Mevlâna’nın tek maksadı, zaman ve zemine göre değişken olmaları nedeniyle Kur’an’a dinamiklik kazandıran müteşabih mesajları değil, Kur’an’daki evrensel ve zaman üstü özellikteki ve her biri birer ibadet olan muhkem mesajları insanlara bir başka pencereden göstermek, anlaşılır kılmak, sevdirmek, yaşatmak ve arınmasına, Mümin olmasına yardımcı olmaktır. Mevlâna, hayatını Kur’an ile yaşamış ve bütün eserlerinde Allah’ın muhkem buyruklarını insanlara tefsir etmeye, onların anlayabileceği seviyeye çekmeye çalışmıştır. Çünkü Mevlâna’ya göre “Kur’an, anlaşılması ve ona göre yaşanması gereken bir kitaptır.” der ve 5 eserinde 1700 kadar ayetin tefsirini açıklar (“Din ve Beyin” kitabından).
“Gene gel, gene, Ne olursan ol, İster kafir ol, ister ateşe tap, ister puta, İster yüz kere tövbe etmiş ol, Umutsuzluk kapısı değil bu kapı, Nasılsan öyle gel! (Rubailer-60).” İşte Mevlâna bu sözleri ile insanları bir ümmet, bir canlı nesli olarak görmekte ve bireyi de bu neslin bir ferdi olarak ele almaktadır. İnsana, rengine, şekline, etnik kökenine, sözüne, davranışlarına veya inancına göre yaklaşmamakta ve tüm insanları, tüm insanlık okyanusunun birer damlası olarak değerlendirmektedir. Mesnevi’sindeki şu sözleri de bu özelliğini pekiştirmektedir: “Edebi olmayan, yalnız kendisine kötülük etmiş olmaz, belki edepsizliği yüzünden bütün dünyayı ateşe vermiş olur (Msn.-1:80). Kâsedeki su, nehir suyuna karışınca, orada kendi varlığından kurtulur da, nehir suyu olur (Msn-1:3913). İyilikler de, kinler de gizli bir yoldan, gönüllerden gönüllere gider (Ms-2, 1421). Müminler çok sayıdadır ama imanları birdir. Bedenleri de ayrı ayrıdır, çok sayılıdır, fakat ruhları birdir. Kardeştir. Çünkü aynı yerden gelmişlerdir (Ms-4:408)”.
Mevlâna, sağlığımızı, dolayısıyla da yaşamımızı etkileyecek karakter özelliklerimizin bazılarına değinmiştir: “Kanaate ermekle hiç kimse canından olmadı. Hırs ile de hiç kimse sultan olmadı (Ms-5:2398). Tamah insanı sağır eder, kör eder (Ms-2:676). Cömertlik, bütün karşılıkları görmektir. Bu yüzdendir ki, cömertlik ümit ve neşe getirir. Ve verdiği şeylerin kaybolduğu korkusunu giderir (Ms-2:897) İyilik, kine merhemdir (Ms-2:2152). Tedbir ve ihtiyat ona derler ki: Dünya nimetleri, dünyaya ait zevkler-NEFS, istekler hararetle seni davet ettikleri zaman; “Bunlar beni seviyor, bunlar bana hayran, hepsi de benim yüzümden sarhoş, hepsi de beni özlüyor.” demeyesin. Onların seni dünya ziyafetine davetlerini, kuşlara çalınan ıslık bil! Avcı pusuda gizlenmiştir de, kuş gibi öter durur (Ms-3:230-231). Vefasızlık, köpekler için bir leke, bir ayıp olduğu halde, sen nasıl oluyor da insan olarak vefasızlık gösteriyorsun? (Ms-3:322). Utanmak; aslanlara mahsustur, köpeklere değil. Şunu bil ki, aslan komşularından av kapmaz (Ms-3:2438). Bolluk pervasızlık getirir, müteşekkir olmak ise tetikte olmayı. Sen bolluk ara teşekkür/şükretme ağıyla (Ms-3:2897). Edep, edepsizlerin her işine, kabalıklarına, kötü sözlerine sabretmekten ibarettir (Ms-4:771). Güzel huylu kişi, kötü huylulara tahammül eden, onların kötülüğünü görmeyen ve söylemeyen kişidir (Ms-4:774). Nefsine ne yapacağını sorarsan, onun söylediğinin tersini yap. Çünkü basiretini kaybettirebilir o sana. Bin kez yerine getirmediği bir sözü sana da verecektir o (Mn-1:2150).
Sakın ha, eşek olan nefsi kendi keyfine bırakma, yularını elinden salıverme. Çünkü o, yola değil, çayır tarafına gitmek ister. Çükü nefsani arzular çayırının sarhoşudur (Ms-1:2952).
Nefs, her kele külah bulur, giydirir! Bu sebeple, ey Allah’ın fakir kulu; sana diyorum ki; “Kendine güvenip de sakın tasmayı nefsin köpeğinin boynundan çıkartma!” (Ms-6:4858).
Mevlâna, dıştan görünümün, şeklin, suretin değil mananın, özün ön planda olması gerektiğini savunmuştur: “Ey şekle, surete tapan, git de manayı elde etmeye çalış, çünkü mana, suretin kanadı gibidir (Ms-1:710). Senin görünüşün, şeklin sıfırdır, hiçtir; sen, kendi mananı, sende bulunanı ara (Ms-1:2241). Suret ehli” yani görünüşe önem veren, dünyaya bağlı kişiler; süslü elbiselere bürünmüşler, incilere, cevherlere gömülmüşlerdir (2742). Suret, manayı arayanlara engel olur ve yollarını vurur (2891). Sen şekilde, surette kalırsan/aşırı değer verirsen, puta tapıyorsun demektir. Her şeyin suretini bırak, manasına bak (2893). Surette, şekilde ileri olanlar, manada geri bulunanlardır (Ms-3:1119). Cenab-ı Hakk; “Biz daima gönüle bakarız, su ve çamurdan ibaret olan surete, şekle değil” diye buyurdu (Ms-3:2244). Ey Hakk yolcusu, suretler, şekiller için bu kadar elem çekme! Hakikati ve manayı suretin, şeklin, maddenin verdiği baş ağrısı olmaksızın elde et (Ms-5:4031). İçi görmeyen, deri ile kabukla kanaat eder (Ms-5:1944).
Mevlâna, ruhun beden kafesinde tutsak bir kuş olduğunu ve ancak ölümle serbest kalacağını söyler. Dünyaya gelişi birinci doğum, ölümü ise ikinci doğum olarak niteler. Çünkü Mevlâna dünyayı bir külfet, mihnet, sürgün ve mahrumiyet yeri olarak değerlendirmektedir. Bu görüşünü de şu sözleriyle pekiştirir: “Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneşe ve aya batmadan ne ziyan gelir ki? Sana batmak görünür ama o, doğmaktır. Mezar hapis gibi görünür ama o, canın kurtuluşudur (DK-2, s 916).
Ölümü güzelleştirir ve “Vuslat/Sevgiliye kavuşma günü, Şeb-i Arus/Düğün Gecesi” olarak tanımlar. Yine Mevlâna, yaşamı bir şans ve fırsat olarak değerlendirir ve intihara karşı olduğunu vurgular: “Allah’ım canı sen aldıktan sonra, ölmek şeker gibi bir şey. Seninle olduktan sonra, ölüm, tatlı candan daha tatlıdır. Şu içinde bulunduğun andaki ömrü bir fırsat bil ve onunla meşgul ol. Ne geçmişe üzül, ne gelecekten kork! (Msn-1:82)”.
Bir gün rebab çalınıyordu ve Mevlâna zevk duyuyordu. Bir dost içeriye girdi ve “Ezan okunuyor, biraz sussanıza!” diye seslenir. Mevlâna “Hayır, bu da bir ezandır” der. “Her ikisi de Allah’a sesleniyor. Biri O’nun için dıştan ibadet edilmesini, diğeri ise O’nu tanımayı, aşkını hissetmeyi istiyor.” der ve ekler; “Musikinin ritminde bir sır saklıdır, eğer onu ifşa etseydim dünya alt üst olurdu. Çünkü her şeyde bir ritm var. Nefes alış, kalp atışı gibi. Evrende başka nasıl bir ritm özelliği olduğunu ise tam bilemiyoruz. Evrensel tekamülün temeli de ritme dayanmaktadır.”
Bilgi ve bilim yanında okunanın mutlaka anlaşılması gerektiğine dikkati çeker ve şu çarpıcı saptamaları yapar: “Gönül’e akseden, gönülü nurlandıran bilgi insana yar olur, yararlı olur; fakat bedene vuran, bedende kalan bilgi sahibine yük olur. Çünkü Cenab-ı Hakk Cuma suresi 5’inci ayette (Din kitabını taşıyıp da anlamayıp onunla amel etmeyenler, kitap taşıyan eşeğe benzer) diye buyurdu. “Hakikati bildirmeyen, Hakk’tan olmayan bilgi de, insana yük olur (Ms-1:3447-48). Bilgin kişinin azığı/zekâtı/göstergesi, kalemden meydana gelen eserler, kitaplar ve onlardaki bilgilerdir (Ms-2:160). İlim, bir ibadet şeklidir.” der. Ki Kur’an’a göre bu ibadet, Allah’a inançtan sonra 2’nci ibadettir.
Mevlâna yolda giderken fahişelere rastlar ve onlara “Sizler ne kadar yiğitsiniz ki nefisleri alt ediyorsunuz. Eğer sizler olmasaydınız, namusluların namusu nasıl belli olurdu?” diye iltifat eder. Bu iltifatı nedeniyle Mevlâna’yı eleştiren bir grup erkeğe de şu cevabı verir: “Bu kadınlar, oldukları gibi hareket ediyor ve oldukları gibi görünüyorlar. Eğer sen de erkeksen, ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.”
Sonuç olarak: Milyonlarca insan, onun mesajları ile ruhsal olgunluğa ulaşmış, kendilerini batıl ve perişan düşüncelerden ve kemiksi güdülerden bir an önce kurtarma yollarını seçmişlerdir. İnsanlığın barış ve dinginliğe, özgürlüğe, karşılıklı güven ve sevgiye, ezeli ve ebedi dostluk ve kardeşliğe, gerçek inanca ve imana olan susuzluğunu dile getirmiştir. Pakistan’lı filozof Muhammed İkbal’in dediği gibi: “Mevlâna, aşkın (Allah’a yakınlaşmanın) rehberi, Hak severlerin imanı, susuzların çeşmesidir.”
Mevlâna, tüm karamsarlıklara karşın umudunu hiçbir zaman kaybetmeyen ve bunu tüm insanlığa öğütleyen bir ozandır ve onun sözlerinde umutsuzluğa hiç rastlanmaz.
İnsanların, yaradılışta iyi olduklarına inanır ve her zaman için tüm kötülüklerin sevgisizlik ve bilgisizlikten kaynaklandığını, fakat düzeltilip ortadan kaldırılabileceğini söyler.
Mevlâna, tüm insanlara şu vasiyette bulunmuştur: “Tümünüze din konusuna takılıp kalmaktan kurtulmak için “Dinin içyüzünü dileyin, kabuklarından vazgeçin” çağrısında bulunuyorum.” (“Mevlana’dan Geriye Kalanlar” kitabından).