2.4. Öğretmenlerimizin Durumu
Öğretmenlerimizin meslekleri kangren oldu. Halen farkında değiliz. Neden zeki, yetenekli ve kabiliyetli elemanlarımızı ve adaylarımızı en çok para kazanan ezber bölümlerine yönlendiriyoruz. En önemli yatırım insana yapılan yatırım olduğuna göre, insan yetiştirecek kadroları daha ne zamana kadar ihmal edeceğiz. Biliyorum ben yazıp ben okuyorum, ya da biz bunları biliyoruz havası var. Biliyoruz de ne yapıyoruz? Bizim ülkemizde yetişen yıllarca görev yapan öğretmenlere, Hollanda’da öğretmenlik yaptırılmadığına bizzat şahit oldum. Sebep olarak; bizim yetiştirdiğimiz öğretmenlerimizin, kendilerine yetiştirilmesi için teslim edilecek çocukları, eğitim ve öğretim yönü ile yetiştirecek alt yapıya sahip olmadıklarını düşünmektedirler. Bunu seviyeyi kazandırmak için bizim yetiştirdiğimiz ve çocuklarımızı emanet ettiğimiz bu öğretmenimizi; çoğu uygulamaya dayanan 2-3 yıl daha eğitime tabi tutmaktadırlar. Biz de bu konuda eğitimimizi sorgulamak ve doğru eğitim yaptıran “Eğitim Üniversiteleri veya Öğretmen Fakülteleri” birimleri oluşturmalıyız.
Ülkemizde normal ve büyük yerleşim merkezlerinde öğretmenlerimizin öğretmenlik mesleği dışında; pazarcı, boyacı, ticaretçi, özel ders vb. bir ikinci işle meşgul olduklarını bilmeyen var mı? Bunun altında yatan sorunlara mutlaka çözüm getirilmeli ve kendi mesleğine maddi ve manevi himmetini harcaması için her türlü şartlar hazırlanmalıdır. Yüksek öğretimde bu konunun üzerinde tekrar duracağım
2.5. Yeteneklerin Öne Çıkarıldığı Uygulamalı ve Aktif Eğitim
Elbette ki yetişmiş öğretmenlerimiz, öğrencilerimizin nasıl bir eğitim ve öğretim alması gerektiği konusunda tecrübelerini elbette ortaya koyacaklardır. Ama bu eğitim evvela çocuğun yeteneğine ve sonra da ülke ihtiyaçlarına ve menfaatlerine uygun bir eğitim olmalıdır.
Bu eğitim aktif eğitim olmalıdır. Katılımcı eğitim olmalıdır. Yetenek geliştiren eğitim olmalıdır. Paylaşımı ve iş bölümünü öğreten bir eğitim olmalıdır. Beynelmilel yani evrensel bir eğitim olmalıdır. Hiçbir zaman çocuklarımızın yeteneklerini hiçe sayarak, moda düşüncelerle şahsiyet kazanan ve aile isteklerine mahkûm olan ezbere dayalı bir eğitim olmamalıdır. Bu bir kişinin anlatıp diğerlerinin dinlediği, uygulamadan çok teoriye dayanan, doğruluğunda anlatanın bile çekinceleri olan ve alternatifleri, araştırma kapılarını da tamamıyla kapatan bir eğitim olmamalıdır. Öğretmenin yeteneği ile sınırlı yöresel bir eğitim olmamalıdır. Kültürel ve tarihi bağlarımızı kuvvetlendiren bir eğitim olmalı ancak tersini yapmamalıdır. Japonlar kendi farklı yazıları ile üç alfabe öğrenmektedir. Bunun için üç yıl harcamaktadırlar. Buna gerek var mı sorusunu hakaret kabul etmektedirler. Böyle bir düşüncenin tarihten kopmaları anlamına geldiğini kabul etmektedirler. Bizde de eğitimin her kademesinde tarihi, kültürel bağlarımızın kuvvetlendirmesi göz ardı edilmemelidir.
Eğitimin bu kademesinde uygulama temel olmalıdır. Öğrenciler laboratuvar ve uygulama alanlarında, deneylerle vakit geçirmesinden usanmak şöyle dursun zevk almalıdır. Hele hele daha ilk öğretimin ilk sınıflarında test hobisi ile karşı karşıya kalarak panik atak yetişmesine veya depresyona girmesine hiç fırsat vermemeliyiz. Bir öğrencinin ve hatta ailesinin okul dönemindeki yegâne düşünceleri; hayatını müferrah geçirebilmek ve rahat bir ömür yaşayabilmek için; bir sonraki eğitim ve öğretimde toplumda maddi getirisi olan iyi bir yeri kazanma mahkumiyetinde olduğudur.
Kazanacağı yerin yetenekleri ile örtüşmesini veya öğretimde başarılı olabileceğini aklına bile getirmemektedir. Bu düşünce onların hem çocukluklarını ve hem de hayallerini adete kilitlemektedir. Böyle bir haksızlığı ve uygulamayı, geleceğimize kim reva görebilir.2.6. Osmanlı Devlet-i Aliye’sinde İlk Öğretim Gerçekten Osmanlı Tarihimizi sevmediğim ve bize sevdiremedikleri için tarihe küsmüştüm. Düşünebiliyor musunuz? Yavuz Sultan Selim’in alkol kullandığını öğreten bir tarih bilgisine, alkollü içkilere iman gözü ile bakan hangi Müslüman sıcak bakabilir veya tarihi sever?
Osmanlı Devleti’nde eğitimin nasıl olduğuna tarihçiler kaynaklara eğilerek bize ışık tutmalıdırlar. Ancak bilenlerden, konuşulanlardan ve sosyal medyadan bir ilk öğretime bakalım. Öncelikle ilkokulda (Nazarat-ı Celile-i Maarif-i Umumiye) yalnız bir adet sınıf öğretmeni yoktur. Her ders için bir öğretmen vardır. İlkokulda alınan derslere bakalım; Kur’an-ı Kerim, Tecvid, İlmihal, Ahlak, Sarf-ı Osmani (gramer), İmla, Kıraat, Hesap, Coğrafya, Tarih-i Osmani, Sülüs (güzel yazı çeşidi), Zik’a (yazı), Ev işi dersleri verilmektedir. Verilen diplomaya da Mekatib-i İptidaiye-i Şahadetnamesi (İlkokul Diploması) denilmektedir.
Dikkatimizi çeken çok önemli bir durum var, gözden kaçırmamamız gerekmektedir. İlkokul müfredatındaki derler bir insana çok önemli donanım kazandırmaktadır. Şayet bilimsel çalışmalar yapmayacak veya yüksek makamlar hedefte yoksa, yaşam hayatında her türlü ihtiyacına ve arzu ettiği bilgiye cevap verecek özelliklere sahip bir müfredattır.
Dikkatlice bakalım, o zaman ilk okulda yabancı dil öğretilmiyor ama Kur’an-ı Kerim, Tecvid, Sarf-ı Osmani öğretiliyor. Bunlar kültür eğitimidir. Hocaları da bu konuda ehildirler. İlmihal öğretiliyor, ahlak öğretiliyor, mensup olduğu tarih öğretiliyor. Bunları öğrenen gençlik sorumsuz olur mu? Ben bunları bilmiyorum ama bir Japon benim tarihimi benden daha iyi biliyor. Bu ağlanacak bir durum değil midir?
Asıl düşünülmesi gereken konu; son yüzyıllık eğitimin bize kazanımı nedir? Somut olarak bunları ortaya koyup, onun üzerine bir şeyler bina edebiliriz. Ya da eğitimde kaybettiklerimiz nelerdir? Onları nasıl kazanabiliriz? Artık bu benim ve bizim değil, hepimizin en önemli meselesidir.