Yüzyıllardır birbirlerine rakip öğeler olarak gibi düşünülen bilim ve din ilişkisinin sağlam temellere oturtulması bireyin ve toplumun gelişiminde önemli yere sahiptir. Bu ilişkide göz önünde bulundurulması gereken esas unsur bilim ve dinin bir çatışma ekseninde ele alınmamasıdır. Bilimin ve dinin kendine özgü kural ve özelliklerinin en başta gözetilmesi, bu iki kavramın modern dünyada insan ve toplum hayatına katkı vermesini sağlayacaktır.
Bilim esas olarak deney, gözlem ve düşünce aracılığıyla evrenin sistematik olarak incelenmesini amaçlayan disiplinler bütünüdür. Bilimin en önemli özelliği sorgulayıcı ve somut kanıtlara dayalı olmasıdır. Bilimin amacı belirli sistematik kurallar bütününde gerçeğe ve bilinmeyene ulaşmaktır. Bilim için mutlak doğru diye bir kavram olmayıp, doğru her zaman değişebilen ve sorgulanabilen bir durumdur. Bilim için bugün doğru kabul edilen bir anlayış yeni bilgi ve kanıtların ortaya çıkması ile tekrardan değiştirilebilir niteliktedir. Bilim için asla dogmalara yer yoktur. Bilim açısından bugün kabul gören bir hipotez veya kuram gelecekte reddedilebilir veya düzeltilebilirdir.
Din kavramı ise bilimden bazı özellikleri ile ayrılmaktadır. Din, ilahi emirlerin insanlar tarafından benimsenmesi ve uygulanması esasına dayanmaktadır. Dinde tek bir yaratan, onun insanlarla iletişimin sağlayan bir peygamber ve yaratanın insanlar için uygun gördüğü kurallar bütününü kapsayan bir kutsal kitap bulunmaktadır. Din temel olarak insanların ahlaki ve vicdani açıdan huzura kavuşmaları için yaşamları boyunca uygulamaları gereken mutlak doğrulardır. Dinin esas amacı bireyin erdemli ve ahlaklı bir yaşam tarzını benimseyerek ilahi açıdan günah olarak değerlendirilen unsurlardan uzak durmasını sağlamaktır. Din ve bilimin ayrıştığı en önemli nokta bilimde dogmalara yer verilmezken, din kurallarının ise sorgulanamaz olmasıdır. Din kuralları insanlara tebliğ edildikleri andan itibaren değiştirilemez ve mutlak uyulması gereken kurallar bütünüyken bilimsel gerçekler her açıdan eleştirilebilir ve doğruluğundan şüphelenilebilir verilerdir.
Toplumsal ve bireysel açıdan bilim ve din ilişkisinin tesis edilmesi elzemdir. Bunun için gerek bireysel olarak gerekse toplumsal olarak bilim ve dinin birbirine alternatif veya rakip olarak görülmemesi gerekmektedir. Dinin ve bilimin ayrı birer antite olduğunun kabul edilmesi en sağlıklı yaklaşım olacaktır. Modern bilimin özellikle Avrupa’da ortaçağ sonrası gerçekleştiren Rönesans ve reform hareketleri neticesinde skolastik düşünce anlayışının terk edilmesi ve kilisenin bilim üzerindeki kısıtlayıcı etkisinin kaldırılmasıyla mümkün olduğu gerçeği düşünüldüğünde, bilim-din ilişkisinin çerçevesinin iyi çizilmesi önemlidir. Bilim insanı, bilimsel olarak doğruya ve gerçeğe ulaşma konusunda elbette dinin de emrettiği çalışkan olma, dürüst davranma, hakkaniyetli ve paylaşımcı olma gibi unsurları kendinde barındırdığı ölçüde başarılı olacaktır.
Kalkınmış, modern, huzurlu ve sağlıklı bir toplumun oluşması o toplumu oluşturan bireylerin kendi dini inanışlarının gerekliliklerini özgürce yaşamalarına ve bunu yaparken de bilimin gerektirdiği sorgulayıcı ve aklı esas olan bir anlayışı benimsemeleriyle mümkün olacaktır. Özet olarak gerek din gerek bilim kendi kuralları ve doktrinleri bağlamında ele alınmalıdır. Toplumsal huzur ve refahın sağlanmasında hem bilim adamı hem de din adamı aydınlatıcı, kapsayıcı ve uzlaştırıcı bir anlayış sergilemelidir.
2 yorum
Tebrikler, kaleminize sağlık.
Bilimin dinin alanına girme ya da müdahale etme gibi çıkış noktası çoğu zaman bulunmazken dini temelli yaklaşımlar tarihsel süreçte hemen her zaman bilimsel görüşle mücadele içinde olmuştur,bu mücadeleyi de büyük oranda akıl yürütme,tez-antitez,neden-sonuç temelli bilimsel zeminde değil,kaba güç kullanma,yasaklama ve cezalandırma şeklinde yürütmüştür.
Bilim insanının ve aslında hemen her insanın sahip olması gereken etik yaklaşım,dürüstlük,adalet,şeffaflık gibi nitelikler ise dini öğretilerden bağımsız olarak hem toplumsal hem akademik hayatta tüm bireylerin uyması gereken nitelikler olup,bu kurallara kendi iradesiyle uymakta zorluk çeken bireylerin dini referans alarak sadık kalmalarının da başarısızlıkla sonuçlandığı örneklere çoğu zaman rastlanılmaktadır.