Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC siyasetinin önemli sorunlarından birisi, makul bir dindarlık ve Atatürkçülük anlayışını geliştirememiş olmasıdır. Bu yüzden birileri dindarlığı bir baskı aracına dönüştürmeye çalışırken, birileri de Atatürkçülüğü bir baskı aracına dönüştürmeye çalışmaktadır. Bu çatışma süreci ya bir tarafın pes etmesi ya da her iki tarafın uzlaştığı makul bir zeminde buluşana kadar devam edecektir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında din ve Atatürkçülük diye bir sorun yok idi. Çünkü Gazi Mustafa Kemal, o dönemde milli bir kahramandı. Sonradan ideolojik bir şahsiyet ve sembole dönüştürülmüştür. Hatta İnönü’nün ilk iktidar dönemlerinde Mustafa Kemal’in milli bir kahraman olarak kabul edilmesine karşı bir hareket dahi oluşmuştu; ancak Gazi’nin halkın gönlünde edindiği yer bunu engellemişti.
Cumhuriyet’in kuruluşu aşamasında din de toplumun ortak değerlerindendi. Bu yüzden Mustafa Kemal Atatürk, toplumun dini hassasiyetini dikkate alarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurdu ve Kuran-i Kerim’in tefsirini Elmalılı M. Hamdi Yazır’a hazırlattı. Ayrıca İslam dininin önemli hadis kaynaklarından olan Sahih-i Buhari’yi de günümüz Türkçesine çevirttirdi. Gazi Mustafa Kemal’in daha sonraları milli bir kahraman olmaktan çıkarılıp siyasi bir figüre dönüştürülmeye çalışılması, doğal olarak Gazi’yi toplumun ortak bir değeri olmaktan çıkarmaya başladı. Cumhuriyet ile özdeşleşen Atatürk zamanla, Cumhuriyetçi Halk Partisi ile özdeşleşmeye başlayınca Cumhuriyetçi Halk Partisi’nin politikaları ile de Atatürk ile özdeşleştirilmeye başlandı. Özellikle çok partili sisteme geçişle birlikte bu durum bir sorun olmaya başladı.
CHP’nin belli dönemlerde dine ve dindarlığa karşı izlediği baskıcı politikalar, zamanla dinin de siyasi bir argüman haline gelmesine yol açtı. Bunun bir sonucu olarak bazı partiler zamanla toplumun dini hassasiyetlerini dikkate alan politikalar geliştirmeye başladılar. Bu durum dindarlık ve Atatürkçülüğün Cumhuriyetin kuruluşundaki makul zeminini tahrip etmeye başladı. Bunun en acı sonuçlarından birisi, Adnan Menderes ve arkadaşlarının idamı oldu.
Atatürkçülük zamanla, irticaya karşı bir savunma mekanizması olarak kullanılmaya çalışıldığı gibi farklı ideolojilere karşı da bir antitez olarak da kullanılmaya başlandı. İlginç olan durum Atatürk’ün sola karşı olduğu iddia edilirken Atatürk’ün partisi olarak kabul edilen CHP’nin sol bir parti olarak siyaset sahnesinde yer almasıdır. Bu yüzdendir ki Türkiye’de gerçekleşen darbe girişimlerinin temel mantığı hala daha çözülebilmiş değildir. Bu yüzden darbelerden zarar gören tarafları dinlediğimiz de hem sağ, hem sol hem de dindar kesimlerin bundan şikâyetçi olduklarını görürüz.
Doğal olarak tüm darbe girişimlerini Atatürkçülük ve dindarlık arasındaki makul zeminin kaybedilmesine bağlamak doğru gözükmemektedir. Yaşanan çatışmalar ve istikrarsızlık doğal olarak toplumun bir kesiminde Cumhuriyetin kuruluşunda Milli bir kahraman olan Gazi Mustafa Kemal’e karşı tepki gösterilmesine yol açtı. Bu ise Atatürkçüler ile toplumun farklı kesimleri arasında gerilim hattının daha da keskinleşmesine sebep oldu. Daha sonraları kuruluna Refah Partisi ve benzer partilerin dine ve dindarlara karşı yapılan baskıları gündeme getirmeleri ile birlikte Atatürkçüler ile dindarlar arasındaki gerilimin artmasına, Atatürkçülük ve irtica söylemlerinin siyasi arenaya daha fazla taşınmasına yol açtı. Bugün Türkiye’de ve KKTC’de yaşanan din ve Atatürkçülük tartışmalarının temelinde, toplumun ortak değerlerinden olan din ve Atatürk’ün siyasi ve ideolojik gruplara ait değerlere dönüştürülmesidir.
Şu bir gerçek ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihini Gazi Mustafa Kemal’den ve dini değerlerden soyutlamak mümkün değildir. O halde yapılacak olan tek şey herkesin üzerinde uzlaşabileceği ortak noktaları tespit etmektir. Bu ortak noktalar şüphesiz ki insan hak ve hürriyetlerine saygı ile birlikte toplumun değerlerine de saygıyı içermelidir. Bunun başarılabilmesi için de hem dindarlığın hem de Atatürkçülüğün bir parti ya da siyasi akımın tekeli olmaktan çıkarılıp cumhuriyetin başında olduğu gibi Cumhuriyetin ortak değerleri olarak algılanmasını sağlamak gerekir. Bu da insan hak ve hürriyetlerinin hukukun teminatı altına alındığı hukuk devleti mantığının, devletin esasına dönüştürülmesi ile mümkündür. İnsan hak ve hürriyetlerinin teminat altına alındığı bir devlet anlayışında, hem din, hem Atatürk hem de bu değerlere sahip olan halk huzur bulabilir. Bu başarılamadığı müddetçe değişecek olan sadece baskı araçları; dolayısıyla da zalimler ile mazlumlar olacaktır.
2 yorum
Çok güzel özetlemişsiniz. Teşekkürler. Camiye gidenin gerici, içki içenin dinsiz gözüyle bakılmadığı bir toplum özlemiyle, saygılarımla.
Gerçekten harika bir yorum ve herkesin rahatça anlayabileceği bir dille yazılmış elinize sağlık.