Sünnet, Hz. Peygamber’e nispet edilen söz, fiil ve takrirlerdir. Yani, onun yaşam tarzıdır; sürekli ve devamlı olarak yaptığı davranışlardır. Nitekim kelime sözlükte “yol ve gidişat” anlamlarına gelmektedir. Sünnet, “ara sıra ve gelişigüzel yapılan şeyleri değil, âdet niteliğinde devamlı ve sürekli, aynı zamanda bilinçli davranışları” ifade eder.
Tarihi süreç içerisinde Hz. Peygamber’in sünnetinin bağlayıcılığı konusunda farklı yaklaşımlar olmuştur. İslam âlimleri Hz. Peygamber’in sünnetinin tamamına mı yoksa bazılarına mı “mutlaka uyulması gerektiği” konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bu nedenle onlar ilk asırlardan itibaren sünneti bağlayıcılık açısından çeşitli sınıflandırmalara tabi tutmuşlardır. Mesela İbn Kuteybe (ö. 276/889) bağlayıcılık açısından sünneti üç kısma ayırırken, Şah Veliyyullah ed-Dehlevî (ö. 1176/1762) Hz. Peygamber’in davranışlarını iki ayrı başlıkta incelemiştir.
Çağdaş yazarlardan Muhammed b. Tâhir b. Âşur ise sünneti bağlayıcılık açısından detaylı bir tasnife tabi tutmuş ve sünneti on iki (12) kategoride değerlendirmiştir.
Şimdi bu kategorileri yakından inceleyelim.
1. Teşrî (Yasama): Hz. Peygamber’in sünnetinin büyük çoğunluğu bu kısma dâhildir. Çünkü onun amacı, insanlara uymaları gereken ahkâmı bildirmektir. Ahkâm konusunda Hz. Peygamber’e uymak zorunludur. Mesela namazın nasıl kılınacağı, orucun nasıl tutulacağı, haccın nasıl yapılacağı buna örnek olarak verilebilir.
2. Fetvâ: Hz. Peygamber’in dinî konularda kendisine sorulan sorulara verdiği cevaplar bu kısma dâhildir; bu fetvalar da bağlayıcıdır.
3. Yargı (Kadâ): Hz. Peygamber’in ihtilaflı bir konuyla ilgili olarak iki taraf arasında verdiği hükümler bu kısma girer. Bu da yasama niteliğinde olup bağlayıcıdır.
4. Devlet başkanlığı (el-İmâra): Devlet başkanı olarak yaptığı bazı davranışlardır. Mesela Hz. Peygamber; “Harpte bir düşmanı öldüren o düşman üzerindeki silah, mal ve teçhizatı alma hakkına sahip olur” sözünü “devlet başkanı sıfatıyla” söylemiştir. Bu bakımdan öldürülen düşmanın üzerindekileri almak ancak “devlet başkanın verdiği izinle” mümkün olabilir. Devlet başkanı izin vermediği takdirde hiçbir kimsenin düşmanın üzerindeki eşyayı alması caiz değildir.
5. İyi ve güzel şeylere teşvik (Hedy): Bu kısma giren Hz. Peygamber’in davranışlarının mutlaka yerine getirilmesi zorunlu değildir. Ancak yapılması uygun olur. Hz. Peygamber’in “kölelere (savaş esirlerine) yediğinden yedirmek giydiğinden giydirmek” sözü “en iyiye teşvik” amacıyla söylendiğinden aynı şeylerin yedirilip giydirilmesi zorunlu değildir. Zorunlu olan kölenin insanca yaşayabileceği şekilde ihtiyaçlarını karşılamaktır.
6. Arabuluculuk (Sulh): İki tarafın rızasına dayanarak iki tarafı da anlaştırmaktır. Yargıdan farklıdır. Çünkü iki tarafın rızasına dayalı olarak ortaya konulan çözümü içerir. Mesela Hz. Peygamber iki sahabî arasında alacak-verecek meselesindeki ihtilafı çözmek için zengin alacaklıya “alacağının yarısından vazgeçmesini” tavsiye etmiştir. Ancak onun bu sözüne bakarak “alacaklı olan herkes borcunun yarısından vazgeçmek zorundadır” şeklinde genel bir hüküm çıkarmak kesinlikle mümkün değildir.
7. Fikir danışanlara yol göstermesi: Hz. Ömer, Allah rızası için bir adama cihatta kullanılmak üzere bir at verir. O at kaza sonucu sakatlanınca mezkûr şahıs atı satmak ister. Atın ucuza satılmasını istemeyen Hz. Ömer tekrar o atı satın almak ister ve konuyu Hz. Peygamber’e danışır. Bunun üzerine Hz. Peygamber’in; “Bir dirheme bile verse o atı satın alma, zira sadakasından cayan kusmuğunu yiyen köpek gibidir” buyurduğu rivâyet edilir. Kanaatimizce Hz. Muhammed, Hz. Ömer’e insanlar arasında “yanlış anlaşılmalara” mahal vermemek amacıyla böyle bir yol göstermiş olmalıdır. Nitekim onun bu alışverişi yasaklaması haram olduğundan değil toplumda yanlış anlaşılmalara sebebiyet verme ihtimali nedeniyledir. Nitekim fakihler bu tür bir alışverişin geçerli/caiz olacağını kabul etmişlerdir.
8. Nasihat: Örneğin Fatıma bnt. Kays, Hz. Peygamber’e gelerek kendisiyle evlenmek isteyen Muaviye b. Ebî Süfyan ile Ebû Cehm hakkında bilgi ister. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Ebû Cehm’in “eli sopalı/şiddete meyyal” birisi, Muaviye’nin ise “cimri” olduğunu söyler. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in bu sözüne bakarak ikisiyle de evlenmenin caiz olmadığı anlamını çıkartmak mümkün değildir. Çünkü onun bu sözü kendisine danışan bir hanım sahabîye nasihatten ibarettir.
9. İnsanları en mükemmel olana yönlendirme: “Hasta ziyareti, cenazeyi takip, selamı yayma, davete icabet” gibi emirler ashabı en mükemmele yönlendirme amacı taşıdığından “farz niteliğinde” kabul edilmez; edilirse Müslümanlar zora sokulmuş olur. Bu nedenle İslâm âlimleri bu gibi emirlerin farziyet ifade etmediği kanaatine varmışlardır.
10. Yüce hakikatleri telkin: Hz. Peygamber sadakanın önem ve faziletini anlatmak için “Uhud dağı kadar altınım olsa, üç dinar kalıncaya kadar onu sadaka olarak dağıtırdım” diyerek sadakanın önemine dikkat çekmiş ve ümmetini infaka çağırmıştır. Ancak Ebû Zerr ise bu hadise bakarak “bunun tüm ümmete şamil olduğunu söylemiş ve mal/para/servet biriktirmeyi” doğru bulmamıştır. Lakin Hz. Osman, onun bu anlayışını yanlış bulup itiraz etmiştir. Gerçekten de bu hadisten (bir zamanlar Hz. Peygamber’den valilik görevini isteyen ve Hz. Peygamber tarafından ehil görülmeyerek isteği geri çevrilen) Ebû Zerr’in istinbat ettiği gibi bir hüküm çıkartmak asla mümkün değildir. (Günümüzde bazıları, “sol ilahiyat” kavramının arkasına sığınarak “Ebû Zerr’in zenginlik karşıtı bu söylemlerini” kendisine sütre/kalkan edinmekte, Ebû Zerr’in hem Hz. Muhammed hem Hz. Ömer hem de Hz. Osman tarafından eleştirildiği/uyarıldığı gerçeğini bilerek gizlemekte, onu tüm yönleriyle tanıtmaktan kaçınmakta, adını istismar ederek gençleri etrafına toplamakta ve din simsarlığı yapmaktadır.)
11. Tehdit ve Azarlama: Hz. Peygamber, tehdit ve ikaz kastıyla bazen mübalağa içeren sözler söylemiştir. Onun bu tür mübalağalı ifadelerini zahiri manasına bakarak anlamak/algılamak yanlış olur. Örneğin Hz. Peygamber; “Cemaate gelmeyenlerin evlerini başlarına yıkmak istediğini” söylemiştir ki, bunu gerçek anlamıyla düşünmek yanlış olur. Bu sözün söylenmesinin amacı, “cemaatle namazın önemini vurgulamak ve cemaatle namaz kılma konusunda gevşek davranan Müslümanları ikaz etmekten” ibarettir.
12. Yaratılış icabı ve maddî ihtiyaçlar gereği yaptıkları: Bunlar Hz. Peygamber’in bir insan olarak ortaya koyduğu davranışlar olup ümmetin tamamını bağlamaz. Yeme içme tarzı, yediklerinin ve içtiklerinin cinsi, giyim kuşam tarzı, yolda yürüyüşü, hayvana binmesi, sağ yanı üzere uzanıp uyuması, hurma aşılama konusundaki tavsiyeleri bunlardandır. Bu konular “dinî bir nitelik” taşımadığından ümmetin bu konularda Hz. Peygamber gibi davranması gerekmez. Zira bu davranışlardan amaç “ne dinî bir hüküm ortaya koymak ne de Müslümanlardan kendisi gibi davranmalarını” istemektir. Nitekim fıkıh usulünde bir kaide olarak “Hz. Peygamber’in insan olarak (yaratılış gereği) ortaya koyduğu davranışlarının ümmeti bağlamayacağı” kabul edilmiştir.
Görüldüğü üzere verilen tüm bu örnekler “sünnetin tamamının bağlayıcı olmadığını” açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla sünnete uymak demek, Hz. Peygamber’den gelen her şeyi hiçbir ayrıma tutmadan ve bağlayıcılık açısından hepsini “aynı düzeyde görerek” harfi harfine ve adeta robot gibi taklit etmek değildir. Hiçbir ciddi İslam âlimi böyle bir fikri savunmamıştır. Dolayısıyla sakal bırakmak, sarık sarmak Arapların giydiğine benzer kıyafetler giymek, yerde yemek yemek, elle yemek, camilerdeki halıyı kaldırıp toprak zeminde namaz kılmayı teklif etmek vs. davranışlar “taklitçilik” olup böyle bir anlayışın kabul edilebilmesi mümkün değildir. (Ayrıntılar için bk. Musa Bağcı, Hadis Tarihi, s. 379-384).
Sonuç olarak, yapılan bu sınıflandırmadan da anlaşılacağı üzere “sünnetin tamamının bağlayıcı olduğunu” söylemek mümkün değildir. Bu bakımdan bağlayıcılık açısından farklılıklar arz eden sünneti doğru anlamak hem ümmete büyük kolaylık sağlayacak hem de İslam’ın daha doğru tanıtılmasına zemin hazırlayacaktır.