Doktorlar, meslektaşlar, kongreler de olmasa birbirlerini göremez oldular. İşler yoğun, çalışma hayatı zor, şehirler, kasabalar, birbirine uzak. Bir kongre ya da toplantı olduğunda, hele bir de zaman uygunsa, eşlerini ve çocuklarını da birlikte getiriyorlar.
Bu sayede yıllardır birbirlerini görmemiş olanlar, okul, fakülte, hastane arkadaşları fırsat bulup, hasret gideriyorlar.
Kongrelere, çocuklarıyla, eşleriyle birlikte gelenlere hep imrenerek bakarım. Bizim gençliğimizde, bu kadar çok kongre olmazdı. Sponsor hele hiç bulunmazdı. Olan kongrelere de hocalar göndermezdi. Bu yüzden benim çocuklarım hiç kongre göremediler, kongre havasını hiç yaşamadılar.
Yine bir ulusal TJOD kongresindeyiz. Akşam, ‘Vefa Oturumu’ nda kaybettiğimiz değerleri hatırladık, emekli olanlara şiltler verildi, duygusal konuşmalar yapıldı, fotoğraflar gösterildi. Geçen sene bana da verilen, bu yıl da dört duayen meslektaşımızın ‘onursal üyelik diploması’ almasıyla, salonda bulunan meslektaşlar, hepimiz onurlandık. Arkadaşlarım adına ayrıca gururlandım.
Antalya havalimanında, bizi siyah bir Vito limuzinle aldılar. Kongre merkezine geldiğimizde, bir tantana ki, sormayın gitsin. Kongreyi düzenleyen firmanın başkanı, dernek yönetim kurulu üyeleri, görevli kızlar ellerinde çiçekler, etraf oldukça kalabalık. Meğerse ilginin çoğu, birlikte geldiğimiz, başka bir derneğin başkanı olan arkadaşa imiş. Onların da düzenledikleri aktiviteler olsa gerek, kongrelerini alır mıyız diye midir nedir, bilemiyorum. Bir zamanlar bizler de, Ulusal Aile Planlaması kongrelerini yapardık. Bu işleri, ucundan kıyısından birazcık da olsa biliriz.
İki yıl önce emekli olup, artık mesleğe bir nokta koyduğumdan, kongrede toplantıların bir kısmına katılmadım. Yine de görebildiğim kadarıyla, kongre bilimsel açıdan oldukça başarılıydı. Akşamları, ana salonda yapılan müzik gösterilerinde, aşırı gürültü ve tırmalayıcı ses nedeniyle çok fazla bulunamadım.
Sağ olsunlar, dernek yönetiminin desteğiyle, son kitabım olan ‘Anılar Silinmeden’i TJOD standında meslektaşlara dağıtıyorlar. Vakit bulduğumda meslektaşlarım için imzalıyorum. Samet Bayrak hocanın kitabına ve benim kitabıma oldukça yoğun bir ilgi var. Bilirkişilik kitabından bir tane daha alıp, Gazi kadın doğum kütüphanemize konulması için arkadaşlara veriyorum.
Sabahları erken kalkıp, İzmir’den Niyazi hoca ile birlikte yürüyüş yapıyoruz. Hoca, ayrıca fotoğrafçılığa da meraklı, bolca resim çekiyor. Telefonundan kaç adım attığımızı, kaç kilometre yürüdüğümüzü söylüyor.
Bir akşam, Gazi Tıp Fakültesi’nden yetişmiş arkadaşlarla birlikte, geleneksel akşam yemeğimizde buluşuyoruz. Gençler birbirleriyle ve hocalarıyla hasret gideriyorlar. Bir zamanlar birlikte çalıştığımız, kader birliği ettiğimiz, sonradan İstanbul’a gitmiş bazı arkadaşlar, özel restoranda balık yemeyi, eski dostlarla birlikte olmaya tercih edip, arada bir beş dakika olsun uğrama zahmetinde bile bulunmadılar.
Bu durumu ertesi gün, bir arkadaşımla paylaştığımda, arkadaşım, – hocam, ‘menfaat bitince muhabbette bitermiş’ dedi. Doğru söze ne denir. Zamanında kendi menfaatleri için, ta Amerika’dan, telefonla arayanlar, menfaatleri bitince, çil yavrusu gibi dağılıverirler. Hayatımızın ve çağımızın gerçekleridir bunlar. Beğensek te, beğenmesek de, durum böyle. İstanbul bu, kimleri köyünden, kasabasından getirip sosyeteye sokmadı ki, kimleri nerelere getirmedi ki, kimleri ağzında çiğneyip, yutup harcamadı ki. Bozar insanı bozar, hem şöhret hem de para. Asla onların, kulu kölesi hatta esiri olmamalı, hele hele paranın, malın mülkün gardiyanı hiç olmamalı insan. Sonuçta, yediğimiz içtiğimiz ayrı olsa da, geldiğimiz yer de, gideceğimiz yer de bellidir.
Kongrede, yılların duayen hocaları ve idarecilerden bazılarının, ‘gelecek kongrede, bir kez daha görev alabilir miyim’ tasasıyla, dernek başkanına, yönetimdeki arkadaşlara, özellikle yakın durma gayreti içinde olmaları, devamlı yağ çekmeleri, gözlerden kaçmadı. Aslında, ‘idareciler soba gibidir’ derler. Ne çok yakınında, ne de çok uzakta duracaksın. Mesafeyi hep koruyacaksın. Çok yakınına gelirsen sobadan yanarsın, çok uzağında kalırsan da donarsın.
Hep söylerim hep yazarım, ‘üretimin varsa, her daim, her yerde varsındır, üretimin yoksa, er ya da geç silinir ve kaybolur gidersin’.
Gençler, siz ona buna bakmayın. Devamlı araştırmaya, yeni teknikler geliştirmeye ve durmaksızın üretmeye bakın. Kongrede gençlerin yaptığı pek çok iyi şey gördüm, onlarla gururlandım. Yaptıklarınızı devamlı olarak kayıt altına alın, hatta günlük tutun diye yüreklendirdim. Ne demişler, ‘alim unutmuş, kalem unutmamış’. Sen yaz, at bir kenara, gün gelir makale olur, gün gelir kitap olur, yayınlarsın.
Gençken, gücün varken durmadan çalış. Devamlı iyilik yap, devamlı üret, doğru bildiğin yoldan ve deontolojiden asla ayrılma.
Bu konuda, veciz sözlerimiz bile vardır. Çok da güzeldir. Eskiler, ‘iyilik yap denize at, balık bilmezse halik bilir’ derler. Çalışmaya, üretmeye ve iyilik yapmaya devam.