Hemen her gün, ekranlarda ibretle izliyoruz. Dünyanın pek çok yerinden, gelişmiş ülkelere doğru müthiş bir mülteci akını var. Açlık çeken Afrika’dan, Akdeniz yoluyla önce İtalya, İspanya’ya oradan Fransa, Almanya ve kuzey Avrupa’ya, başta Afganistan ve Pakistan olmak üzere Asya’dan, ülkemiz üzerinden karşı kıyılar yoluyla yine Avrupa’ya. Orta ve Güney Amerika ülkeleri ve Meksika’dan, ABD’ne doğru daimi ve yoğun bir mülteci akını var.
Suyun, daima alçak yerlere aktığı gibi hangi ülke gelişmişse, hangi ülkede iş olanakları fazla, can güvenliği ve demokrasi varsa insanlar oraya doğru akıyorlar. Derme çatma teknelerin batması, gittikleri ülkelerde gördükleri zulümler, kamplardaki zorlu yaşamlar, uzun yolculuklarında hastalık, hatta ölümler bile onları yollarından döndüremiyor, caydıramıyor. Her gün, her saat, bu insanlık dramını ibretle izliyoruz. Yaşadıkları ülkelerinde açlık, işsizlik, savaş, toplu ölümler, adaletsizlik ve güvensizlik varsa, insanlar oradan kaçmaya çalışıyorlar. Tarifi imkansız inanılmaz yöntemleri, ölüm pahasına da olsa denemekten çekinmiyorlar. 1800’lü yıllardan itibaren Avrupa’dan, Amerika’ya olan sistematik göçler de böyle başlamıştı. Şirketler, gemilerle mülteci taşıyorlardı. Yeni dünyaya, yeni ümitlerle gidildi. Gidenlerden gelen iyi haberler, gitme konusunda kararsızları bile ümitlendirirdi.
Bunların dışında, bir de zorla götürülenler var. Çok daha önceki yıllardan itibaren, Afrika’dan Amerika kıtasına köleler, İngiltere’den Avusturalya’ya suçlular böyle taşındı. Korsan denizciler, Afrika kıyılarından teknelerinin ambarlarına yükledikleri genç, yaşlı, çocuk, kadın, kız demeden yakaladıkları insanları Amerika’ya götürüp orada köle olarak satıyorlardı. Gidilecek kıta da, gemilerin rotası da daima ayniydi. Bu uzun yolda, topladıklarının yarısı ambarlarda ölüyor, ölenleri okyanusa atıveriyorlardı. Uzun yıllar geçmesine rağmen hala köpek balıklarının ayni rota üzerinde dolaşmalarına hiç şaşmamak lazım.
İnsan köle ticareti, dünyanın büyük ayıbıdır. Gemilerde kürek mahkumları, tarlalarda, yer altındaki madenlerde, yol, köprü, metro inşaatlarında, en zor en pis işlerde çoğunlukla köleler çalıştırılırdı. Şimdinin amele pazarları gibi zengin ülkelerde, köle pazarları kurulurdu. Çalıştırılan kölelere genelde para ödenmez, yatacak bir yer verilir ve sadece karınları doyurulurdu. Etraflarında devamlı silahlı nöbetçiler dolaşır, kaçanlar silahla vurulur, sakatlanır ya da ibret olsun diye ortalık yerde asılırdı. Osmanlı İmparatorluğu’nda bile İstanbul’da köle pazarları vardı. Özellikle genç ve güzel kızlar, paşalara, saraylara, yüklü paralar karşılığında satılırdı.
Başta İngilizler olmak üzere batılılar, ele geçirdikleri ülkelerde öncellikle kendi dillerini ve dinlerini yerleştirmeye çalışırlardı. Oralara hemen misyoner papazlar gönderir, kiliseler açarak bir yerde dini eğitimleri de üstlenirlerdi. Bugün dünyanın pek çok ülkesinde Hıristiyanlık dininin yayılışı böyle olmuştur. Güney ve orta Amerika’nın hemen tamamı Hristiyan ve bu ülkelerin tamamında İspanyolca konuşuluyor. Sadece Brezilya’da Portekizce konuşuluyor. ABD, Kanada, Avusturalya, Yeni Zelanda ve Güney Afrika’da İngilizce konuşuluyor. Hindistan, Pakistan ve Filipinler’de ve okyanus adalarında İngilizce oldukça yaygın. Kuzey Afrika ülkelerinde Fransızca bilenler oldukça fazla. Dil, din, eğitim ve kültür götürülen ülkelerin halkı, yıllar sonra bile ana devletlerine karşı bir yakınlık duymaktalar. İngiliz ve Fransız sömürge imparatorlukları, işte böyle kuruldu.
Atalarımız, Osmanlı İmparatorluğu da bir zamanlar sınırları Asya’dan Avrupa’ya oradan kuzey Afrika’ya, büyük bir coğrafyaya hükmeden çok büyük ve güçlü bir devletti. Çok büyük bir alana yayılmıştı. Ancak Osmanlılar, gittikleri yerlere kısmen dinimizi götürmeye çalışsa da, maalesef kültürünü, dilini ve eğitimini götüremedi. Fethettiği ülkelerin, dillerini, kültürlerini ve hatta çoğunlukla dinlerini dahi serbest bıraktı. Ülkenin başına bir vali atayıp, sadece oradan her yıl gelecek vergi gelirlerine baktı. Yer altı zenginlikleri ve madenleriyle bile hiç ilgilenmedi. Örnek, İngilizlerin 1800 başında Osmanlı toprağı olan Kuveyt’te petrol bulup, İstanbul hükümetinin haberi dahi olmadan, dünyaya satarak para kazanmasıdır.
1800 yıllarından itibaren milliyetçilik hareketleri, gelişip hızlanınca Osmanlı parçalanmaya başladı ve sonunda yıkılması mukadder oldu. Bugün etrafımızdaki bizden bağımsızlığını kazanan ülkelerin çoğu ile ilişkilerimiz pek de iyi değil. Azerbaycan hariç, dinimiz bir olanlarla da olmayanlarla da aramız çoğunlukla limoni.
Temel’i idama mahkum etmişler. Hakim, ‘son sözün nedir’ diye sorduğunda, -‘bu bana iyi bir ders olsun’ deyivermiş. Yaptıkları ve yapmadıkları, bizlere ders oldu ama Osmanlı İmparatorluğu da yıkılıp tarihe karıştı. Ülke olarak vatandaş olarak kendini geliştirmezsen, üretimini ve ihracatını arttıramazsan, devamlı borç alıp ödeyemez hale gelirsen, eğitimini modernleştirip düzeltemezsen, bilimde, sanatta ve edebiyatta atılım yapıp ileriye gidemezsen, göç alan değil göç veren ülke olup, önceleri yerinde sayar bir süre sonra da, ‘oltadaki balık’ ya da ‘çantadaki keklik’ oluverirsin. Gelişmiş ülkelerden giderek gerisinde kalarak, ilerlemiş ve zenginleşmiş ülkelerin sömürgesi haline gelirsin. Bu sözlerimin, sadece ülkeler için değil, içinde yaşayan vatandaşları için de geçerli olduğunu düşünüyorum.
3 yorum
Sayın Dr Güner;
Düşüncelerinizi paylaştığınız için teşekkür ediyorum.
Yazınızda iyi bir somuç fotoğrafı vermişsiniz; beyninize ve emeğinize sağlık. Peki bu sonuca yol açan ekonomik, ekolojik, toplumsal ve kültürel nedenler “dün” neydi “bugün” ne? Bugünkü dırum eğer Tanrı vergisi değilse, -ki bence kesinlkle değil ! -nasıl aşılabilecek ? Böylesi soruların artık daha çok sorulması, öncelikle Yurtsever aydınların yanıtlaması, bu da yetmez, gereğinin gerektiği gibi yapılması için gerekli çabalara girilmesi; meydanların mafya bozuntuları ile omların beslemelerine bırakılmaması gerekmiyor mu?
Saygılsrımla🌻
Sayın Dr. Güner;
Düşüncelerinizi paylaştığınız için teşekkür ediyorum.
Yazınızda iyi bir sonuç fotoğrafı vermişsiniz; beyninize ve emeğinize sağlık. Peki bu sonuca yol açan ekonomik, ekolojik, toplumsal ve kültürel nedenler “dün” neydi “bugün” ne? Bugünkü dırum eğer Tanrı vergisi değilse, -ki bence kesinlikle değil ! -nasıl aşılabilecek ? Böylesi soruların artık daha çok sorulması, öncelikle Yurtsever aydınların yanıtlaması, bu da yetmez, gereğinin gerektiği gibi yapılması için gerekli çabalara girilmesi; meydanların mafya bozuntuları ile omların beslemelerine bırakılmaması gerekmiyor mu?
Saygılarımla🌻
Yazı çok güzel her zamanki gibi iyi toparlanmış Haldun çok iyi bir özet yapmış bu durumdan çıkmak için biz ne yapmalıyız asıl soru bu benim nacizane fikrim kabahatin çoğu biz aydın kesiminde savaş öncelikle mecliste başlar kaçımız politikaya soyunduk hep bu çarkın çok temiz olmadığını düşündük uzaktan konuştuk eleştirdik ama elimizi taşın altına sokamadık mafya bugün politikacılarla al takke ver kullahsa bu demektirdi bu tip insanlar mecliste biz girmedik diyeceksinizki neden sen girmedin tabii doğru soru cevap eşim asla izin vermedi bu insanların içine seni sokmam peki sen gir.tanidigim en dürüst en vatanperver insandı ve ben bu insanlarla uğraşamam.Yanlis kocaman yanlış biz hep çekindik meydanları çıkarcı entrikacı insanlara bıraktık büyük güçler ki herkesçe malum çok kolay herşeyimizi ele geçirebildiler para en büyük güç oldu namus kayboldu hırsızlık rüşvet en doğal şeyler oldu adalet hak kalmadı biz hep dışardan baktık inanın şimdi ne yaparız bilmiyorum .Mülteciler yakında ev sahibi olacak ve bizim halkımız bunu bile anlamiyacak. Katar lılar imtihansız üniversiteye girecek ne gam bizim köylünün çoğunun dikkatinimi çeker bence köylünün umuru olmaz kusura bakma haldun cözuldum. Yazın çok güzel ve bizde çabalamaya devam.