Akıl yoluyla açıklanamayan, bu yüzden de tanrısal bir güç tarafından yaratıldığına inanılan, doğaüstü olay ya da insanları hayran bırakan olağanüstü olay ya da ‘şey’ diye tanımlanan mucize her an bizlerle…
-Bir duvarda kimsenin emek vermediği, suyunu nereden aldığı bile belli olmayan bir yeşilliğin taşıdığı zarif bir mine, mucize değil de nedir?
-Ya da insanlar için pek çok yaşamsal işlevi olan arıların, salgıladıkları bal mumu ile kendilerine yuva olarak yaptıkları sanat harikası petek…
-Kunduzların kendilerine yaşama ve üreme alanı hazırlamak için su kenarlarına yaptıkları mühendislik, mimarlık harikaları, ağaçtan yapılmış baraj ve barınaklar…
-Kuşların yaptıkları ısı yalıtımlı, çok odalı, çok katlı kuş yuvaları…
-Termitlerin (beyaz karınca) yaptıkları güneş enerjili havalandırma sistemine sahip termit gökdelenleri hayran olunacak mucizelerden sadece birkaçı.
Mucize diye adlandırılmasa da, bilim adamlarının insanlık hizmetine sundukları şaşılası buluşlarını da unutmamak lazım. Özellikle insanla bire bir çalışan hekim ve hemşirelerin insana dokunuşlarının mucizevî sonuçlarını da görmek gerekir.
Onlardan sadece bir örnek:
Michigan ABD’de, William Beaumont Hastanesi Hemşirelik Direktör Yardımcısı olarak çalıştığım yetmişli yıllarda Pediatri servislerinden birine, tramplenden atlayarak tamamen felç olmuş 17 yaşında genç bir kız öğrenci yatırıldı. Hasta hareketsiz olduğu için daire yatakta yatırılıyor, yatak yarasını önlemek için yüz üstü ve sırt üstü çevrilerek pozisyonu sık sık değiştiriliyordu. Ancak hasta, hemşireler ve hekimlerle iletişim kurmuyor, hiçbir şey paylaşmıyordu. Bilindiği gibi hasta tedavisinde hasta-hekim ilişkisi ve işbirliği çok önemlidir. O da ancak sağlıklı bir iletişimle sağlanabilir. Hasta bakımında hasta-hemşire ilişkisinde olduğu gibi. Bu yüzden, öncelikle hastanın iletişimsizlik sorununun çözümlenmesi gerekiyordu.
Bu gibi durumlar özel durum addedildiği için ben her gün hastayı ziyaret ediyor, gözlem ve izlenimlerimi hekimler, gözetmenlerim ve o servisin hemşirelik ekibiyle sürekli toplantılar yaparak paylaşıyor, vakayı tartışıyor ve çözüm arıyordum.
Yine toplantılardan birinde ekibe şunu söyledim: “Öyle bir şey olmalı ki, Barbara dikkatini ona yönlendirebilsin ve o obje bizim iletişimimizi başlatabilsin” dedim. “Bu obje canlı ve hareketli olmalı ki hastanın dikkatini çekebilsin ve hasta dışarıya dönsün” diye ekledim. Nihayet, beyin fırtınası yöntemiyle gerbil adlı fare benzeri hareketli ve evde bakılabilecek bir hayvanda karar kıldım. Hayvanı buldum.
Ancak bu hemen uygulanabilecek bir karar değildi ve o zamana kadar bir örneği de yoktu. Ben, tez hazırlar gibi bir çalışma yaparak konuyu tüm ayrıntılarıyla kaleme aldım. Ne isteniliyor, neden, nasıl, deneme süresi, hayvanın bakımı, riskler ve bunlara karşı önlemler gibi ayrıntıları kapsayan bir raporu Hemşirelik Direktörlüğüne sundum. Böyle bir uygulama belki de dünyada ilk ve tekti. İsteğim kabul edildi ve onay bana yazılı olarak bildirildikten sonra uygulamaya geçildi. Biraz da bıyık altı tebessümle bütün hastanede meraklı, kuşkulu ve ekibimizde ise heyecanlı bir bekleyiş başladı.
Hastanın yakın gözetimi, kolay iletişimi ve karşılıklı güven duygusunu sağlamak için aynı hemşireler tarafından bakımı sağlandı. Bir süre sonra hastadan beklediğimiz tepkiler gelmeye başladı. Hasta, hemşirelere hayvan hakkında adeta rapor veriyordu. Böylece beklediğimiz gerçekleşti ve Barbara kendisi hakkında bilgi paylaşmaya başladı. Deneme süresi sonunda yapılması gereken değişiklikler eklenerek, bu uygulama servisin uygulaması olarak dosyaya konuldu ve diğer bölüm sorumlularına bilgi için gönderildi. Bu uygulama, hasta başka bir yere gönderilinceye kadar devam etti. Ben bu deneyimimi hemşirelik dergilerinde yayımlamadığıma pişmanım. Dediğim gibi, bu ilk ve tek denemeydi. Çünkü literatürde de yoktu.
Barbara, ailesi ve arkadaşlarına karşı da ilgisiz, donuk ve adeta kapalı bir kutu iken bu kapalı kutudan spritüel, entelektüel, konuşkan, iyi bir aile terbiyesi almış bambaşka bir Barbara’nın çıkması hepimiz için büyük bir sürpriz, daha doğrusu sonsuz bir mutluluktu. Ben aynı zamanda insana değer vererek bir dokunuşun neler yapabileceğine şahit oldum. Bu doyumu ve heyecanı ekibimle paylaştım.
Bu deneyim aynı zamanda bize, hemşirelik mesleğinin sadece iş ve hizmet içerikli değil de yapılan her şeyin geri bildiriminin hemen alınabileceğini ve geri bildirimin beraberinde getirdiği doyumun sadece hemşirelik gibi insana dokunma şansına sahip mesleklerde olduğunu kanıtladı.
Barbara’ya gelince, hastanemizde kendisine başka yapılabilecek bir şey kalmadığı için kendisini hastanemizden helikopterle fizik tedavi olacağı merkeze yolcu ettik. Barbara bizlerle ilk şoku atlatmış ve iletişim sorununu halletmiş ve durumunu kabul etme aşamasına gelmişti. Gittiği yerde fizik tedavisi yapılırken bir yandan da psikiyatrik yardım alacaktı.
Barbara’yı hala merak ediyorum. Kendisiyle bu süreçteki yolculuğumuzda bizler de çok şey öğrendik. Yeni Barbara’yı çok sevdik. Umarım yeni durumuna uyum sağlamıştır ve olabildiğince mutludur.
4 yorum
Hocam teşekkürler paylaşımınız için. Hem günümüzde konuştuğumuz bireyselleştirmiş, hasta merkezli bakım ilişkisinin hem de değişim yönetimi örneği. Sizden öğremeye devam ediyoruz. Saygılarımla.
1980 başlarında, ülkemizde renkli TV yayınları başlamıştı. ”Dağın Öte Yakası’ adlı bir filimde, bir genç kız ABD kayak milli takımı seçmelerinde kayarken kaza yapıyor ve boynundan alt tarafı felç olyor. Onun bundan sonraki yaşamı, yaşama tutunmak için gösterdiği gayret ve yoğun mücadelelerden sonra öğretmen oluşu anlatılıyordu. Felçli öğretmeni hangi okul kabul eder? Zorlukla bir kızılderili okulunda iş bulup çalışmaya başlar. Bu filim, ve onun azmi beni çok etkilemişti. hala da hatırlıyorum. Mucizeleri gündeme getirdiğiniz için teşekkür ederim.
The Other Side of the Mountain ,1966’da kayak yarışları şampiyonu Jill Kinmont’un ,EG Valens’in A Long Way Up Up filminin gerçek hikayesine dayanan1975 Amerikan draması bir romantik filmdir . Filmin Birleşik Krallık başlığı A Window to the Sky idi . [3]
1955’in başlarında, Kinmont slalomda ulusal şampiyondu ve bir yıl sonra 1956 Kış Olimpiyatları’nda bir madalya için ABD’nin en büyük adayıydı . O yakın bir ölümcül felç oldu yokuş aşağı meydana gelen kazanın Kar Cup de Alta , Utah onu bırakarak hafta onun 19 yaş gününden önce, Kuadriplejik . Jill Kinmont Boothe, 9 Şubat 2012’de Nevada, Carson City’de öldü. [4] wikipedia
Çok anlamlı yorumunuz için zamanında teşekkür edemedim. Çünkü amacım önce filmi izlemekti. Ancak bugün izleyebildim.
Çok anlamlı ve herkesin ibret alması gereken bir yapıt. Facebook’da da paylaştım. Gerçek yaşanmış bir öyküden alınmış olması filmin etkisini bir kat daha artırıyor. Sizin filmi ayrıntılarıyla hatırlamış olmanızdan da belli oluyor.
Paylaşımınız için teşekkürlerimle