İnsan, doğal psikolojik yapısı gereği bir işi severek, içten benimseyerek ve başkası tarafından zorlanmadan yapmayı tercih eder. Başkası tarafından zorlayarak yaptığı işi hem tam konsantre olarak yapamayacağından eksik yapacak, hem de kendini bu zorlanmaktan kurtarmak için bir an önce kaçmak için fırsatlar kollayıp duracaktır. Eğer bu zorlama sırasında kendisi ile aynı eğitimi almış veya belki de daha az eğitim süresine sahip olduğu halde, kendisi gibi bir zorlamaya tabii olmayan başka gruplar da varsa, bu farklı uygulamayı kendisine yediremeyecek, haksızlığa uğradığını hissedecek ve bu zorlamalı farklı uygulamanın ezikliğini hissedip duracaktır.
Şu anda sadece Türk Silahlı Kuvvetleri, emniyet mensupları ve öğretmenler, gelişmişlik düzeylerine göre derecelendirilmiş bölgelerde dönüşümlü olarak görev yapmaktadırlar. Ancak bu meslek gruplarının bölgelerde dönüşümlü olarak yaptıkları bu görevleri, zorlamalı bir iş yaptırma değil, talip oldukları meslekleri ile ilgili devlet görevinin gereği bir uygulamadır. Bu meslek grubu, her ne kadar meslek grupları gereği görev bölgelerine gitmekte iseler de gittikleri yerlerde kendileri gibi bölge bölge dolaşmayan başka meslek gruplarını görünce yine de az veya çok kendi durumlarından dolayı, muhtemelen bir eziklik hissine kapılacaklardır. Olur da bu meslek grubundan bir kişi, bölgesel görev zamanını henüz tamamlamadan istifa edip görevinden ayrılacak olursa, varsa diploması veya belgesine el konulmamakta ve memuriyet dışında benzer özel bir işe girebilmektedir.
Sağlık Bakanlığı’nın hekimlere uygulamaya koyduğu mecburi hizmet uygulaması, konumları nedeniyle devlete ödemek zorunda oldukları mecburi bir uygulama, yerine getirilmesi gereken bir borç değil, zoraki yaptırılan bir uygulamadır. Sağlık Bakanlığı’nın gerekçesi, gelişmiş ve gelişmemiş ülkemizin tüm bölgelerine hekim gönderememek ve tüm halkımızı sağlık hizmetlerinden yararlandırmak istemesidir. Bence bu gerekçenin yerine getirilmesi;
a) Mecburi, daha doğrusu zoraki hizmet uygulaması,
b) Sözleşmeli doktorluk veya
c) Yüksek maaş vermekle gerçekleşemez. Çünkü;
a) Devlete hizmet yükümlülüğü, sadece hekimler, ordu, emniyet ve öğretmen grubunu değil, yüksek öğrenim gören her meslek grubunu ve hatta her memur grubunu kapsamalıdır. Veya “Devlete Hizmet Yükümlülüğü” deyimini kullanmaksızın, hangi isim ve meslek grubu olursa olsun en az kademelisinden, en yüksek kademelisine kadar devlet memuru statüsündeki tüm personel, ülkenin derecelendirilmiş gelişmiş ve gelişmemiş bölgelerinde dönüşümlü olarak görev yapmalıdır. Böylece herkes bu dönüşümlü görevliliği bilerek devlet memurluğunu seçer ve zorakilik konusu gündeme gelmemiş olur. Hekimlerin şimdiki gibi hissettikleri zorlanmışlık ve haksızlığa uğramışlık hissine kapılmaksızın ve hangi bölge olursa olsun, görevini yerine getirmiş olur. Tüm memur olanlara uygulanacak böylesi hakça bir uygulama, fırsat eşitliğine de uygun olur. Dolayısıyla da hekim de diğer memurlar gibi, haksızlığa uğratılmamış olacak ve diplomasına el koymak zorunluluğuna da ihtiyaç kalmayacaktır.
b) Sözleşmeli personel çalıştırma, eğer sözleşmeye son verme veya uzatma ile ilgili kurallar yanında denetleme, ödüllendirme ve cezalandırma kriterleri de açıkça belirtilmiş ise ve hakkaniyetle sadece bu kurallara uyulacak güvencesi de varsa, bence ideal bir uygulamadır. Ancak böylesi kesin kurallar olmadan ve dışarıdan müdahaleler yanında, sadece kişi kanaati ve kararına bağlanılacaksa, sözleşmeli sistemin işlemesi ve kişilere güven vermesi mümkün değildir.
c) Sadece yüksek maaş vermek de bölgeler arası hekim dağılımındaki dengesizliği çözmeye yetmeyecektir. Çünkü yukarıda belirttiğim gibi, insanın psikolojik ve duygusal yapısı, zoraki iş yaptırılma his ve ezikliğini, paradan üstün tutmakta ve fazla ücret alma, bu hissi silmemektedir. Ayrıca tıp fakültesinden mezun olan veya uzman olan her hekimin aileden gelen maddi durumu, fazla ücreti tercih etmeye yönlendirmeyebilir. Diğer tüm memurlar ile eşit konumda olacak olan hekimlerin tüm bölgelerde dönüşümlü olarak görev yapmaları sırasında özendirici olarak, derecesine göre her bölgedeki görev karşılığında ayrıca;
• Altı yıllık eğitimleri karşılığı yanında yıpranma payı olarak da kıdem ilerlemesi verilmeli,
• Maaş farklılığı sağlanmalı,
• Hekimliğin her branşına ve pratisyenliğe göre belirlenen asgari aylık, haftalık veya günlük iş kapasitesini, bilimsel araştırma, makale, kongre bildirisi ve konferans aktivitelerini aşanların, fazla olan her aktivitesi için prim verilmeli ve hekimin asgariyi aşan emekleri değerlendirilmeli. Yani az çalışan ile çok gayret eden farkı primlendirilmeli ve çalışan motive edilmeli. Ancak bu primlendirme işlevi sıkı bir denetim ve gerekirse ceza ile paralel gitmelidir.
• Pratisyenlere, hizmet bölgelerine göre farklı olacak şekilde mutlaka belirli bir TUS puanı eklenmeli (Dr. İbrahim Ersoy’un gündeme getirdiği),
• Görev sırasında olacak malign, yaşam kalitesini olumsuz etkileyip özürlülüğe neden olacak veya yaşam süresini kısaltacak bir hastalığa yakalanma, bölge hizmet süresine sayılabilmeli.
• Yıllık ve mazeret izinleri bölge hizmetinden sayılmalıdır.