Böyle biri var mıymış? diye sorduğunuzu duyuyorum. Mitolojilerde Midas adında bir kral var. Gerçekte yok ama ona parmağını ısırtacak Midaslar elbette var. Dokundukları her şeyi altına çeviren, her dokunduğu kişiyi balya balya para ve servetlere boğan Midaslarla dolu bir ülkede yaşıyoruz. Önce efsanelerdeki Midas’ın kim olduğunu ve nasıl olup da dokunduğu her şeyi altına çevirdiğini görelim.
Sabırla ve dikkatle okuyunuz.
Mitolojik kral Midas’ın öyküsü bizim Afyonkarahisar’ın Frigya denilen antik vadisinde geçer. Midas parlak bir kral değildir. Luc Ferry’in deyimiyle aptalın tekidir. Kafası çok ağır çalışır, aklı hep sonradan başına gelir, iş işten geçtikten sonra. Kısacası düşünmeden hareket eder, söz söyler.
Tuhaf görünümlü ikinci dereceden olan tanrı Silenos’u Midas’ın uşakları körkütük sarhoşken görürler. Durdurup elini ayağını bağlarlar ve Midas’ın huzuruna götürürler. Silenos’u içki alemlerinden tanıyan Midas, onun Dionysos’la yakın dostluğu hatırına, serbest bırakır. Götürüp genç arkadaşı Dionysos’a bu tanrıyı teslim eder. Dionysos Midas’ın bu jestini ödüllendirmek ister ve Midas’a gönlünden geçen bir hediye vermek ister. Midas aklı kıt, tamahkar ve üstelik sıkı bir cimri olduğu için Dionysos’un vaat ettiği armağanı istismar eder. Ve işte hybris (kaos, düzensizlik ve karmaşa) de bu noktada başlar. Midas armağan olarak tanrıdan bir dilek diler. Dokunduğu her şeyi altına çevirecek güç istencidir bu dilek. “Tuttuğu altın olmak” deyimi buradan gelir. Artık her dokunduğu obje, her dokunduğu insan altın olmaktadır. Midas bu gücün verdiği zenginliğin sonsuz olduğunu gördükçe sevinçten çılgına döner, burnunun dibini dahi göremez. Nitekim şatafatlı, tantanalı sarayına rahatça yerleşir yerleşmez-bu arada tabii ki sarayının duvarlarını, mobilyalarını, döşemelerini hemencecik çil çil altına dönüştürmeyi ihmal etmemiştir-kendisine yiyecek ve içecek bir şeyler getirilmesini emreder. Neşeli hali onu acıktırmıştır. Ama susuzluğunu gidermek üzere şarap kadehini eline aldığı an ağzına iğrenç bir sarı toz akar. Burada çay ve kahvesini sabahları altın tozu karıştırarak içen fenomenleri hatırlayabiliriz. Devam edelim. Uşağının uzattığı tavuk budunu yakalayıp iştahla ağzına götürdüğünde neredeyse dişleri kırılacak olur. Midas o zaman anlar ki bu yeni yeteneğinden bir an evvel kurtulmazsa açlık ve susuzluktan öylece ölüp gidecektir. Başlar etrafındaki altınlara lanet etmeye, onlardan nefret eder tıpkı onu düşünmeden hareket etmeye iten aptallığına ve açgözlülüğüne kin kustuğu gibi. Şanslıdır ki elbette her şeyin böyle olacağını öngören Dionysos iyi bir hükümdardır.
Dionysos, lanete dönüşen bu armağanı geri almayı kabul eder. Midas nehirde yıkanarak eski haline kavuşur kavuşmasına ama suyun akışı değişmiştir bir kere. Gerçekten de tuttuğu altın olan Midas bir nevi canavara dönüşmüştür. Potansiyel olarak tehdit ettiği şey, kozmik düzenin tamamıdır. Dokunduğu her şey ölür, zira korkunç gücü organik olanı inorganik olana, canlıyı cansız maddeye çevirmektedir. Potansiyel olarak yıkıcı gücü sonsuzdur, hiçbir sınır tanımaz. Son noktaya vardığında belki de evrenin bütünü bozulmuş olacaktır.
Midas eşek kulaklarını nasıl aldı?
Apollon’un liri, düzenli, matematiksel ve armonik sesler verirken Pan’ın flütü düzensiz ve boğuk bir ses çıkarır. Altınlardan umduğunu bulamayan ve bu yüzden orman ve kır hayatına çekilen Midas, flütün boğuk gırtlak sesini lirin narin armonisine tercih ederek aklına karşı günah işlediği gibi, nitelikli lir sesini flütün kötü sesine tercih etmekle de kulaklarına karşı günah işlemiştir. Kötü müzik seçimi, eşek kulaklı Midas yapmıştır onu.[1]
Siyasette, ticarette, kısacası günlük yaşamımızın hemen her köşesinde Midaslarla karşılaşmaktayız.
Kuşkusuz Midas metaforuyla ülkemizde bir zihniyeti karşılaştırıyoruz. Yüzlerce Midas’tan söz etmektense Midas zihniyetini ortaya koymamız gerekir.
Midas, neredeyse her yerdedir. Midaslar çeşit çeşittir.
Siyasetçi Midas, siyaseti büyülü bir sopa gibi görür. Gördüğü, dokunduğu her şeyi siyasallaştırır. Siyasallaştırdığı her şey “altın” (kazanç)’a dönüşür. Dine dokunur; din altın olur. Ticarete dokunur, riskli bir alış-veriştir ancak siyasetçi dokunduğu yeri altın yaptığından, hep kar eder, her zaman kazanır. Dine dokunur, onu altın yapar. Din bir inanç ve ibadet sistemi olmaktan çıkar; altın yumurtlayan bir araca dönüşür. Eğitime dokunur, insanlar eğitilmeyi beklerken, eğitim siyasetçi adına altın madeni olmuştur. Sürekli gelir getirir. Partisi, milletvekilleri, hatta parti programına varıncaya kadar tüm siyasi memalik, onun dokunuşuyla altın olmuştur, partisine dokunur, onu satar. Milletvekiline dokunur, onu transfer ederken kazanır, programına dokunur, programından vazgeçerek Cumhuriyet erdemine sırtını döner, programını satışa çıkarır. Demem o ki programı da altına çevirmiştir.
Madenci Midas, güzel ülkemde dağ, taş, nehir, ırmak, toprak, kısacası doğa adına ne varsa hepsine tek tek ve sürekli dokunur, altına çevirir. Altın olarak görür tüm doğayı. Darmadağın eder, ağılar, yok eder, yağmalar ve altınını alır da gider. Madenci Midas, Afyonkarahisar Sultandağları Gelincikana’ya, Muğla Akbelen’e, Tokat Günçalı’ya ve daha Türkiye’mizin en ücra köşelerine varıncaya kadar dokunur, altına çevirip yağma ruhsatları alır. Altın ona gider, yıkılan doğa sakinlerine kalır. Aklı kıttır, acıması yoktur, yeterince kurnaz olsa bari, o da değildir. Çünkü gece gündüz altına dönüştürdüğü toprak yalnız o yörenin sakinlerine değil, sonunda, kendisine de bir lokma ekmek veremeyecek hale gelecektir, Kral Midas gibi bunu düşünebilecek zekâsı yoktur. Son avuç toprak altına çevrilecek olsa ona da dokunur, altın yapar. Bir lokma yiyecek verecek toprak kalmazsa ne olur? Bunu aklına bile getiremeyecek kadar plazalarında, köşklerinde rahata ereceklerini sanırlar. Bir yudum su veya bir lokma ekmek isteseler, daha ellerini götürmeden onların da altına dönüşüp dişlerini kıracağını aklına getirmezler.
Tarikatçı-Dinci Midas, dini ve tüm kutsalları altına dönüştürür. Sağlıklı dindarlığı, erdemi, kutsalı ve insanlığı, hele ki en önemlisi, Cumhuriyet’i ve Milli Birliği, altınla kaplı dünyasının, altına bağımlı yaşamının önünde en büyük engel sayar. Dünya hayatının acı tatlı, kederli sevinçli dengesini bozar; kaos ve düzensizlik yaratır ve sonunda hybris’in egemenliğini sağlamayı kutsal görev edinir.
Bu Midasların sayısı çoktur. Bu üç örnek meramımızı anlatmaya yetecektir. Midaslar, birbirlerine çok benzer: Akıllı ve zeki değildirler. Kurnaz olduklarını sanırlar ama çabuk kandırılırlar. Öyle olmasaydı, el birliği ile ekmek yedikleri toprağı, suyu, doğayı, insanları altına dönüştürmeye kalkmazlardı. Tıpkı Kral Midas gibi, başta kendileri olmak üzere Atatürk’ün ve Türk milletinin bütün Türk halkına armağan ettiği Cumhuriyet’i kötüye kullanmazlardı. Dionysos’un armağanını, her şeyi altına dönüştüren fırsatçı ve açgözlü güce dönüştüren Kral Midas gibi, Cumhuriyet armağanını fırsatçı ve kötü niyetli siyasi ve ekonomik güce çevirmeye kalkmakta, malikanelerinden etki alanlarına dek her şeyi ama her şeyi altına çevirmekten bir an bile geri durmadıkları dokunuşlarıyla memleketin tümünü altına çevirecek sonsuz gücü ellerinde bulundurduklarını sanmaktadırlar. Flütün boğuk gırtlak sesini, lirin ince ve narin melodik terennümüne tercih etmeleri de aynı dokunuşun doğal sonucudur, sanat zevkleri olmadığı gibi, sanatçıya değil sanatçı olmayana değer vermektedirler. Hiçbir şeyin güzeline, iyisine, yararlısına bakmadan altına dönüşüp dönüşmeyeceği hesabını yaparlar. “Her şeyi altına dönüştürebiliyorum, zengin oldum” diye çığlık atıp naralar savuran Kral Midas gibi, sosyal medyadan banka hesaplarına gözün ve matematiğin erişemediği miktarda para yığınlarıyla Türk halkının gözü önünde sarmaş dolaş olurlar. Nereden bu değirmenin suyu derseniz, haramzade Midasların hışmına uğrarsınız. Öyle ya, her fırsatı altına çevirmek sadece onların maharetidir. Ama bu maharette akıl ve iz’an yoktur, tıpkı Kral Midas gibi.
Kozmosu, yani düzeni sevmezler. Kaostan, karmaşadan ve düzensizlikten beslenirler. Çünkü yegâne zenginlikleri hybristir. Adaleti, iyiliği, insanca yaşamayı, sanatı ve bilimi dışlarlar. Adaletsizliği, eşitsizliği, yoksulluğu, terörü ve bulanık suyu tercih ederler ki kozmosa fırsat doğmasın. Öyle ya, kozmos olursa adalet, eşit gelir dağlımı, sağlıklı ve makul bir din bilinci, Türklüğün birleştirici, düzenleyici gücü egemen olur. Altınlaşmış bir hybris, alın teriyle edinilecek bir kozmostan daha değerlidir.
Cumhuriyet düzen ve nizamdan yanadır. Dionysos gibidir; armağan ettiği eşitlik, adalet ve refahı altına değişmez. Zekidir, eşitlikçidir, bağımsızdır, altına, paraya pula değişilmez. Kutsalları olan bir düzendir. Dokunduğu yeri altın yapmaz ama insan yapar. Doğasını, insanını altınla kuruşla ölçmez. İnsanını altından, toprağını paradan daha değerli sayar.
Kral Midas, mitolojik anlatının sonunda altına ve altından gelen çılgınca zenginliğe lanet eder. Çok pişman olur. Ormanda ve kırlarda inzivaya çekilerek pişmanlığının acısını içine gömer. Ne var ki Kral Midas bu, kulakları eşek kulağı oluncaya kadar bu huyundan öyle kolay vazgeçmez. Hayatının sonunda bu kez de sanatı aşağılar; Apollon’un liri yerine Pan’ın flütünden çıkan boğuk sese değer verir. Onu birinci ilan eder.
Bizim Midaslar, Cumhuriyet armağanını kötüye kullandıklarından dolayı Cumhuriyet Dionysos’una yalvarıp kendilerini affettirme büyüklüğü gösterirler mi? Dağı taşı betona altına çevirmiş olmaktan nedamet duyarlar mı? Madenci Midaslar, pişmanlıktan sonra sığınabilecekleri bir doğa parçası bulabilirler mi? Yoksa bütün bunlara rağmen, Pan’ın flütünü Apollon’un irine yeğlerler mi?
Yıkanacakları ırmak büsbütün bozulmadan, canlıları öldürmeden, organik varlıkları dokunuşlarıyla inorganik maddelere çevirmeden, Cumhuriyeti ve güzel doğasıyla ülkemizi, bir lokma ekmek, bir yudum su kadar değeri olmayan altına değişmeden, Midasları uyaracak Dionysos yeniden doğmalıdır.
[1] Geniş ve ayrıntılı bilgi için bakınız: Luc Ferry, Gençler İçin Yunan Mitolojisi, Çev. Murat Erşen, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Basım, İstanbul 2023, ss. 90-100.
1 yorum
Hocam kaleminize sağlık. mitolojinin nasıl doğduğunu da anlamış olduk. çok güzel.