Kaliforniya’da orman yangınlarının ilerlediğini, Los Angeles Uluslararası Havaalanı etrafındaki tüm bölgelerin ateş altında kaldığını ve insanların panik halinde havaalanına koştuğunu, acilen bölgeyi terk etmek için bir kıyamet ortamı oluştuğunu düşünün. Uçakların yetersiz kaldığı, insanların üç yüz kişilik uçaklara beş yüzer kişi doluştuğunu hayal edin. Allah kimsenin başına getirmesin böyle bir durumu istemeyiz ama batı toplumu da ülkeleri bu tür senaryolar ile yönetmiyorlar mı?. Böyle bir durumda pilotlar havalanmak üzere olan bir uçağın kanatlarına ve tekerlerinin üstüne can korkusuyla çıkmış insanlara rağmen havalanırlar mıydı? Siz bu soruyu düşüne durun, önce korkuyu yaratıp sonra o korkudan nereye sığınacaklarını bilemeyen insanları yönetmek kolay olsa gerek, yüzyıllardır bu konuda başarılı olan batı toplumu, nacizane elli yıllık ömrüm boyunca hiç insaf, merhamet, vicdandan bir nebze nasiplenmemiş görünüyor.
Güçlüler (?) için hiç kaybetmek yok, neden mi? kaybetseler bile zayıfları biraz onure edip biraz destekleyip, onurlu konuma hemen geçiveriyorlar. Zayıflar da yedikleri kazığı hemen unutup başka gündemler ile meşgul olup, güçlülerin yeni oyunları için sahne hazırlanıyor. Bir çok endüstriyel alanlar gördüm ve sanayi kuruluşunun can damarı olan anahtar rolündeki değerli parçaların büyük bölümü Alman üretimi. Ben bunu klasik Anadolu yiğitliğiyle Almanlar bizim dostumuz, müttefikimiz herhalde o yüzden hep oradan alış veriş yapıyoruz diye düşündüm. Ancak gerçek öyle değildi. Çünkü dünya genelinde bilim adamlarının yaklaşık %80’i Alman kökenli, özellikle mühendislik alanında. Bu veri Alman ürünlerinin neden bu kadar kaliteli olduğunu ve Dünya’da neden bu kadar tercih edildiğini açıklamaktadır. Atatürk’ün sanata ve bilime ne kadar önem verdiğini bilmeyenimiz yoktur, ancak hayat şartları ve kolay yoldan kazanma arzusu bu ilkelerin önemini bize unutturmuştur. Geçenlerde İsrail’de Eurovision şarkı yarışmasına İsrail adına katılacak sanatçıyı belirlemek için bir yarışma düzenlendi. Bu yarışmaya Türkiye’de yaşayan babası Yahudi annesi Türk olan bir sanatçımızda katıldı. İsrailli jüriler sanatçımızdan ek parça olarak Türk şarkılarını söylemelerini istediler. Tabi sanatçı Türkiye’de çok ses getiren değerli bestekarlarımızın parçalarını seslendirdi, elbette tüm jüri ve seyirciler ayakta alkışladılar. Hani yabancılar ağzının tadını bilmiyorlardı, hani onlar çok duygusuzdu (Müslümanların çıkarına olan konularda doğru).
Şunu fark ettim ki ömrüm boyunca hiçbir yabancının gözünde bir Türk ürününe (Şarkı) böyle saygı, böyle hayranlık ifadesi görmedim. Emek harcanarak yapılmış her şey bir gün değer görür, bu dünya var olduğundan beri değişmemiş bir gerçektir. Tek bir şeye ihtiyacımız var o da çalışmak, çalışmak ve çalışmak. Ben bir Tıp doktoru olarak büyüklerimize sesleniyorum bir ülkeyi ileri götürecek, zenginleştirecek ve buna bağlı medeniyetin zirvesine çıkaracak olan en önemli bilim dalı mühendisliktir. Bakın tıp dalı demiyorum. Bugün Türkiye’nin üniversite sınavında ilk bine giren öğrencilerin girdiği mühendislik bölümlerinden mezun olanların, sadece %10 hak ettiği ücret ile bir iş buluyorken geri kalanlar, sıradan mezunların aldığı ücret ile işlere girebiliyor. Bu yüzden geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin tüm zeki insanları iş garantisi olan tıp bölümünü daha çok tercih ederken, gelişmiş ülkelerde en zeki insanlar mühendislik bölümünü tercih ediyorlar.
Sonuç olarak atalarımızın konuyla ilgili hicivli öyle güzel sözleri var ama burada söylemek uygun olmadığı için, burada bizim mahallede muhtar amcanın oğlu Ahmet’e söylediği o söz geldi aklıma, onu söylemek istiyorum; “dışarıdan dayak yiyip gelirsen bir tokat da ben atarım derdi” rahmetli. Ahmet’in hiç dayak yediğini görmedim. Hep beraber öyle çok çalışalım ki, ölmeden önce en son gördüğü uçak tekerlek lastiği olan Afganlı genç Zeki Enveri’nin de onurunu kurtaralım. Sağlıcakla kalın.