Modern demokratik toplumların siyasetini belirleyen teoride iki önemli nitelik söz konusudur. Bunlardan ilki, siyasetin meşruiyet kaynağı Tanrı’dan topluma doğru dönüşmüştür. İkincisi, demokratik toplumlar kendi uhdesinde yaşayan bireylerin sorumlulukları, hesap sorabilirlikleri ve eyleyişleri üzerinde yükselen bir kültürü ilzam etmektedir. Dolayısıyla aşağıdan yukarıya doğru bir karakter taşımaktadır.
Demokratik toplumlar daha önceki siyaset etme tarzlarından farklı olarak yönetici ile yönetilenler arasındaki katı farkı tolere ederek yönetilenleri yönetimin içine dahil etmeyi hedeflemektedir. Temsili demokrasinin yanında özellikle katılımcı demokrasi yerel ve ulusal düzeyde böyle bir katılımın imkanlarını üretmektedir. Buradaki alt varsayımları şu şekilde ifade edebiliriz. Birincisi, insan eksik bir varlıktır; dolayısıyla tek başına “en iyi” ya da “mutlak” olanı içeremez. İkincisi de, ortak akıl ile hareket bu eksiklikleri en yüksek düzeyde tolere “mümkün iyi”yi ortaya çıkaracaktır.
Demokrasi en alttan en yukarıya kadar bireylerin tercihleri ve yükümlülük üstlenmelerine dayalı bir kültürü ifade etmektedir. Dolayısıyla sadece en üst düzeyde bir yönetici seçmek değil, toplumsal siyasetin her katmanında (sınıfta başkan seçmek, evde çoklu tercihlere yer vermek vb.) bu yükümlülük ve tercihlerin işletilmesini gerektirmektedir. Buradan yola çıkarak bir çıkarsama yapmamız gerekirse, demokraside hanedan, aile, nesep vb. faktörlerin değil, bireysel tercih ve performansların öne çıktığını söylememiz gerekir.
İbn Haldun’un çözümlemeye çalıştığı siyaset anlayışında (ki kendi döneminde varolan pratiklerin teorisini başarılı bir şekilde yapmıştır) “asabiyet” fikri anahtar bir rol oynamaktadır. Ona göre toplumsal değişim döngüsünde, bedevi toplumlardan Hadari toplumlara doğru bir gidiş söz konusudur. İbn Haldun’a göre birçok pozitif nitelikler “asabiyet” sebebiyle bedevi toplum tipinde mevcuttur. Burada asabiyet ilk önce “nesep asabiyeti” olarak işler; Hadari topluma geçişle birlikte sebep asabiyeti kendisini gösterir. Hadari topluma geçiş sürecinde ve daha sonraki süreçte ise asabiyet giderek zayıflar. İbn Haldun meşhur eseri Mukaddime’de nesep faktörünün siyasette nasıl önemli işlevler gördüğünü anlatır.
Esasen İbn Haldun’un yaşadığı dönemde bunun böyle olması, konjonktür gereği normaldir. Demokratik toplumların yukarıda belirtilen temel nitelikleri çerçevesinde düşünüldüğünde nesep kavramının önemli bir faktör olmadığını söyleyebiliriz. Fakat pratikte İngiltere, İsveç, Hollanda gibi ülkelerde devam eden krallıklar demokratik yönetimin bir kısmıyla monarşik niteliğine vurgu yapmaktadır. Bu durum demokrasinin beşiği sayılan Batı’da nesep faktörünün önemini kaybetmediğini göstermektedir. Diğer yandan Ortadoğu’da hem krallık ve hanedan yönetimleri hem de resmi olarak krallık olmasa da siyaset edenlerin aile ve çocuklarına yöneltilen ilgi (yönetimsel ilgi) oldukça dikkat çekicidir.
Demokrasinin kurumsallaştığı toplumlarda siyasetin metafizikleşmesi genellikle eleştiri konusu olur; dolayısıyla Tanrı’ya referansları yoktur. Fakat özellikle toplumların zor zamanlarında halk siyaset edenleri (yöneticiler) Tanrı tarafından seçilmiş ve kimi zaman Tanrısal nitelikler taşıyan karizmatik şahsiyetler olarak görürler. Hatta onların mucize gerçekleştireceğine dair beklentiler söz konusudur. O sebeple her bakımdan güçlü bir lider etrafında yapılaşma kuvvetlidir. Hatta kriz zamanlarında güçlü bir lider etrafında yapılanma giderek bir metafizikleşme de yaratmaktadır. Özellikle Ortadoğu toplumlarında varolan kolektivite yönetime katılma, sorumluluk alma ve kontrol etme mekanizmalarını zayıflattığından öznelik bir inşa etme sürecine gitmemekte, pasifleşmektedir.
Elbette İbn Haldun’un siyaset ve toplum felsefesi bunlarla sınırlı değildir. Daha derin ve tikele doğru giden analizlerle ele alınması fayda sağlayacaktır. Ancak premodern siyasetin eski(me)yen referansları çağdaş dünyada da işlemeye devam etmektedir.