“Bir ölüm yakın bir de sonbahar” der merhum Cahit Zarifoğlu. Böyle bir sonbaharda dünya sürgününden en sevgiliye kavuşan Sezai Karakoç’u rahmetle anıyorum. Modernleşme, medeniyet kavramlarının söz ustası Cemil Meriç “Olympos dağının çocukları Hira dağının evlatlarını asla kabullenmeyecektir” derken bu kavramlarla kafa yormamızı arzulamıştır. Bu söz ustasını da rahmetle anıyorum.
“ Gaddı yare kimi arar der kimi elif,
Hepsinin maksudu aynı amma rivayetler muhtelif”
MUHİBBİ
Muhubbi mahlasını kullanan Kanuni Sultan Süleyman’ın bu sözü günümüz Türkçesiyle; sevgiliye kimi arar, selvi boylu der kimi de elif gibi ince der, hepsinin amacı aynı ama söylemleri farklıdır anlamında günümüz Türkçesine akrabileceğim bu söz konumuzu tanımlamaktadır. Muasır milletler, çağdaşlaşma, modernleşme, Avrupalılaşma, kalkınma, gelişme, büyüme yani emsalleri gibi olma amacını arzusunu ifade eder. Bu nereye kadar temenni, nereye kadar ütopya, nereye kadar reel politik tartışılır bir konudur.
Modernleşme, modernite, Batılılaşma, asrileşme, civilisation, medeniyet, muasır medeniyet, postmodernizm kavramları kullananın bakış açısına göre anlam yüklediği kavram olmuştur. Bu yazıda modernleşme kavramına yüklenen anlam öğeleri ve diğerlerinde farklılıkları açıklanmaya çalışılmıştır. Cipallo’nun Werner Sombart tan aktarımıyla “teori tespih ipi gibidir ip olmayınca kavramalar dağılır” sözünden hareketle bu kavramların teori, pratik ve tarihsel serencamına bakmamanız lazım.
Modernleşme Latince Modernus kelimesinden gelmektedir. 5. yüzyılda dinsizliği reddeden Hıristiyan toplumlarını tanımlamak için kullanılmıştır.16. yüzyıla kadar farklı bağlamlarda devam etmiştir. Yani her toplumun yaşadığı dönem kendine göre bir modernlik arz etmektedir.1756 de Fransızca da civilisation olarak geçen medeniyet, 1770 de civilization olarak İngiliz dilinde kullanılmaya başladı. Ülkemizde 1834 de Mustafa Reşit Paşa ve Sadık Rıfat Paşa tarafından kullanılmıştır. Sadık Rıfat Paşa “terbiye-i nass ve icra-yı nizamat “ olarak medeniyeti tanımlamıştır. II. Selim 18 yıl iktidarda kaldı, II. Mahmut 32 yıl iktidarda kaldı toplam 50 yılda yani yarım asırda bu kavramla ülkemiz haşır neşir oldu. İstenilen amaca ulaşmama ayrı bir yazı konusu olarak yazılabilir.
Kavram tarihsel süreçte toplumdan topluma, ülkeden ülkeye farklı anlamlar ve yorumlara muhatap olmuştur. Örneğin Japonlar İngiliz liberalizminden, Rus rasyonalizminden, Alman bireyselciliğinden ve ABD pragmatizminden yorum yaparak muasırlaşmayı kendilerine uyarlamıştır. Bunun Iwakura heyetinin gezileri sonucu hazırlanan 6 ciltlik 4 yılda hazırlanan raporun sonucunda görmekteyiz.1789 Fransız ihtilalinde, 1776 ABD bağımsızlık bildirgesinde, 1762 j. j. Rousseau’nun sosyal sözleşmenin doğasında, 1516 T. Moore’nin ütopyasında, görmekteyiz. Cenni’nin 16. yüzyıl sanat tanımlamasında modernleşme, modernity, medeniyet kavramları farklı anlamalarda kullanılmıştır.1890’larda hızlanan endüstri devrimi, 1870 Fransa -Prusya savaşından 1914 Birinci Dünya Savaşına kadar başat güç İngiltere olmuştur.
Japonlar 1614 yılında Hristiyanlığı ülkelerinde yasakladı.1871 de ilk gazete çıktı. 1927 çağ nüfusu çocukların %99’u okullarda ve 1927 de okuma yazma oranın %95’leri bulması bunun kanıtıdır. Dönemlerle karşılaştırdığımızda “bizde neden onlar gibi olmadı?” sorusu uzun olmakla birlikte birkaç çarpıcı örnekle karşılaştırma yapmak isterim. Bu örnekler modernleşme, Avrupalılaşma, muasır medeniyet, kavramları üzerinde tekrar tekrar düşünmemizi ve çözüm bulmamızı zorunlu kılmaktadır. 1757 Viyana ya elçi olarak atanan Ahmet Resmi efendi gönderdiği rapora Hannover eyaletinin İngiltere kralı II. Georges vekilinin yönetiminde olduğunu yazdı. Osmanlının dağılmasına yönetiminden çok sayıda devlet çıkmasını önlenebilirdi.
“Matbaa geç geldi geri kaldık”. Söylemleri gerçeklerden uzaktır. Matbaa benzeri icatlar Çinlilerde bulundu. Nerdeyse tüm dünyada geç kaldı. Geri kalmışlığımızı bu tür söylemlerle yorumlamak analiz yapmaktan uzaktır. Matbaa ülkemize 1727 de kitap basımında kullanıldı. Benzer uygulama ilk telgraf hattı 1854 de İstanbul Edirne arasındaki hatta uygulandı. Fakat batılı ülkelerin telgraf şirketlerinden yararlanan Osmanlı -Trablus savaşında bunu kullanmakta zorlandı. Elektrik İzmir e 1906 yılında gelirken İstanbul’a 1910 yıllarında geldi. Benzer teknolojilerden yıllar sonra faydalanma imkânı bulduk. Burada esas sorun geç kalınmasından öte benzer uygulamaların ülkemizde olmaması ve eğitim bilim yoluyla bu tür çalışmaların yapılamamasıdır.
Mehmet, Nuri ve Reşat beyler Paris’te bulundukları sırada Fransa- Prusya savaşında Fransa’yı destekleyen onlar için savaşacaklarını söylerken Osmanlı aleyhine çalıştılar. Muasır milletlerden bir şey getiremediler. Aşının mucidi L. Pasteur ile aynı sınıfta öğrenci olan Osmanlı maden mühendisliği öğrencisi İbrahim Ethem Paşa sadrazamlığa kadar yükseldi. Muasır milletler kavramlarını getirmedi. Jön Türkler, genç Osmanlılar, Tanzimatçılar Fransa’yı bilmelerine rağmen modernleşme, kalkınma, iktisadi hayata ilişkin önerileri nerdeyse yoktur. Adem-i merkeziyetçilik İngiltere, Fransa merkezi iken her ülke kendi modellerini uygularken muasırlaşmayı Fransa da, İngiltere de, İsviçre de, Almanya da bulunan bu gurubun sürekli birkaç kavramla Osmanlı iktidarının değişmesini istemesi temelde ne derece katkı sağladığı tartışılır bir konudur.
Londra’da oradaki hayatın etkisiyle rüya romanı yazıldı. O romandan etkilenenler tekrar romanlar yazdı ama İngiltere de 1701 de çıkarılan yerleşme yasası yürürlükteydi. Bu yasa kral ve kraliçenin kimin olacağını belirliyordu. Osmanlı aydınları kendi toplumsal dokumuza model öneremezken bulundukları ülkenin tam tersi Osmanlı iktidar değişliğinin sorunu çözeceğini önermişler ama sosyal gerçekler hiçte öyle olmamıştır. Mısır hidivi Mehmet Ali Paşa Paris’te ecole egyptienne’yi kurdu. Osmanlı Paris’te Mektebi-i Osmani’yi açtı. İstanbul’da harp okullarında Fransızca eğitim verildi. Bir türlü modernleşmeyi yakalayamadı. Modernite bizde bir kişinin uzandığı objeyi almaya çalışırken karşı tarafın onu yükseğe kaldırmasıyla bir türlü ulaşamayanın durumuna benzetilebilir. Belki herkesin iyi niyetle kullandığı bu kavram ayrıntılı olarak incelenmediği için bu kavram kargaşası devam etmektedir.
Jön Türkler, Genç Türkler, Genç Osmanlı’lar, Yeni Osmanlılar öncesinde Tanzimat düşünürlerini muasırlaşma, batılılaşma kavramlarına yüklediği anlam birçok yazar düşünür tarafından da gündeme getirilmiştir. Örnek Boulzade Süleyman Sami Efendi yazdığı kitapta 1908 yılında “300 milyon İslam ülkelerinin üçte birinin bağımsız olarak yaşadığını” vurgular, o zamanda İslam ülkelerinin nüfus bu orandadır.1908 de İslam ülkelerini üçte biri bağımsız diğerleri başka devletlerin egemenliğinde veya tam devlet olamamış nasıl modernleşme, muasırlaşma asrileşme refah düzeyi aynı olabilirdi?.
Tanzimat nizama koymayı amaçlamaktadır.31. Osmanlı padiahı,110 İslam halifesi,17 yaşında tahta çıkan tahta çıktıktan üç ay sonra Tanzimat’ı ilan eden Abdülmecid; 22 yıl tahtta kaldı ve 38 yaşında öldü. Tanzimat tam başarılı olamayınca, 1839 fermanından sonra Islahat geldi. 1860 ıslahat olmayınca; birinci Meşrutiyet akabinde ikinci Meşrutiyet geldi. Ülkemiz aslında yaklaşık iki yüz yıldır bu buhranı yaşamaktadır. Bunun kurgularla olmayacağı açıktır. Muasır milletlerin başarılı olmaları örneğin Fransa, Almanya, Rusya, ABD, İngiltere, Japonya bilim ve kalkınma yoluyla olmuştur. Tanzimat’ta muhteşem motto “hürriyet, müsavat, adalet” padişahın fermanla düzenlenen padişahın bazı yetkileri kısıtlanınca bürokratlar geldi. Ali Paşa, Ziya Paşa, Reşit Paşa, , Mustafa Reşit Paşa, Nedim Paşa, Mithat Paşa iktidarda etkili oldular. Bu seferde askeri ve sivil bürokrasi kendi içinde oligarşik yapı oluşturunca tekrar başa döndük. İttihat ve terakki padişahın gitmesi için çaba gösterdi. Sonra Osmanlıda mareşal kalmadı. Enver Paşa’nın ve İTC’nin politikaları sonucu üç yılda üç savaşa giren imparatorluk toprağının dörtte üçünü kaybetti.1826 yeniçeriler bombalandı belki de çürüyen ocağı değiştirmek gerekiyordu ama bunu fırsat bilen Kavalalı Mehmet Ali Paşa Kütahya ya kadar gelince padişah Rusya’yla anlaşmak zorunda kaldı. Fransa’nın Cezayir’i işgal ettiği tarihte Mısır hıdivi Mehmet Ali Paşa Anadolu içlerine kadar geldi Osmanlıyla savaşmaya başladı. Bunların yüzünden Anadolu, Mısır, Cezayir modernleşmeden nasibini almadı. Bunu fırsat bilen İngiltere Balta limanı anlaşmasıyla Osmanlı zanaatın gelirini neredeyse yok etti. Masumane bir kurumu yenileştirme çabalarının farklı sonuçları oldu. Onun için kavramaların neden sonucunu analiz etmemiz gerektiğini bu örnekle kanıtlamak istedim.
Yıl 1860 İngiliz vatandaşı Edward Churcill Kadıköy’de avda bir Türk çocuğunun yaralanmasına neden olur. Tutuklanır çünkü meskûn mahalde bir Osmanlı vatandaşının yaralanması söz konusudur. Hem serbest bırakılır, hem ceride-i havadis adlı gazeteyi çıkarması için izin ve maddi yardım verilir. Bu da yetmez Anadolu’da gıda sıkıntısı varken on ton zeytinyağı ihraç ruhsatı verilir. Hani Tanzimat Müsavat getirecekti? Bunlar modernleşme kavramları üzerinde düşünmemizi zorunlu kılmaktadır.
Yukarıda da sırlamaya çalıştığım gibi .”kişilerin gücünü anlamak için kavramların gücünü anlamak” lazımdır. Cemil Meriç in tabiriyle “her tarif, bir tahriftir” tahrif etmeden kavramları analiz etmemiz gerekir. Yıllarıdır padişah var diğerleri kul, reaya vs. gibi benzetmelerle kavram kargaşası oldu. Evet, padişah vardı reaya ve beraya da vardı. Günümüzde de dünyanın her yerindeki yönetme yönetilen ilişkisi gibi. Şeyh Sadi Şirazi (1207 -1292) der ki
“Gusfend ez berayı çuban nist
Belki çuban berayı hidmeti üst.” (SADİ 1210-1292)
Günümüz Türkçesiyle reaya var ama belki o çoban hizmette ondan üstündür.
“Neden muasırlaşamıyoruz? Batılılaşamıyoruz? Refah seviyesine ulaşamıyoruz?” 200 yıldır benzer kavramları tartışıyor bunun cevabı:
Rönesans, reform, sanayi devrimi, ticaret devrimini yaşamadık. Tüm ülkelerin benzer aşamasını mutlaka geçirecek diye kural yok ama bu gerçeği unutmamalıyız. İslam ülkeleri bir yerden başlamalı ve bilim İslam ekonomisinin enstrümanlarıyla kalkınmayı ve muasırlığı yakalamak zorundandır. Herkes herkese göre, her zaman bire diğer zamana göre muasır ve moderndir.
Modernilikte bunun temellerini başında Batı’dan çıkan kavramlar gelmektedir. Batı alan yazınında bu cümleyle başlayan yazılar vardır. Sudan anayasasına, Bangladeş anayasasına kes kopyala bu kavramları monte etmek yakın zamanda onların yoksulluk sorununu çözemeyecektir, Afrika da İslam ülkelerin yaşadığı durumu yaşayacaklar. Sorun kök surundur, yani modernleşme, muasırlaşma, medineleşme bu kavramların temellerini anlayarak bilim, eğitim, kendi kültür ve değerleriyle harmonize etmektir. Zorun zoru bir çalışmadır ama taklit ile tok olan hakikatte aç olabilir.
İlk medeniyet yazarı imam Farabi’dir. Medine tül fazıla eserinde şehir medeniyetinden ve erdemli şehirlerden bahseder. Civilisation ise civitas tan gelir. Levi Strauss un antropolojiden siyasete transfer ettiği kavramı Huntington medeniyetler çatışmasında medeniyetleri gruplamıştır ama bu tasnifi önyargı içermektedir. Batı da muasır medeniyet şehirler arasında Atina, Roma, Kudüs, Alman köylerdir. İslam medeniyetine büyük Medine şehirleri Mekke, Medine, Kudüs, Kahire, İstanbul dur.
M. Bernan göre modernleşme çabaları, 1500-1900 yılları arası düşük, 1800-1900 arası orta, 1900’den günümüze hızlı seyir izlemiştir. Bunun aparatalar ise politika, din, sanat, kültür, teknoloji ve bilimdir. Muasır olsun olmasın İngiltere Afrika’da 19, Asya da 8,Latin Amerika’da 13, Avustralya da 3, Pasifikte 11 olmak üzere toplam 54 ülkeyi comonwealth çatısı altında tutmaktadır. İslam ülkeleri ortaçağı altın halka olarak telakki edip muasırlaşmaya bunun soy kütüğünü inceleyerek yeni anlam ve kavram yüklemesiyle sorunlara çözüm bulmalıdır.
Son olarak postmodernite kavramı tartışılmaktadır. Bana göre postmodernite batı toplumlarının modernitede bulamadıklarını telafi etme çabasıdır. Bu kavram 1960’lardan sonra alan yazınında kullanılmaya başlandı. Toynbee I. Dünya savaşı bittiğini artık postmodernizmin başladığını yazmakla savaş sonrası sistemi kastetmektedir. Bu kavrama teorik katkıları olanlar arasında Harvey, Stirner, Kiegegaard, Husserl, Lyotard, Wittgenstein sayılabilir. Postmodernizmin temelleri pragmatizm, din, gelenek, yorumsalcılık, dil, öznellik, kapitalizmin kültürel yansıması, sanayileşme özellikle de kentleşme sayılabilir.