biraz daha gelişmişse kişi, karar alırken sadece kendisini düşünmez; ait olduğu grubun, ülkenin, topluluğun vs. çıkarlarını gözetir. Buna göre doğru olan, aidiyet hissettiği gruba, topluluğa, ülkeye vs. sadakatle bağlı olmaktır. Dolayısıyla sadakati, liyakate ağır basar!
Eğer ahlaki bakımdan daha da gelişmiş düzeyde ise kişi, karar alırken herkesin çıkarlarını hesaba katar. Yasaları, değerleri, ahlaki ilkeleri sorgular, bir eylemin doğru olup olmadığını adalet, insan hakları ve toplumun refahı açısından cevaplamaya çalışır. Bu kişiye göre doğru davranış; mantığa uygun, evrensel ve tutarlı olan davranıştır.
Görüldüğü üzere liyakat ve benzeri erdemlere sahip olmanın yolu, “şey”leri evrensellik ve akıl süzgecinden geçirmektir.
Zor mu?
* Bknz. “Kötülük toplumu”, Yaşar Nuri ÖZTÜRK
** Bknz. “Moral Stages: A Current Formulation and a Response to Critics : Contributions to Human Development”, L. KOHLBERG.