“Siz de bu muhalifliği bırakın lütfen”
Van Tıp’lı yıllardan tanıdığım ve halen whatsapp yoluyla da olsa görüşmeye devam ettiğim dekan yardımcılığı ve dekanlık da yapmış bir profesör abimiz, kurban bayramı öncesi şiddete kurban giden Dr. Ekrem Karakaya’nın katli hadisesine de yer verdiğim bayram tebriğim ve notumdaki yazdıklarım üzerine “Ölüm Allah’ın emri ve takdiridir, başımız üstüne. Vakti saati belli, sebebi belli değildir. Elbette şiddetin her türlüsünü kınıyoruz. Son olayda birileri mal bulmuş mağribi gibi bakana ve iktidara veryansın etti. Bu olayda ne iktidarın ne de bakanın bir vebali yok diye düşünüyorum. Aynı gün bir avukat da öldürüldü. Hiç kimse adalet bakanına tek laf etmedi haklı olarak. Meslektaşımıza Allah’tan rahmet diliyorum” diye cevapladı. Ben de “Bu şiddet sarmalında iktidarın sağlık politikalarının ve sağlık bakanlarının da vebali vardır. (1) Artık bu savunmacı tavrı terk edin lütfen” diye karşılık verince yazımın en başındaki ifadeyi kullandı. Akabinde de “İrfan kardeş muhalefetine devam etme senin hakkındır. Bana akıl verme hakkın yoktur” diye de ilave etti.
Hafızam beni yıllar öncesine, 28 Şubat Postmodern Darbe Süreci günlerine götürdü. O süreçte yüzbinlerce hatta milyonlarca insan gibi bu abimiz de hepimiz gibi gerek fakültede gerekse de gündelik hayatında türlü baskı, tehdit, ayrımcılık, haksızlık hukuksuzluk gibi her darbe döneminde, o darbenin hedefindeki kesimlerde karşılaşılabilecek sıkıntılara, zorluklara maruz kalmıştı. O zaman o, ben ve birçok Van Tıp’lı, 28 Şubat Süreci’ne ve onu destekleyenlere karşı yani onun tabiriyle “muhalif” idik, ki o zamanki mevcut iktidar da bizleri aynen öyle görüyordu yani birer “muhalif”. Meslek hayatımın 33 yılının anılarına yer verdiğim kitabımda, bu süreçte yaşadıklarımın bir kısmını “Fişlenmişim, adım eşkalim belli” başlığı altında hatıralar eşliğinde özetlemeye çalışmıştım. (2) O yazıdaki bir alıntıda 28 Şubat Süreci ile ilgili çok isabetli bir tespitte deniliyordu ki, “Muhafazakâr dindar kesimlerde sebep olduğu travmanın etkisi büyüktü”. O süreç sona erdikten ve aradan geçen onca yıl sonra bile, bu kesimlerin mağduriyeti tümüyle bitmesine rağmen (iktidar olmalarına rağmen yine de ‘mağduruz da mağduruz’ edebiyatı da bir türlü bitmek bilmiyor) ve hatta yer yer mağruriyete bile varsa, önemli bir kesimde her şeye rağmen bu travmanın izleri ve etkisi halen devam ediyor. Ve ne yazık ki kolay kolay da düzeleceğe benzemiyor. Antrparantez, bu endişelerinde 28 Şubat Süreci sonrası 20 yıllık dönemde kazandıkları ve bu devran değişirse kaybedecekleri çok şey olması da etkendir. Yazımın sonunda bu ülkede darbe travmasına uğrayan kesimlere sağaltım için reçetemi de yazmıştım. “Herkesin, her kesimin üzerine düşeni yapması, öz eleştiriden kaçınmaması, eleştiriye açık ve hoş görülü olması, gerekirse içinde bulunduğu mahalleyi karşısına alma cesareti göstermesi”. (2)
Peki, “gerekirse içinde bulunduğu mahalleyi karşısına alma cesareti gösteren” kişiyi yani beni, benim gibi o yıllarda 28 Şubat Süreci’ne “muhalif” olan abimiz nasıl tanımlıyor, “muhalif”.
Bir rektör abimizi bir ziyaretimde, konuşma sırasında “Sen muhalif birisin” dedi. Dedim ki, “Ben bir şeye sırf karşı çıkmış olmak için karşı çıkıyorsam, yazıklar olsun bana. Fakat farklı düşündüğüm ve inandığım için muhalefet ediyorsam, bu benim en tabii hakkımdır. Siz de yanlış olduğunu düşündüğünüz şeylere karşı çıkmıyor, muhalefet etmiyor musunuz?” deyince geri adım attı ve “Orası öyle elbette, ama bunu daha çok muhalif siyasiler yapıyor” deyince ben de “Bana ne onlardan, onların yaptığı onları ilgilendirir” deyince “Aman, kapatalım bu konuyu gitsin” dedi ve kapattı. (3) Onun rektör olduğu üniversitede, bir profesör meslektaşımın dediğine göre şahsımdan bahisle benim muhalif, eleştiren biri olduğum sözü üzerine, o da cevaben “ama o sizin karşınızda olan kişileri de eleştirmekten çekinmiyor” dediğinde o zevat ona diyesiymiş ki; “Evet o, onları da eleştiriyor ama onlara bir söylüyorsa bize iki”.
Hasbelkader zor ve sıkıntılı bir dönemde, iki yıl kadar bir başhekimlik yapmıştım. İstifa ile sonuçlanan o süreci özetlemeye çalıştığım veda mektubumun bir yerinde şu satırları yazmıştım. “…Hastane Yöneticisi’nin bir karne toplantısı sırasında bana olanca lafı saydığı sırada söylediği bir söz vardı ki, halimizi açıklaması ve hâkim olan zihniyeti deşifre etmesi bakımından önemli idi. “Sen nasıl olur da bu sistem, bu ekip içinde olursun da, eleştiri yapıp itiraz edersin. Safını, tarafını seç. Ya bizimle birlikte hareket et, muhalefet yapma ya da ayrıl git, muhalefet yapacaksan da öyle yap”. Ben ayrılmayı tercih ettim. Bu tür bir ayrıştırma, dışlama ve ötekileştirmeye kendim maruz kalsam da bugüne kadar asla tevessül etmedim, gücüm yettiğince kimsenin de yapmasına izin vermedim. Eğer biz de, geçmişte bize yapılmış ve şikayet ettiğimiz haksızlıkları, zulümleri, adaletsizlikleri bugün başkalarına yapar isek, farkımız kalmaz ve yakınmaya da hakkımız olmaz…” (4)
Peki, “eğer biz de, geçmişte bize yapılmış ve şikayet ettiğimiz haksızlıkları, zulümleri, adaletsizlikleri bugün başkalarına yapar isek, farkımız kalmaz ve yakınmaya da hakkımız olmaz” diyen “akademik titri olan, yıllarca üniversitede hocalık yapmış, anabilim dalı başkanlığı yapmış, ders vermiş, öğrenci yetiştirmiş, göğüs cerrahisinde klinik şefi olmuş, asistan yetiştirmiş, göğüs cerrahisi camiasında önemli görevler üstlenmiş” beni; “benden dokuz yaş küçük, üstelik de o hastaneye altı ay öncesinde onun izni ve yardımıyla gelmiş, ondan her türlü anlayış ve desteği görmüş bir hekim, bir dahiliye uzmanı olup hastane yöneticiliğine getirilmiş” bir kişi nasıl tanımlıyor, “muhalif”.
Sözlükte “muhalif”, “bir görüşe, bir eyleme, bir tutuma karşı olan kimse” olarak tanımlanır. Bir toplulukta “muhalif, zıt, karşıt, harici, dış” olarak tanımlanan kişi/kesimlere yapılan muhalefet normal bulunup hoş karşılanırken; bu içe yönelirse (iç muhalefet), öz eleştiri nahoş karşılanır. Bu kural nedense hiç değişmiyor, farklı toplum kesimleri arasında sürgit dönüp duruyor.
Bundan birkaç yıl önce “Nasihat ve Bozgunculuk Arasında Muhalefet” adlı ortak bir çalışmada, bana “İç Muhalefet Tartışması: Müslümanlar Arasında Muhalefetin İmkanları” konusu verilmiş, bu konu üzerinde araştırmış, düşünmüş ve yazmıştım. (5) Ve üzülerek söyleyebilirim ki, bu toplumda ve özellikle dindar muhafazakâr kesimde -hatta düşüncede radikal olduğunu düşündüğüm kesimlerde bile- iç muhalefet imkânı ya yoktur ya da yok denecek kadar azdır. Gücü, iktidarı, otoriteyi, egemenliği elinde tutanlar ve onları başta menfaatleri olmak üzere türlü nedenlerle destekleyen taraftarları dış muhalefete hadi neyse de iç muhalefete, muhalif düşüncelere ve muhalif kişilere genellikle sıcak bakmazlar, en hafifinden o mahallenin yaramaz, haylaz çocukları, uyumsuz, geçimsiz kişileri hatta delileri olarak görürler, en ağırından da iç düşmanlar, hainler, bozguncular olarak nitelerler.
O yüzden muhalefet düşüncesiyle ilgili fikri üretme hakkı ve ifade hürriyeti konulu ilave bir yazı yazıp bu konudaki düşüncelerimi de ortaya koymak zorunda hissettim kendimi. (6)
Benim yolum, derdim, gayem son nefese kadar her konuda hak ve hakikate talip olmak, arayıp bulmaya çalışmak ve ulaştığım doğruları dile getirmek, başkalarıyla da paylaşmaktır. “Talip” ve “Yolcu” olarak bu yolda isterse “yalnız gezip şürekâm olmasın” (2), “muhalif” olarak tanımlanıp başıma bin bir türlü şey gelse de ne gam,
“Eyvallah, Başım Gözüm Üstüne”.
Kaynaklar:
- https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/2022/07/dr-ekrem-karakaya-ve-saglikta-siddet.html
- Benim Yolum / Tababet Sanatının İcrası İle Geçen 33 Yıl, Prof. Dr. İrfan Yalçınkaya, 2021, Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık, https://www.kitapyurdu.com/kitap/benim-yolum/602498.html
- “…Ben Seni Kız İken Seven Oğlanım…”, Yayınlanmamış Bir Anı Yazımdan Alıntı
- Başhekim, İstifaya Götüren Süreci Kaleme Aldı, https://www.memurlar.net/haber/391274/bashekim-istifaya-goturen-sureci-kaleme-aldi.html
- İç Muhalefet Tartışması: Müslümanlar Arasında Muhalefetin İmkânları, Arif Kaya, Nasihat ve Bozgunculuk Arasında Muhalefet (Ortak Çalışma), Editör: Levent Çavuş, Tashih Yayınları, 2018, İstanbul, Sh. 184-199, http://arifkaya06.blogspot.com/2020/12/ic-muhalefet-tartsmas-muslumanlar.html
- Fikrimin İnce Gülü, Kalbimin Şen Bülbülü…, Prof. Dr. İrfan Yalçınkaya, 12 Ocak 2022, https://www.akademikakil.com/fikrimin-ince-gulu-kalbimin-sen-bulbulu/irfanyalcinkaya/
4 yorum
BİR DÜZELTME
Bugüne kadar birçok kişiden duyageldiğim dillere pelesenk bir sözü tashih etme (düzeltme) zamanı geldi artık. “Her söylediğin doğru olsun, lakin her doğru her yerde söylenmez” sözünün, “Her söylediğin doğru olsun” kısmına katılıyorum amma ve lakin ikinci kısmına katılmıyorum. Zira cesaretiniz varsa ve bedel ödemeyi göze almışsanız, her doğru her yerde söylenir hatta zalim sultana karşı bile.
Slm hocam, ağzınıza sağlık çok güzel özetlemişsiniz. Ben de benzer süreçler yaşamaktayım. Haksızlıkları dinlendirdiğimiz için yaftanıyor istenmeyen kişi ilan ediliyoruz. Kendi jargonları ile söylersek eğer, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan değil midir? İçimizdeki bu şeytanları eleştirmek, amiyane tabirle taşlamakta ibadettir kanımca.
“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” rivayeti bugüne kadar bolca söylendi ama genelde hep kendilerinden olmayanlar için söz konusu edildi. Dilde olanla, gönülde ve amelde olan hep farklı oldu. Sözün davranışa bakan yüzünde haksızlık ve zulüm karşısındaki tavır ve tutum, kişinin kimliğine ve mensubiyetine göre dillendirildi. Zulüm ve haksızlık bizden! ise susmamız öğütlendi, istendi. Velhasıl-ı ve netice-i kelam, son yıllarda dilsiz şeytanlar çoğaldı, ortalığı kapladı. Bir merhum Rachel Corrie gibi “zulüm bizden ise, ben bizden değilim” diyemedi ezici çoğunluk. Yazık oldu, yazık ettiler kendilerine ve başkalarına.
“BENİM YOLUM – Tababet San’atının İcrası İle Geçen 35 Yıl” KİTABIMIN “GÖZDEN GEÇİRİLMİŞ VE İLAVELİ 2. BASKI”SI ÇIKTI.
İKİNCİ BASKIYA ÖN SÖZ’Ü OKUMAK İÇİN;
https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/2023/09/benim-yolum-tababet-sanatnn-icras-ile.html