Herhangi bir yerdeki adaletsizlik, her yerdeki adalet için bir tehdittir.”
Martin Luther King Jr. [1929-1968: Amerikalı Zenci Din Adamı ve Aktivist]
Değerlerin alt üst olduğu, itibarın para ve şöhret ile ölçüldüğü, maddiyatın her türlü değerin önüne geçtiği, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” anlayışının bir esas olarak kabul edildiği, “Çeşme akarken testini dolduracaksın!” düşüncesinin hiç yadırganmadığı, “Devletin malı deniz, yemeyen keriz!” pespayeliğinin hüsnükabul gördüğü bir ülkede etik dersleri vermek ne kadar zor bir iş.
“Adalet Mülkün Temelidir!” demiş Hz. Ömer. Tabii buradaki “mülk” eşya, para, arsa vs. anlamında değil, “devletin egemenliği altında bulunan toprakların bütünü; ülke” anlamında kullanılmış. Bir adaletin ülkenin temelini teşkil etmesi gerektiği gerçeğine bakıyoruz, bir de memleketteki adalet sisteminin haline. Mahkeme kararları çoğu zaman davaya bakan hâkim, savcı veya mahkemeye göre değişiyor. “O zaman ne anladım ben bu adaletten” diyesi oluyorum, içimden bir ses bana, “Önce sen kendi meslektaşlarının haline bak” diyor. Hukuk bir sosyal bilim ve kullandığı yöntem bilimsel olsa da aslında bir “pozitif bilim” değil. Hukukta her zaman 2 + 2= 4 etmez. Hâkimin/savcının/mahkemenin “kanaati” diye bir kavram var. Tıp öyle mi ya? Tıpçılar “pozitif bilimciyiz” diye gururlanarak dolaşırlar. İstisnalar dışında tıpta hep 2 + 2= 4 eder. Ama nasıl oluyorsa, mahkemeler bazı durumlarda “bilirkişi” sıfatı ile hekimlerden görüş istediklerinde, tıpkı davanın hangi hâkime, savcıya, mahkemeye gittiğine göre kararın değişmesi gibi hastanın “Mahkûmun- hangi doktora veya hastaneye gittiğine göre de karar değişiyor. Bir doktor/hastane bir şey söylüyor diğer doktor/hastane başka bir şey. Bu görüşler birbirinin zıttı olduğunda da kimse “Bre doktor, sen bilirkişi misin, bilmezkişi misin”? diye sormuyor. Karar birbirinin aksi, ya biri biliyor ya da öteki. Ya da ikisi de bir şey bilmiyor. Baksanıza şu meşhur davadaki skandallara; bir hastane “Mahkûmun cezaevinde kalmasına engel olacak bir sağlık sorunu yoktur” diyor, bir diğeri “mahkûm hemen tahliye edilmelidir, bu vaziyette cezaevinde kalmasında tıbben mahsur vardır.” diyor. Hangisi doğru? Belli ki biri ya yalan söylüyor, ya da işini bilmiyor. Mahkûmlar hastane ve doktor beğenmiyor. Kendileri için “en doğru” kararı verecek hastane ve doktoru arıyorlar, tıpkı “en doğru” kararı verecek nöbetçi mahkeme gibi. Ve doktor raporuyla mahkûmlar makam ve rütbelerine göre sırayla tahliye ediliyor.
Böyle bir mesleğin ahlak felsefesi üzerine düşünce üretmekten hicap duyuyorum. Mesleğin böyle kirli işlere alet edilmesinden nefret ediyorum. “Biz hekimler ettiğimiz yemine sadık kalarak çalışıyoruz.” diyenlere “Yok yahu! Hangi yemin”? demek istiyorum.
Unutulmasın, Tanrı bile kendi emirlerinin “ertelenmesi” veya “iptali” yetkisini hekimlere bırakmış. Oruç, namaz, hac gibi ibadetler dinin emirleri iken bir hekimin tavsiyesi ile bu ibadetler “ertelenebilir” veya “iptal edilebilir.” Mahremiyet İslam dininin temel esaslarından biriyken bu anlamda hekime önemli ölçüde muafiyet tanınmış. Ama bu hekim için iki sıfat öngörülmüş “hazık” (Ehil: Usta.) ve “salih” (iyi. Bu “iyi”nin açılımı sayfalar alacak bir şey olduğundan burada detaylandıramıyorum. İsteyen internette bir arama motoruna “Salih” yazıp araştırabilir.) Bu örneği sadece, din gibi “dogmatik” ve katı “normatif” bir alanın bile hekimi “ayrıcalıklı” gördüğünü göstermek için verdim.
Adalet sistemi ve onun içindeki çalışanlar da dahil, ülkemizdeki meslek mensuplarının önemli bir kısmı, bilirkişilik / raportörlük / hakemlik / müfettişlik /vb. görevler söz konusu olduğunda maalesef bulundukları makamlara ihanet ediyor ve mesleki otoritelerini kötüye kullanıyorlar. Burada “kötüye kullanmaktan” kasıt, mesleğinin ve mesleki bilgisinin gereğini değil, ideolojisinin ve dünya görüşünün gereğini yapıyorlar. Böylece kendilerine gösterilen güveni suistimal edip ilgili kişilere zulüm (Zulüm: Güçlü bir kimsenin yasaya veya vicdana aykırı olarak başkasını uğrattığı kötü durum, kıygı, eziyet, cefa. -TDK Sözlüğü-) yapıyorlar. Bu durum mahkeme kararlarında da, doçentlik jürilerinde de, hasta raporlarında da, mali denetimlerde de, makale danışmanlıklarında da, işe alma sınavlarında da, her yerde aynı. Ama beni en fazla kendi meslektaşlarımın yaptıkları ilgilendiriyor. Son 1,5 yıldır ülkemiz adalet sisteminin ve mahkemelerinin uğradığı itibar kaybına, son 6 ayda herkesin gözü önünde sergilenen “Doktor Raporu ile Mahkûm Tahliyesi” komedisi ile hekimlik mesleği de uğramış bulunuyor. “Bir eli yağda bir eli balda ama özgürlüğü kısıtlanmış şekilde cezaevinde yatamaz.” diye rapor edilenlerin tahliye olup ortalıkta “fink atması” kamu vicdanını da yaralıyor, hekimlik itibarını da zedeliyor.
“Men Dakka Dukka!” (Çalma Kapıyı Çalarlar Kapını!”); “Ettiğin Yanına Kâr Kalmaz!”, “Bugün Ona, Yarın Sana!”, “Etme Bulma Dünyası!”, “Keser Döner Sap Döner, Gün Gelir Hesap Döner!”… Daha ne diyeyim?