Ankara’da, Milli Kütüphane’nin Bahçelievler son durakta, Eskişehir yolu üzerinde olduğunu yedisinden yetmişine Ankara’da yaşayan herkes bilir. Bilir de içine girenlerimiz azdır. Ya da pek çoğumuz öyle zannederiz.
Önünden başkentimizin ana arterlerinden biri, bence en önemlisi geçer. O arter ki üzerinden geçenleri, bir tarafından TBMM’ye bakanlıklara, önemli devlet kuruluşlarına, diğer tarafından ODTÜ, Bilkent, Hacettepe, Başkent ve Ufuk Üniversiteleri gibi güzide eğitim yerleşkelerine ulaştırır. Pek çok öğrenci bu sayede okullarına, eğitim kurumlarına ve yurtlarına ulaşır.
Çok yakınında benim üniversitem, Gazi Üniversitesi ve Tıp Fakültemiz vardır. Arkasından ve bir yanından şehrimizin önemli caddeleri geçer. Günün hemen her saatinde vızır vızır, özel araçlar, otobüs, minibüsler, okul servisleri geçer. Durağında öğrenciler, insanlar bekleşir. Altından şehrin ana Metrosu geçer. Karşısında, yanında, Enerji Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı ve Danıştay binaları olmasına rağmen durak bellidir. O ad ben bildim bileli yıllardır, hep aynıdır. Orası “Milli Kütüphane”dir.
Milli ne demek? Arkasından ne gelirse gelsin, okunduğunda insanın tüylerini diken diken eden o muhteşem sözcük. Milli Marşımız, milli takım, milli mayo, milli forma…
Atatürk ve bu ülkenin kurucularının, sadece iki bakanlığın başına “milli” kelimesini koymaları ne kadar da çok anlamlı. “Milli Eğitim Bakanlığı” ve “Milli Savunma Bakanlığı”. Eğitim ve savunma, başkalarına bırakılamaz, onlar millidir, milli olmak zorundadır.
İşte bunlardan üçüncüsüdür Milli Kütüphanemiz. Yıllardır Ankara’da yaşıyorum. Orada çalışan tanıdıklarım da vardır. Ancak şimdiye kadar, hiç yolum düşmedi. İçeriye ilk kez giriyorum. İtiraf edeyim bu da benim eksikliğim.
Yayın evleri, yayınladıkları kitaplardan, basılı eserlerden Milli Kütüphane’ye de vermek durumundadırlar.
O gün matbaadan son kitabım, Üniversitede “Rüzgar Gibi Geçen Yıllar”ı alıyorum. Vaktim de var. Yayınevinden önce, gidip kendim teslim edeyim dedim. Okuyucu kapısı yerine Başkanlık kapısına yöneliyorum. Görevliler oldukça nazik. Bir arkadaş gideceğim odaya kadar bana eşlik ediyor. Kitapları, arkadaşlara teslim ediyorum.
Bölüm müdürümüz Arzu Hanım, “Hocam ilk defa geliyorsunuz, gelin size kütüphanemizi gezdireyim.” dedi. Aslında ben de çok merak ediyordum. Çok da iyi oldu.
Kitap tedavilerinin yapıldığı, ciltlerinin düzeltildiği, matbaa bölümü, görme engelliler bölümü, dijital okuma ve kayıt bölümleri, resim, afiş bölümleri, ilk sinema filmimizin tarihi afişi, taş plaklar bölümünde Müzeyyen Senar’ı taş plaktan dinliyoruz, konferans salonları, kitap satış reyonları ve okuyucu salonlarını geziyoruz.
Oradan okuyucu giriş kısmına yöneliyoruz. Giriş oldukça kalabalık. En az yirmi kişi sırada. Daha çok gençler, öğrenciler, kart basarak bir düzen içinde binaya alınıyorlar. Yan tarafta kayıt formunu doldurduktan sonra resmimi çektiler ve bana da fotoğrafım basıl bir kart verdiler.
Arkadaşlarla çaylarımızı içiyoruz. Başkan yurt dışında olduğundan görüşme imkânımız olmadı. Bu nedenle teşekkürlerimi, bir yazıyla ifade edeyim dedim.
Milli Kütüphanemiz, adına yakışır bir milli kuruluşumuz. Başındaki milli kelimesini hak eden bir milli gururumuz. Gelecek nesiller için geçmişimizi ve günümüzü, kültürümüzü arşivleyen ve onları koruyan çok önemli ve dev bir kurum. Çok duygulandım, onunla gururlandım, şeref duydum.
İyi ki kurulmuşsun iyi ki varsın Milli Kütüphane.