Mart ayının gelmesiyle birlikte pek çok ulusal ve evrensel gün de birlikte gelir. Mart ayı içindeki gün ve haftalara bakılırsa, Mart ayı ile birlikte soğukların azalması ve baharın yüzünü göstermesinin etkisi ile olsa gerek, önemli günler için sanki yılın başka ayı kalmamış gibidir. Mart’ın 1. Haftası Yeşilay Haftası, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, 14 Mart Tıp Bayramı, 21 Mart Uluslararası Irk Ayrımı ile Mücadele Günü, 21 Mart Nevruz Bayramı, 22 Mart Dünya Su Günü, 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü, Mart’ın 3. Haftası Orman Haftası, Mart’ın Son Haftası Kütüphane ve Vergi Haftası. Bunlar benim bir şekilde etkinliklerine tanık olduğum gün ve haftalar. Bu günleri içine alan haftalarda, konuyla ilgili sorunlar ve çözüm önerileri masaya yatırılmaktadır. Hal böyle olunca, etkinlikler birbiri içine girmekte, herkes kendi etkinliği ile ilgilenirken, masaya yatırılan konuda da hedef kitleye ulaşma problemi ortaya çıkmaktadır. Kıssadan hisse, etkinlikler planlanırken, Mart ayının bu özelliği mutlaka akılda tutulmalıdır. Her kamu ya da sivil toplum kuruluşunun belli bir alanla ilgili -örneğin kadın hakları- etkinlik planlaması yerine konuyla ilgili bir tertip komitesi oluşturulup daha güçlü ve ses getirecek bir iki etkinlikte karar kılınması yararlı olur, kanısındayım. Daha az sayıda, daha katılımlı ve ses getirici etkinlikler olsun.
Bir diğer husus da, insanların benzer konuların tartışıldığı konferans türü etkinliklerden bıktığını düşünüyorum. Yani bu konuyu ben bilirim, siz bu konuda bilgisizsiniz, ben sizi bilgilendireyim, tarzı etkinliklerin modası da geçmek üzere. Elbette bazı konuları bazı kişilerin daha derinlemesine ve akademik düzeyde değerlendirdiği aşikârdır. Ama önemli gün ve haftalarda katılımcıların hepsine hitap edebilmesi için konunun akademik düzeyi zaten belli bir düzeyde tutuluyor. Örneğin; hekimlerin yaşadığı sıkıntılar, hekimlere yönelik şiddet ve kadınlara yönelik erkek şiddeti gibi herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği konularda, ilgili konuda katılımcıların etkin katıldığı daha küçük ölçekli, ancak daha etkili yöntemler -atölye çalışmaları vb.- kullanılmasının daha yararlı olacağı kanısındayım. Bunlar benim her Mart ayı trafiğinde aklıma gelir, paylaşayım istedim.
Gelelim Mart ayının “Hekimlere Özel” günü ve haftasına. Hekimler sağlık alanında bu kadar karmaşa varken, kutlanacak ne var ki, dercesine buruk kutlamalar yaptılar. Kutlamalar buruk olmakla birlikte bu yıl diğer yıllardan farklı olarak “Çok Ses tek Yürek” sloganıyla 13 Mart’ta Ankara’da bir araya geldi hekimler. Ben de, bütün televizyonlar bu buluşmaya geniş yer verecek sandım. Kelimenin tam anlamıyla “zaping” yaptım. Haber bültenlerinde bir ya da birkaç cümle ile geçiştirildiğini gördüm. Akşam saatlerinde CNN-Türk’teki açık oturum dışında, hekimler ve sağlık çalışanları ne istiyor, temel tartışma konuları nelerdir, gibi sorulara açıklık getirecek bir sunum olmadı. Bir de bu hafta içinde televizyonlarda, bir hekimin iş yaşamından ve ev ve aile yaşamından kesitler verilsin, bir hekimin nasıl hekim olduğu, okul bitse bile bitmeyen eğitim süreci, annesi, babası, çocuğu ve yakınlarının bakış açısının yansıtılmasını bekledim. Hiç böyle şeyler görmedim. Herhalde çok şey beklemişim diye düşündüm. Örneğin; 24 Kasım Öğretmenler Günü veya Nisan ayındaki Polis Haftası’nda bu meslekleri yücelten söylemlere ek olarak, bunu destekleyen yaşam kesitlerine yer verilir. Her meslek gibi bu mesleklerin yüceliğine ve bu aktarımı hak ettiklerine ben de inanıyorum, ama insan hekim olarak da böyle bir şeyi bekliyor. Bir yandan “Her şeyin başı sağlık”, “Sağlık olsun, gerisi hallolur” gibi ifadeler günlük konuşmalarımızın ayrılmaz parçası iken, diğer yandan emeğimiz ve mesleğimizin gün geçtikçe değersizleşiyor olması insanı üzüyor.
Adli tıp uzmanları, uzmanlık alanının da özelliği nedeniyle özlük hakları ile ilgili her türlü sıkıntıyı iki kat yaşayan, ne tam anlamıyla sağlık mensubu ne de tam anlamıyla hukuk sisteminin bir parçası olan bir hekim grubu. Yazımı yine, memleketimden adli tıp manzaralarından birini daha ekleyerek bitiriyorum.