Adı üstünde milli yani millete ait güven ortamı denince aklımıza gelen; toplum olarak güvenliğimizin sağlandığı, tehlikelerden korunduğumuz bir çevrede yaşama hakkımızın olduğu ve tüm gereksinimler hiyerarşisinde en önemlileri arasında gelmektedir.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde “Güvenlik” kelimesinin anlamı; toplumsal yaşamda yasal düzenlerin aksamaksızın yürütülmesiyle, bireylerin korkusuz olarak yaşayabilme durumları; emniyet olarak tanımlanmıştır.
Oysa ki milli güvenlik sorunları; yaşam süreci bağlamında yeni doğanların sağlık güvenliğinden, çocukların okul güvenliğine, kadınların işkence, taciz ve yaşama güvenliğinden ve erkeklerin yaşam, iş, ekonomik ve sağlık güvenliğine, çalışma ortamlarımızın güvenliğinden, ikametgahlarımızdaki güvenliğe, bilgi güvenliğinden, özel yaşam güvenliğine, düşme çarpma sorunlarına mahal verecek kamusal alanların güvenliğinden, temiz hava, temiz su, temiz yiyecek güvenliğine, deprem, sel, yangın ve savaşların getirdiği güvenlik zaafiyetlerinden, hırsızlık olaylarına kadar geniş yelpazede ama her boyutu ile milletçe sorunlar yaşadığımız bir olumsuz durumlar silsilesi olarak karşımızda durmaktadır.
Acaba eski insanlar ve devletler güvenlik sorunlarını nasıl çözüyordu? Örneğin Leonardo da Vinci İtalya’nın denize bakan sınırlarına döneminin devlet başkanının emriyle duvarlar çizmiştir ve inşa etmişlerdir, Osmanlı donanmalarından korunmak için. Örneğin Çin seddi yine eski Türk istilalarından korunmak adına inşa edilmiştir. Örneğin Osmanlılar bulaşıcı hastalıklardan korunmak adına izolasyon önlemleri almışlardır; Cüzzamhane ismi verdikleri bulaşıcı hastalıklar hastaneleri açmışlar, hekim ve sağlık personellerinin hijyen kurallarına dikkat etmelerine çalışmışlardır ki, eski yazma eserlerinde bu önlemlere dair bilgilere ulaşılabilmektedir.
Güven duygusu her insanın temel gereksinimlerinden en önemlilerinden biridir der Mazlow kurguladığı gereksinimler hiyerarşisinde. Roy’un adaptasyon teorisinde de sağlık çalışanları tarafından güvenlik alanlarının oluşturulması hastalar için değerli bir eylem olarak tanımlanmıştır. Nightıngale tarafından da çevre teorisinde güvenliğin sağlanmasının bir birey için iyileşmenin öncüllerinden olduğu vurgulanmıştır.
Tabi her şeyin ötesinde güvenliğin oluşturulmasında finansal kaynakların bu alana kanalize edilmesi ihtiyaç olarak durmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olarak, sorunları çözmede çağın ileri devletlerinin yaptığı yenilikleri uygulamada, sosyal adaletin sağlanmasında, kaynakların adil paylaşımı teorisine adapte olmada bir toplum olarak acaba temel gereksinim olan güvenlik problemlerimizi çözmek için daha fazla çaba sarf etse idik ve pay ayırsa idik; depremlerde, sellerde, yangınlarda bunca vatandaşımız yaşamını yitirir miydi? Ya kadınların ve kızların güvenliği için neler yapıyoruz? Bu konunun çözümünde yeterli olmadığımız her gün haberlerde duyduğumuz kadın cinayetleriyle ortada. O halde ne yapmalıyız. Beş N bir K mantığı çözüm olabilir mi? Kim, nerede, nasıl, ne için, ne amaçla, hangi yöntemle güvenlik problemlerini çözmeli? Bunları iyi analiz etmemiz önemlidir.
Ayrıca bir de güvenliği sağlayacak vaziyette yetişmişliğimiz yetersiz durumdadır. Örneğin, temel ilk yardım uygulamalarını bilmekte toplum olarak yeterince bilinçli değiliz.
Bir başka örnek verecek olursak günümüz Türkiye Milli Eğitim Müfredatımız içerisinde ilkokul 3. sınıf öğrencilerinin bir ders saatinde etkinlikle öğretilen “Benim sınırım benim alanım” konulu etkinlik, sosyal duygusal gelişim alanıyla ilişkilendirilmiş ve kişisel alan tanımlanır iken; tek bir daire içerisinde olduğumuz alanın kişisel alan olduğu, kişisel alanın bireyi rahat hissettirdiği bir alan olduğu vurgulanmaktadır. Sadece anne, baba, kardeş ve en yakın arkadaşlarımızın girebileceği bu alana bu kişiler dışında insanların yaklaşması halinde rahatsızlık duyabileceğimiz öğretilmektedir. Bireylerin kişisel alanı ihlal edildiği durumda kaygılanma, korkma, öfkelenme duyguları hissedebilecekleri ifade edilmektedir. Böylece bireysel güvenlik alanı açıklanmaktadır. Aynı etkinlikte; bireylerin kendini güvende hissetmesi, mutlu sağlıklı bir yaşam için kişisel alanın çok önemli olduğu vurgulanmaktadır. Kişisel alanı koruma bireyi sadece tehlikelerden değil aynı anda hastalıklardan da koruma olduğu ifade edilmektedir. Kişisel güvenlik ve sağlık için kişisel alanımıza tanımadığımız bireyleri almamak önemlidir ve gereklidir denilmektedir. Ancak sosyal yaşamda pratikte kişisel alan teorikte anlatıldığı gibi olmamakta, kalabalık çarşılarda, otobüslerde, metrolarda, hastanelerde ve birçok kamusal ortamlarda bu alanlarımız ister istemez ihlal edilebilmekte, böyle durumlarda korunma alanlarımızı nasıl sağlayacağımız tartışmalı duruma düşmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 8. maddesi içerisinde yer alan “özel yaşama ve aile yaşamına saygı hakkı”: “Herkes, özel ve aile yaşamına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanımına, yasa uyarınca olması ve ulusal güvenlik, kamu emniyeti ya da ülkenin ekonomik refahı, düzensizliğin ya da suçun önlenmesi, sağlığın ya da ahlakın korunması ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda gerekli olanlar dışında, kamusal bir makam tarafından müdahale edilmeyecektir.” şeklinde ifade edilmektedir. Bizim Anayasa’mızla da özel yaşam hakkı korunmaktadır. Ancak pratikte toplum yaşamında bu hakkı bireyler olarak nasıl kullanabildiğimiz de tartışmalı durumdadır.
Sonuç olarak bu sorunların çözümü için hukuk ve bilim camiasının da katkılarıyla devletimizin yönetim bazında yeni düzenlemeler yapmasına, sağlık alanında konunu eğitim ve uygulamasına dönük aktif girişimlere ve eğitim ortamlarında toplumumuzun tüm yaş gruplarına uygun güvenlik eğitimlerine önem vermesine ve medyada da bireylerin güvenlik bilincini geliştirecek programların yapılmasına ihtiyaç vardır.