Yazacak çok konu var. Ama bugün bir meslektaşım, değerli bir büyüğümün elektronik ortamda paylaştığı bir bilgiyi ben de sizlerle paylaşacağım. Dünya Kadınlar Günü olarak 8 Mart tarihi bildirilmiş. Doğrusu beni çok ilgilendirmiyor. Çünkü kadının sadece bir gün hatırlanması, sorunlarının o gün konu edilmesi acınası geliyor bana. Elbette yine de önemli bir adım olarak değerlendirmek gerek.
Kadın olarak birçok politikanın bizim üzerimizden yapılması ağrıma gidiyor. Asla bir erkeğin kılığı kıyafeti söz konusu edilmezken kadının her şeyi konu edilir. Kadın, anne olur ama izin kullansın mı kullanmasın mı diye bir tartışma başlar. Gebelik dünyanın en zor durumu iken, birbirimize sabrımız bile kalmaz. Her ne ise konu bu değil aslında. Benim gençlik yıllarımda daha fazla konu edilirdi; kadına yakışan veya yakışmayan meslekler gibi tartışmalar açılırdı. Kadın kendisine yakıştırıyor ve başarabiliyorsa sorun yok. Bırakınız herkes kendi kararını her konuda kendisi versin. Konu kadın olunca asla ve kat’a feminist olmayan ben (!) bir feminizm fırtınası estiriyorum.
Konuya döneceğim; meslektaşımın yakını Prof. Dr. Hasan Malay. Ben de Sayın Malay’ı yeni tanıdım. Yazılarını ve araştırmalarını vaktim ve anlayışım el verdiği ölçüde izleyeceğim. Sizlerle kendi internet sitesinden izni ile aldığım makalesini paylaşıyorum. Yazımın başlığı aynen Sayın Malay’ın yazısının başlığıdır.
"Antik devirde kadınlar sağlık hizmetlerine daha çok ebe (iatromaia [Lat. obstetrix]) olarak katkıda bulunmakla birlikte, sayıları az da olsa, adları günümüze ulaşabilmiş bazı Yunan ve Romalı kadın hekimler (iatrine [Lat. medica]) bilinmektedir. Örneğin, aşağıda tanıtacağımız, İ.Ö. 1. yüzyıl başlarında Anadolu’nun Lykia bölgesinde yaşamış olan Antiokhis yalnızca bir hekim olarak insanların yardımına koşmakla kalmamış, geliştirdiği ilaç ve tedaviler sayesinde adını Roma’da bile duyurmuş ve bu sayede tıp tarihinde kendine önemli bir yer edinmiştir.
Antiokhis’in vatanı Lykia’daki küçük Tlōs (Fethiye/Yakaköy) kentiydi. Bu yörede ele geçen ama şimdi kayıp olan bir Grekçe yazıttan öğrendiğimize göre, Tlōs kentinin meclisleri onu ‘hekimlik sanatındaki ustalığı’ nedeniyle övmüşlerdi. Günümüze yalnızca bir kopyası ulaşan bu yazıtın çevirisi şöyledir:
«Tlōs Senatosu ve Halk Meclisi tarafından ‘tıp mesleğindeki ustalığı’ nedeniyle takdir edilen Diodotos kızı Tlōslu Antiokhis kendi heykelini diktirdi».
Hekim Antiokhis’in babası Diodotos’un da bir hekim (iatros [Lat. medicus]) olduğu düşünülmekte ve hatta onun, İ.S. 1. yüzyılın ünlü tıp bilgini Dioskourides’in De Materia Medica adlı eserinin ithaf kısmında (Praef. 2) bir tıp otoritesi olarak zikredilen Diodotos adındaki hekimle aynı kişi olduğuna inanılmaktadır. O halde Antiokhis ilk tıp eğitimini ve deneyimini babasından almış olmalıydı. Tlōs meclisleri tarafından ‘takdir edilen’ Antiokhis büyük bir olasılıkla Tlōs kentinin resmi hekimiydi. O devirde kentler tarafından bu göreve atanan hekimlere belli bir maaş ödenir ve onlar vergilerden ve diğer bazı resmî yükümlülüklerden muaf tutulurdu. Kendi heykelini diktirmesine izin verildiğine göre, hekim Antiokhis kentin yardımseverleri arasında yer alan varlıklı bir kişi olmalıydı.
Tlōs kentinin onurlandırdığı Hekim Antiokhis’in ünü Lykia ile sınırlı kalmamıştı. Pergamonlu ünlü hekim Galenus, kendinden iki asırdan fazla bir süre önce yaşamış olan bu kadını ve onun ilaçlarını iyi tanıyordu. Çünkü Galenus, İ.Ö. 1. yüzyılda yaşamış olan Asklepiades adındaki Bithynialı (İzmit civarı) bir hekimi kaynak göstererek, Antiokhis’in romatizma, siyatik, eklem iltihabı, ödem ve dalak hastalıklarına karşı etkili bazı terkipler geliştirdiğini ve hatta Favilla (veya Fabulla?) adındaki kuzey Afrikalı bir başka kadın hekimin de onun geliştirdiği ilaç formüllerini kullandığını yazmıştı. Yine Galenus’a göre, İ.Ö. 1. yüzyılın diğer bir ünlü hekimi olan ve doku bilimi (pathologia), göz bilimi (ophtalmologia) ve cerrahi (kheirourgia) alanlarında 7 kitap yazan Tarentumlu Herakleides, hemorrhoid (basur) üzerine yazdığı bir kitabını Antiokhis’e ithaf etmişti.
H. Malay"
Bilim insana ait bir olgudur. Kimin yaptığının, yapanın inancının, ideolojisinin, uyruğunun, etnisitesinin… hiçbir önemi yoktur. Önemli olan bilimin ele alınış şekli ve gerçekten bilim olup olmadığıdır.
Bu makalede beni en çok etkileyen olaylardan birisi, bilginin yayımlanmış olması, yani izlenebilir, refere edilebilir hale getirilmiş olmasıdır. Resimde gördüğünüz gibi bir heykelin kaidesine yazılan yazı pek güzel bir kaynak olabiliyor. İnsan düşünmeden edemiyor; o zamanlar bile kaynak göstermeyi ve belki bugünkü anlamda değil ama yine de literatür izleyen bilim insanları, hekimler varmış! Bu yazı hakkında eminim kitap bile yazılabilir. Ancak kıssaden hisse çıkar mı bilmem ama bilimin cinsiyeti yoktur; kadınlara yol açılınca ve onların anne olmalarına, evlatları ile zaman geçirmelerine olanak tanınınca pekâlâ çok şey üretebilirler.
Tarih boyunca yaşadığımız topraklarda yaşayan değerli insanların varlık izleri bizim de daha iyi işler yapabileceğimizin kanıtı olabilir diye düşünüyorum. Bir toplumun aydınlanması ve ilerlemesi şüphe yok ki kadının ilerlemesi ve aydınlanması ile olur. Yeni nesillerin onun ellerinin, düşüncesinin bir ürünü olacağı göz önüne alınacak olursa kadın mutlaka destek görmeli ve hayatın ta içinde olmalıdır diyerek saygılar sunuyorum.