Başlıkta geçen metafizik kavramının operasyonel tanımlarını vermekle işe başlamalıyız. Burada metafizik felsefi anlamından tamamen kopuk olmamakla birlikte, gündelik kullanımına uygun bir içerikle ele alınmaktadır. Buna göre metafizik bu makale boyunca insan ve toplum sorunlarını rasyonel, nedensel ilişkiler çerçevesinin dışına çıkarak mistik, gnostik, dogmatik inanç ve düşüncelerle açıklamaya çalışma girişimlerinin tümünü ifade etmek üzere kullanılacaktır. Ayrıca burada metafizik, rasyonel, bilimsel, nedensel açıklamaları koşullamak üzere ona giydirilen “inanç” ve “zahidane bağlanma”yı da tanımlamaktadır.
Bu yazı toplumun bilim ile inanç alanlarını birbirine karıştırarak, metafizik bir zemine derinliğine daldığını; inancını (bunu sadece dini inanç anlamında kullanmıyorum) bilgi yerine ikame ederek hamasi bir söylemle savunduğunu iddia etmektedir. Üstelik de bunun sadece bir ideolojik ya da dinsel bir kesimin değil; külli bir toplumsal problem olduğunu iddia etmektedir. Bu metafizik bağlılık, neredeyse bir “dindar”lık biçiminde tezahür etmektedir ve tüm ideolojik, dini, mezhebi vb. aidiyetler seküler veya dini kökenli olsun hepsi “dindar”ane bir yaklaşım göstermektedirler. Bu sebeple toplumda bir yönüyle dindarlık problemi yoktur; ancak her şeyi metafizikleştirme eğilimi arttığı oranda dindarlık bir problem şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Öncelikle bazı parametrelerimizi sıralayalım. Birincisi, inanç bilgi değildir. Bir inanç, ortak insani bilgi kategorileri ve akılsal çıkarsamalarla ortaya konulamadığı sürece inanç alanında kalır. İnanç değersiz değildir; ancak insanlar kendi inançlarını (burada sadece dini inancı kastetmiyorum; seküler ya da dini kökenli, ideolojik vb. tüm inançlar ve kabuller) bilgi haline getiremedikleri sürece onların inanç düzleminde kaldıklarını kabul etmelidir. Kur’an-ı Kerim, muhataplarıyla konuşmalarında onları “delillerinizi (burhan) getirin” derken bu ortak alanda konuşmaya davet etmektedir. Bu bağlamda hiç kimse kendi inançlarını bir diğerinin kabul etmesi yönünde zorlayamaz.
İkincisi, insanlar gündelik hayatta karşılaştıkları sorunları, ürettiği bilgiler, deneyimler ve insanlığın ortaya koyduğu müktesebat ve ilkeler etrafında çözeceklerdir. Bu anlamda bilimin teolojinin (dinin, ideolojinin vb. teolojisi) içerisine sıkıştırılması tavrı bir çözüm üretmeyecektir. Bilimin teolojinin içerisine sıkıştırılması, inanç alanında genel perspektif oluşturacak bilgiyi gündelik hayatın bütün tikel sorunlarına seferber etmek demektir ki, teolojinin fizik, kimya ya da sosyal bilimlerin tüm problemlerini halletmesini beklemek demektir. Tabii ki böyle bir şey sağlanamayacağı için metafizikleşme kesin bir netice olarak ortaya çıkacaktır. Üçüncüsü, inanç ile bilim arasında elbette bir ilişki vardır. Bu bağlamda, inanç bir yandan insana motivasyon sağlayıp diğer yandan anlam dünyasını oluşturur. Buna karşılık bilimin inancı her halükarda doğrulamak üzere harekete geçirilmesi ise uzun vadede insanı gerçeklikten koparacaktır.
Toplumumuzda dini, ideolojik, mezhepsel vb. farklılıkların söylemlerine, yaklaşımlarına ve konuşmalarına baktığımızda, hepsinin aynı handikapları taşıdığını görmekteyiz. Temel problem herkesin kendi görüşlerine (teoloji haline getirdikleri inançlarını) imani bir unsur gibi bağlanarak, diğerini hesaba çekmesi, azarlaması, ayar vermesi ve suçlama dili kullanmasıdır. Üstelik tüm bu suçlamalar gerekçelendirmelerden uzak olduğu gibi, bir konuşma ve tartışma çerçevesinde de gelişmemektedir.
Dolayısıyla toplumda farklı görüşteki (inançtaki) insanlar aidiyetlerine bağlı olarak yarattıkları dindarlıklarına dayanarak, ortak insani bilgi ve aklın alanlarında sorunlarını tartışmaktan gittikçe uzaklaşmaktadırlar. Bunun doğal bir sonucu olarak problemlerine rasyonel, nedenselliğe dayalı, insani birikim ve deneyimlerden yararlanarak çözüm üretmek yerine kendi “doğru”larını her halükarda onaylatmak üzere metafizikleşme yoluna gitmektedirler.
Metafizikleşme sadece kurumsal anlamda bir dine bağlılık çerçevesinde gelişmiş olmayıp, maalesef ideolojik, felsefi, cemaatsel tüm sosyal ve kültürel evrene musallat bir tavır olup, tüm farklı ideoloji, din ve felsefi görüşleri dikine kesen ve hepsini aynı çizgi üzerinde birbirine benzeten bir “dindar”lık üretmiştir. Metafizikleştirme hem teoloji hem de bilimin kendi sınırları, kotaları ve meşruiyet alanlarının dışına taşarak fazladan içerimlerin sıkılaştırılarak dahil edilmesi işlemini zorunlu kıldığından her türlü değersel zemini de hamasetin içinde araçsallaştırmaktadır. Zira hamaset rasyonelliğin ve bilginin dışındaki işlemlerle kendisini hesaba dahil etmektedir.
Dini, mezhebi, ideolojisi, görüşü ve düşüncesi ne olursa olsun; toplumda temel problem herkesin kendi inandıklarını metafizikleştirerek, sorunlarını ortak insani kategorilerdeki bilgi, akıl ve deneyimler üzerinden konuşamamasıdır. Zaten herkesin haklılığı “mutlak” olunca, metafizikleşme kaçınılmaz hale gelmiştir. Gerçeklikten kopmayı getiren bu durum, bir yandan “gerçeklik” ve “metafizik” arasında düalist bir ilişki yaratmakta diğer yandan metafizikleşmeyi matematiksel bir işlem gibi önermektedir.