"Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur."
Şeyh Edebali [1206-1326: Sufi Alim)
Devlet hastanelerindeki "Hasta Hakları Birimleri" görünce tüylerim diken diken oluyor. Yalnız ben değil, pek çok hekim bu birimlerin varlığından "illallah" etmiş durumda. Güzel tefriş edilmiş odalarda "hazır kıta" gelecek şikâyetleri bekleyen görevliler, "Demoklesin Kılıcı" gibi sağlık çalışanlarının kafasının üzerinde sallanıp duruyor. Allahtan bu "Amerikan Özentisi Birim" üniversite hastanelerinde mecbur değil. Aslında bu birimlerdeki görevlilerin bir kabahati yok. Sağlık Bakanlığı sağlık sisteminde her şeyi katıp karıştırırken bir de bunu musallat etti sağlık çalışanlarının başına.
Var mı ülkemizde başka bir kurumda böyle bir birim? SABıM benzeri "Alo Doktorumdan Şikâyetçiyim!" hattı hangi bakanlıkta var? Hukukçularımız, emniyet mensuplarımız, öğretmenlerimiz, mühendislerimiz kusursuz ya, o yüzden onların Bakanlıkları böyle bir "gammazlama hattı" kurmamışlar.
Tabip odası başkanıyım ya, her gün yeni bir şey öğreniyorum. Bu Hasta Hakları Birimleri, "kalite kontrol" adı altında geriye dönük olarak hastaları arayıp bir de memnuniyetlerini soruyormuş. Tavsiye ederim, bir de milli ve dini bayramlarda şeker ve lokum göndersinler
Hekim, hemşire ve diğer sağlık çalışanlarının en iyi şartlarda çalışmasından sorumlu Sağlık Bakanlığı mı yoksa "Hastaları Memnun Etme Bakanlığı" mı belli değil. Hasta memnun olsun yeter. Sağlık çalışanlarının Meslek Örgütleri, Sendikaları, kurum temsilcileri "feryat, figan" ayakta, onlar hâlâ "Hasta Memnuniyet Formu" doldurmakla meşgul.
Ülkede hekimlik mesleği en kötü günlerini yaşıyor. Bazı hekimler, bu devran böyle sürmeyecek olsa da bir süredir iyi para kazanıyor, ama hekimlik mesleğinin toplumdaki saygınlığı yerle bir. Sağlık politikaları hekimi, özel sektördeki sermaye sahipleri ve hastalar tarafından "parayla satın alınabilen" bir meslek mensubu haline getirdi. Eskiden hekim olmayan Sağlık Bakanları vardı. Yanlış icraatları karşısında, "Ne de olsa meslekten yetişmemiş, bizi anlayamıyor." der geçerdik. Ya şimdi ne diyelim?
"Hasta hakları, hasta hakları" diye diye, hastayı hekimin tepesine çıkardılar. Hekimi günde 100-150 hasta muayene etmeye mecbur bırakıp, onu hem fiziki olarak hem de saygınlık olarak tükettiler. Artık hiçbir sektörde olmadığı kadar, hizmet alanlar sağlık çalışanlarını kendilerinin hizmetkârı gibi görüyorlar. Sağlık çalışanlarının, özellikle de hekimlerin belli aralıklarla "bir profesörden" işittiği hakaret ve tehditler de cabası. Polikliniklerinde her gün korku ve endişe içinde hasta bakan, yaptığı her ameliyatta "acaba bir komplikasyon çıkar da hasta yakını beni dava eder mi?" kaygısı taşıyan, sabahtan bu yana 60 hasta baktıktan sonra saat 12:30 olduğu, karnı acıktığı ve tuvalet ihtiyacını gidermek için kayıt yaptırmış’ diğer 20 hastaya "Öğleden sonra gelin desem bana saldırırlar mı?" baskısını üzerinde hisseden her bir doktorun bu hallerinden "mührü elinde tutanlar" mesuldür.
"Mührü elinde tutanların" hiçbir kişi ve kurumu dinlemediklerini biliyorum. Bunu herkes biliyor. Öyleyse bu yazıyı neden yazdım?
Tarihe not düşmek için
Daha kötü şeyler olduğunda "Biz demiştik!" demek için
Ve doğruluktan ayrılanları elimizdeki "eğri kılıç" ile düzelten bir gelenekten geldiğimizi dosta düşmana duyurmak için
Olacak şey değil de! Kim bilir, belki de eşref saatlerine gelir, bu sese kulak verirler. Ne de olsa, çıkmadık canda ümit vardır