Gazetelerden: “İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı İbrahim Çağlar’ın yaşamını yitirdiği gece gittiği hastaneden ‘Gaz sıkışması olabilir.’ denilerek eve gönderildiği ortaya çıktı. Eve dönerken yeniden rahatsızlanan Çağlar, hastanede geçirdiği ikinci kalp krizinin ardından yaşamını yitirdi.”
Hürriyet yazarı Vahap Munyar, Çağlar’ın yaşamını yitirdiği gece yaşananları “Hatırası ‘Payitaht’ta kaldı” başlıklı yazısında (12.12.2017) şöyle aktarmış:
“Çağlar gece 01.00 dolayında kolunda uyuşma, göğsünde ağrı hissedince, eşiyle birlikte Koşuyolu’ndaki bir özel hastaneye gitti. Nöbetçi doktorlar Çağlar’ı muayene etti, EKG çekti, bir aksilik görünmediğine karar verdi: -Gaz sıkışması olabilir. Size gaz sıkıntınızı çözecek bir ilaç yazalım. Bunu kullanın, rahatlarsınız.
Eşinin kullandığı arabayla nöbetçi eczaneye yöneldiler. Eşi ilacı alıp döndüğünde Çağlar’ı başı önünde, kendinden geçmiş buldu. Hemen aynı hastaneye döndü. Kalp masajıyla müdahale sonrası Çağlar, aynı hastanenin Bağcılar’daki merkezine yönlendirildi. Orada anjiyo yapıldı, doktor, Çağlar’ın eşi ve o ana kadar haberi olup hastaneye koşan arkadaşlarına durumu açıkladı:
-Anjiyo yaptık, bir damar tıkalıydı. Stent taktık. Hastayı iki gün burada müşahede altında tutacağız. Bir süre vücudun oksijensiz kalması sorun yaratmış olabilir. Müşahede sırasında vücudu soğutacağız.”
Ancak çok geçmeden, İbrahim Çağlar, hastanede ikinci kez kalp krizi geçirmiş ve sonucunda da kaybedilmiştir.
Neresinden bakarsanız bakın, trajik bir olay. İlk gittiği acil serviste, olayın bir kalp krizi olabileceği hiç düşünülmeden “gaz sıkışması tanısı” konuluvermiş. Orada, muayene dışında kalp krizini ekarte edecek tahliller yapılmamış, sadece EKG’si çekilen hasta, gözlem altına bile alınmadan sorumsuzca evine gönderilmiş. Eczaneye gittiğinde de olanlar olmuş. O durumdayken eşi tarafından tekrar aynı hastaneye götürüldüğünde, nihayet anjiyo yapılmasına karar verilerek, grubun karşı tarafta olan Bağcılar’daki hastanesine sevk edilmiş. Ambulansla götürülürken yanında doktor var mıydı? Gerekli olan acil müdahaleler hastaya eksiksiz olarak uygulandı mı? Bağcılar’da anjiyografide tek damarda tıkanıklık saptanarak stent konulmuş, bu şekilde tıkanıklık tam olarak açılabilmiş mi? Peki, stent yerine acil baypas operasyonu uygulanamaz mıydı? Sorular sorular…
Olay, Dünya Sağlık Örgütü, 2 ve 3. derece gecikme modeline uyuyor gibi duruyor. İlki nakilde yaşanan, diğeri ise getirildiği hastanede yaşananlar sonucu oluşmuş bir mortalite gibi duruyor. İşte, biz bunları bilemiyoruz.
İlk gittiği Koşuyolu’nda neden anjiyografi imkânları yoktu? Orası tam teşekküllü bir hastane değil miydi? Peki, kilometrelerce uzaktaki zincir hastane yerine çok yakındaki tam teşekküllü bir hastaneye, örneğin; Sağlık Bakanlığı İstanbul Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilemez miydi?
Eğer bu kadar ünlü biri, maazallah bir üniversite hastanesinde kaybedilseydi, siyasiler, Bakanlık yetkilileri, hatta bizzat bakanlar ortalığı birbirine katmazlar mıydı? İşler bir özel hastaneler zincirinde olunca, nedense herkes sus pus.
Hele de hastane zinciri iktidara yakın olunca, olayın üzeri hemen örtülüp kapatılıveriyor. Ne bir araştırma ne de bir soruşturma. Pes yani! Ölen öldüğüyle kalıyor. Ben burada kişi ve kurum ismi vermiyorum. Onlar kendilerini çok iyi biliyorlar. Özel ve acil durumlarda gideceğiniz hastaneyi çok iyi sorgulayın. Hatta en iyisi 112 ambulans çalışanlarına sorun. Onlar sizin için en iyisini bir çırpıda araştırıp hemen bulurlar ve sizi oraya yetiştirirler. Bir zamanlar muayenehanelere dadanan Bakanlık müfettişleri nerelerde acaba?
Hep söylerim hep yazarım. Lüks hastaneler, hasta odaları, mermer koridorlar, maroken koltuklar, sıkça rastlanılan acil bir olayda bile hastanın tanısını koyamıyor, hastayı efektif olarak tedavi edemiyor. Hastaları, başta doktorlar olmak üzere bilgili ve yetenekli sağlıkçılar ve onlara sağlanan cihaz vs. olanaklar tedavi ediyor. Lüks odalar, parıldayan mermerler değil!