İstanbul Tabip Odasının, Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Tıp Kliniği asistanlarının başvurusunu değerlendirip, acil serviste var olan durumun tespiti amacıyla yargıya başvurduğu haberi, geçen haftanın manşetlerindeydi. Görülen davanın bilirkişi heyetinin, uzmanlık eğitiminin koşulları yanında, eğitim verilen kurumun insan gücü ve altyapı özellikleri gibi çok sayıdaki durumu tespit etmek için inceleme yaptığını da bu haberlerden öğrendik.
Öncelikle, hekimlerin haklarına, hekimlerin çalışma koşullarına ve en önemlisi “Nasılsa, bir şekilde yürür.” denilerek açılan uzmanlık eğitim programına sahip çıktığı için İstanbul Tabip Odasına teşekkür etmek gerekiyor. Umarım, bu girişim bu aşamada son bulmaz ve uzmanlık eğitimi verilen tüm kurum ve branşlarda standartların sağlanması için örnek olur.
Acil tıp uzmanlık eğitiminde yapılan hataların devam etmemesi için neden bu noktaya gelindiğini bir kez daha hatırlamakta ve hızla unuttuğumuz gerçekleri yinelemekte yarar olduğunu düşünüyorum.
Bu yıl, acil tıbbın bir uzmanlık ana bilim dalı olarak kabul edilişinin 20. yılı. 1999 yılında ilk uzman mezun olduğu zaman mevcut ana bilim dalı sayısı 14 idi. “Siz ne iş yaparsınız?” sorularına muhatap ola ola, daha asistanlık yıllarında iken uzmanlık eğitiminin standardı için çalışmalar yapılmaya başlandı. Türkiye Acil Tıp Derneği Acil Tıp Uzmanlık Komisyonu olarak 2000 yılında “Uzmanlık Eğitiminin Standartları” başlığı altında bir kitap çıkartıldı. Dönemin TTB-UDK Başkanı ve üyeleri bunu çok iyi hatırlayacaktır, çünkü bu bir ilkti ve örnek oldu.
Sonra 2004’te Acil Tıp Yeterlik Kurulu kuruldu. Tüm komisyonları ile birlikte uzmanlık eğitim standartları kitabı güncellendi. Uzmanlık eğitimi verilen kurum sayısı o yıl henüz 25 idi ve kılavuz tüm ana bilim dallarına dağıtıldı. Akreditasyon Kurulu oluşturuldu; eğitim veren kurumların denetlenmesi ile ilgili tüm süreçler ve formlar tamamlandı. Ancak yürütülen mevzuat çalışmalarının bir türlü sonuçlanmaması ve yeterlik kurullarının özerkliğinin reddedilmesi neticesinde çalışmalar uygulamaya sokulamadı.
Daha sonra, Sağlıkta Dönüşüm’ün etkileri görülmeye başlandı. Önce acil hekimliği sertifikasyon programının planı yapıldı. Buna karşı durulunca da, eğitim ve araştırma hastanelerinde uzmanlık eğitimi başlatıldı: Sorulmadan, dinlenmeden. “Göç yolda düzelir.” dendi, ama maalesef düzelmedi.
TTB-UDEK’te harcanan çabalar yok sayıldı, her şeyin yetkisini Sağlık Bakanlığı üzerine aldı. Merkezi bir kontrol altında eğitim standartlarının belirlenerek yürütülmesi, denetlenmesi yadırganacak bir durum değildi, ama günümüzde uzmanlık eğitiminin hangi koşullarda hangi standartlara göre yürütüldüğünü hepimiz biliyoruz.
2009 yılında yayımlanan Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği’ne göre kurulan Tıpta Uzmanlık Kurulunun tek görevi rotasyonları belirlemek ve çekirdek müfredatın başlıklarını yazmak mı olmalıydı? Tabii ki hayır, ama görünen o ki, faaliyetler bu başlıklarda sınırlı kaldı. Eğitim kurumları açılırken ne asgari nitelikler arandı, ne altyapı özellikleri ne de eğitimci kadrodaki hekim sayısı dikkate alındı. Ve şu an itibariyle acil tıp uzmanlık eğitimi verilen kurum sayısı 82 oldu.
Yönetmelik’in 11. maddesine göre, eğitim kurumları belirlenen standartlara uymak zorundadır ve beş yılda bir denetlenir. Şimdiye kadar, standart belirleme komisyonunun belirlediği birkaç madde ile sınırlı da olsa, herhangi bir eğitim kurumunun denetlendiğine şahit oldunuz mu? Bunun yanıtı da hayır.
Yönetmelik’in yayımlanmasından bu yana henüz beş yıl geçmedi; muhtemelen 2014’e kadar tüm kurumlar denetlenecek ve eksikliklerinin giderilmesi istenecek. Her gün bir kurum denetlense, denetim üç ay sürer. Eksikliklerin kontrolü dâhil edilirse, toplam altı ay. Peki, tespit edilen eksiklikleri kim, nasıl giderecek? Her dört poliklinik hastasından birinin acil serviste bakıldığı, hasta bakımı ve eğitim altyapısı için hiçbir iyileştirmenin yapılmadığı acil servislerde, uzmanlık eğitiminin gerçekten bir eğitim mi, yoksa günü kurtarmak mı olduğunu görünce nasıl bir karar alınacak, merak ediyorum. Ya da, gerçeği görmemek için yine kafamızı toprağın altına mı gömeceğiz?
Yinelemekte yarar var; İstanbul Tabip Odasının girişimi son derece değerlidir. Art niyet aramadan, yapılan bu girişime destek olmamız gerekmektedir. Bu girişimin mesleki koşullarımızın iyileştirilmesi, uzmanlık eğitiminin olması gereken seviyeye yükseltilmesi ve toplum sağlığının geliştirilmesi için yapıldığının bilincine varma zamanımız gelmiştir.