Sağlık çalışanı olmak riskli bir iştir. Hayır! Hasta veya hasta yakınlarının saldırılarından bahsetmiyorum. O, her meslek için geçerli. Bakmayın bizim meslektaşların seslerinin fazla çıktığına. Cinnetin ayyuka çıktığı, hiç kimsenin ‘boş gezmediği’, “Hak verilmez alınır” zihniyetinin yerleştirdiği bir ülkede hizmet verdiğin insanlar arasından çıkan nankör magandaların saldırısına uğramak her meslek mensubu için muhtemel. Sadece, öğrenci velisi öğretmeni veya vatandaş vergi dairesindeki memuru dövünce 3. sayfa haberi olurken, hasta yakını hekimi döverse manşetten verilmekte.
Ben bu hafta biraz daha farklı, metafizik bir riskten söz edeceğim. Yazacaklarım herkes için anlamlı ve bağlayıcı olmayabilir. Ama hangi köşe yazarının yazdığı her şey herkes için anlamlı ve bağlayıcı ki? Malum, icra edilen her meslek sonuçta birey olarak insana ve genel olarak da topluma hizmet için yapılır. Her hizmetin bir karşılığı olduğu gibi, insanlar da yaşamlarını icra ettikleri mesleklerinden kazandıkları paralar ile idame ettirirler. Hekimlik, hemşirelik ve diğer sağlık çalışanı olmak da böyle bir şeydir. Hemşireler ve diğer sağlık çalışanlarını bir an için bir tarafa bırakacak olursak, hekimler her çağda ve her toplumda yaptıkları işin karşılığında hem itibar, hem de para sahibi olmuştur. Her ne kadar günümüzde geçmiş dönemlerin hekimlerinden farklı olarak bu mesleğin ‘esnaflarına’, itibar ve insanların kendilerine duyduğu saygı ve minnet yetmediği için yollara ve meydanlara dökülme ‘basitliğini’ gösterseler de, özünde hekimlik var olduğu günden bu yana bulundukları toplumun parasından ziyade minnet ve saygısına talip olagelmiştir. Kimse bana kızmasın, “Nasılsa senin tuzun kuru” demesin. (Eğer diyen olursa esas o zaman ‘açtırırlar kutuyu’.) Meydanlara dökülmek, yürüyüşler yapmak, hak arayışına girmek veya protesto eylemleri yapmak işçilere ne kadar yakışıyorsa, hekimlerde -ve üniversite hocalarında- da o kadar yakışıksız ve çirkin duruyor. Bir de yargı mensupları var, ama onlar benim meslektaşım olmadığı için onları eleştirmeyi de kendi içlerinde olup da onlardan farklı düşünenlere bırakıyorum. Herhalde 3 meslek grubunun da ortak noktasını fark etmişsinizdir, üzerlerine giydikleri cübbe veya önlükler. Toplum nazarında birer saygınlık ibaresi olan o kostümleri ‘ucuz eylemlere’ alet etmiyorlar mı, insanın “Yazık size toplumda bu statüyü verenlere” diyesi geliyor. Asıl konumuz bu değil.
Hekimliğin diğer mesleklerle benzerliği olan “yaptığı işin karşılığını parasal olarak almayı” zikrettikten sonra farklı olan bir yönünü nazara vermek istiyorum. Hekimlikte, üzerinde mesleğinizi icra ettiğiniz kişi size ‘ücretinizi’ ödese bile yine de minnet ve şükran duyar. Her görgülü insanın aldığı hizmet karşısında ettiği teşekkürden bahsetmiyorum. Size servis yapan garsona, arabanızı tamir eden teknisyene, sizi savunan avukata ve diğerlerine ücretlerini öder ve teşekkür edersiniz. Bu bir adabı muaşeret kuralıdır. Ama ağrısını dindirdiğiniz, nefesini açtığınız, idrar sondasını taktığınız, pansumanını değiştirdiğiniz, anjiyosunu yaptığınız ve hastalığına tanı koyup tedavi ettiğiniz hasta -büyük bir çoğunlukla- size ‘ücretinizi’ ödediği halde minnettar ve müteşekkir kalır ve çoğu zaman “Allah Razı Olsun!” der. Bu, ilginç bir durumdur. Zira yaptığınız sizin asli görevinizdir ve -çoğu zaman da- karşılığını ‘gani-gani’ almaktasınızdır. İşte bahsettiğim metafizik risk de burada başlar. “Allah Razı Olsun!” sözü, “Selamünaleyküm”, “İnşallah”, “Maşallah” hatta “Bismillah” gibi anlam yükünü çok fazla düşünmeden kullandığımız ve dilimize yerleşmiş kelimelerden birisi olsa da, özünde, “Yılbaşı piyangosunda en büyük ikramiye sana çıksın” gibi büyük bir temenniyi barındırır. Bizim kültürümüzde anne-babanın, yolcunun, mazlumun ve hastanın duası çok önemlidir. Bu dua ile duanın muhatabı arasında hiçbir ‘perde’ olmadığından bahsedilir. Yani bu kişiler birisi için yürekten -iyi veya kötü- bir şey dilerse onun gerçekleşeceğine inanılır. Bunun ‘bilimsel’ ispatını hiç istemeyin. Dedim ya, metafizik bir yazı yazıyorum. Sözlerime katılmıyorsanız endişe etmeyin ve “alıcılarınızla da oynamayın”. İşte hekimler her gün bu ‘metafizik serpintiye’ maruz kalmaktadır. Radyasyonun doğru frekansta, doğru noktaya, doğru zamanda ve doğru miktarda verilince şifa, bunun dışında ise felaket olduğu gibi, hekimler de evlerine bu ‘metafizik serpinti’ ile yüklenmiş olarak giderler. İşte hekimlerin hayatlarını (Açıklama: ‘Yaşam’ biyolojik bir kavram, ‘Hayat’ sosyolojik bir kavramdır ve ‘Hayat’=‘yaşam’+yaşamın içinde yaşananlardır), yani kendisinin ve bütün sevdiklerinin hayatlarının akışını bu ‘serpinti’den üzerlerine isabet eden ‘metafizik yük’ şekillendirir. Bu ‘metafizik serpinti’ öylesine hissedilmez ve gözle görülmez fakat bir o kadar kuvvetlidir ki tıpkı radyoaktivite gibi yalnızca sizin hayatınızı değil, gelecek nesillerinizi ve -eğer varsa veya siz var olduğuna inanıyorsanız- öldükten sonraki hayatınızı da etkiler.
Hemen aklınıza; “Sürekli bu ‘metafizik serpinti’nin yararlı boyutta olanına maruz olduğu halde kıt kanaat yaşayanlar ile, ‘metafizik serpinti’nin en zararlı dalga boyunda olanlarını her gün yüklenenlerin maddi zenginlikleri” gelmiş olabilir. Dedim ya, bu ‘metafizik serpinti’nin etkisi öyle hemen çıkmaz ve etkisi ‘göz ile görülen’ ile sınırlı değildir.
Aslında biz etikçilerin onlarca teori, yüzlerce kitap ve binlerce makale ile anlatmak istediklerinin özü burada yatıyor. Belki de hastane kapılarına şunları yazmak gerekli: “Hastane ortamındaki ‘metafizik serpintiye’ dikkat ediniz!” “Almayın mazlumun ahını çıkar aheste aheste!”
Bütün sağlık çalışanlarının, -özellikle de hekimlerin- müspet ‘metafizik serpinti’ sağanağına uğramaları temennileriyle.