Muhyiddin b. Arabî’nin(v.638/1240), Firavun ‘tâhir ve mutahhar bir mü’min’ olarak öldüğü yönündeki görüşü meşhurdur. Bu konuda sonraki dönemde geniş bir polemik edebiyatı oluşmuştur. Sözgelimi İbn-i Arabî’yi destekleyen Celaleddin ed-Devvânî’ye(v.908/1502) karşın Ali el-Karî’nin(v.1014/1606) reddiyesi/eleştirileri olmuştur. Bu yazıda adı geçen polemik örneklerini değerlendirmeye çalışacağız.
Devvânî, ‘Risâle fî Tahkîkî İmânı Firavn’ isimli kitabının girişinde kendisinden gerçekten İsrail Oğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, ben de Müslümanlardanım! dedi. (10:90) ayeti hakkında bir risâle yazmasının istendiğini söyler. O, yazdığı bu eserinde, büyük saygıyla andığı İbn-i Arabî’yi tekfir edenlere reddiyede bulunur. O, bu vesile ile ‘şeyhim’ diye bahsettiği İbn-i Arabî’nin tekfir edilmesinin ve görüşlerinin eleştirilmesinin yanlışlığını ortaya koymaktadır. Devvânî, genel olarak sûfî meşrep âlimler tarafından savunulan Firavunun imanının makbul olduğu fikrini bir inanç ilkesi olarak ortaya atan İbn-i Arabî’yi savunurken, ona haksızlık yapıldığını ve asıl maksadının anlaşılmadığını ifade eder.
Buna göre ölüm anında veya bir felâketle karşılaştıktan sonra iman etmenin geçerli olup olmadığı şeklindeki kelâmî münakaşanın işlendiği bu eserde Devvânî, ye’s(ümitsizlik) denilen bu haldeki imanın makbul olduğunu, dolayısıyla Firavunun da imanlı olarak öldüğünü ileri süren İbn-i Arabî ile aynı kanaati paylaşmaktadır. Bilindiği üzere ye’s ve be’s halindeki iman söz konusu olduğunda ilk akla gelen çarpıcı örnek “Firavunun imanı” konusudur.
Firavunun imanının makbul olduğuna dair deliller sunan Devvânî’ye göre Firavunun imanı, hiç kimsenin Allah’ın rahmetinden ümit kesmemesi için Allah’ın bir inâyeti ve delilidir. Ona göre, eğer Firavun Allah’ın rahmetinden ümit kesmiş olsaydı, iman etmeye teşebbüs etmezdi. Yeis halindeki imanın geçerli olduğunu söyleyenlere göre, böyle bir imanın geçersiz olduğunu gösteren bir nass yoktur. Aksine nasslar Allah’ın rahmetinden ümit kesilmeyeceğini, Allah’a iman edip şirkten arınan herkesin bütün günahlarının affedilebileceğini bildirmektedir. Bu itibarla Devvânî, İbn-i Arabî’nin bu konudaki görüş ve yaklaşımının doğru olduğunu belirtmektedir. Vakıa İbn-i Arabî, Füsûs’unda, 10:90. âyette geçen ‘gerçekten İsrail Oğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, ben de Müslümanlardanım! dedi.’ sözünü, Firavunun, helâk olacağını düşündüğü için değil, kurtulacağına olan inancı daha büyük olduğu için söylediğini ifade eder.
Devvânî, bu âyetteki âmentu kelimesinin açık, bunun dışındakilerin muhtemel olduğunu söyleyerek konuyu kapattıktan sonra birkaç satır halinde şeyhinin ‘mülhitlik’ ile suçlanmasına cevaplar verir. Ona göre, şeyhini mülhitlikle suçlayanlar, cahil kimseler olup onun yüksek kelâmının künhüne ulaşamadan konuşan ve ıstılâhını bilmedikleri için sözlerini anlayamayan kimselerdir.
Devvânî, Firavunun imanı konusunda sadece 10:90. âyeti ele almıştır. Hâlbuki Firavunun kıssası birçok sûrede tekrar edilmektedir. Bu ayette farklı olan, Firavunun boğulma anında ‘âmentu/inandım’ demesidir. Oysa bizce, Firavunun böyle demesine karşılık Allah’ın, hayatı boyunca bozgunculuk yapmış Firavuna; yaşama umudu kalmayınca mı inandığını ‘ihtar ve inkâr’ tarzında sorması, inanmasının kendisine bir fayda sağlamayacağı anlamındadır. Devvânî ise, Firavunun imanının makbul olduğunu ispat etmek için bahsi geçen âyeti yorumlamakta, diğer âyetleri ve delilleri de bu âyeti desteklemek için kullanmaktadır. Onun eserini, genel olarak şeyhini savunmak için yazdığı dikkate alınırsa, pek nesnel davrandığı söylenemez. O, böylesi bir konuda kullanılabilecek birçok âyeti ve delili görmezden gelmiştir. Bu yüzden de çeşitli eleştirilere maruz kalmıştır. Onu en sert şekilde eleştirenlerin başında Ali el-Karî gelmektedir.
Firavunun imanının makbul olduğu görüşünün Kitap, Sünnet ve İcmâ-ı Ümmet ile bâtıl olduğunu belirten el-Karî’nin öncelikli amacı, Devvânî’yi adı geçen eserindeki görüşleri sebebiyle eleştirmek olsa da bununla birlikte, kelâmî bir problem olan yeis imanı konusunda Firavunun imanının makbul olmadığını ortaya koymaktır. el-Karî, tam yeis ânı belirip her şeyin ayan beyan ortaya çıkmasından sonra Firavunun iman ettiğini, hâlbuki imanda gayb unsurunun önemli bir yer tuttuğundan bahseder.
el-Karî, risâlesine ilginç bir şekilde, tevbeleri kabul eden ve rahmeti geniş olan Allah’a hamd ile başlayan Devvânî’ye itirazen, Mûsâ ve Hârûn’u babasının sulbünde sa‘îd kılan, Firavun ve Kârûn’u ise annesinin karnında şakî kılan Allah’a hamd ile başlar. el-Karî’nin insan iradesini yok sayan bu cebrî sözlerini bir kenara bırakırsak ona göre âyet ve hadisler Firavunun kâfir olduğunu açıklamaktadır. Bundan dolayı Firavunun imanını savunanların delilsiz olduklarını, onun imanında ısrar edenlerin, imanla öldüğüne dair delil getirmeleri gerektiğini ve şimdi mi (iman ettin)? Hâlbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun (10:91) âyetinin Firavunun imanının kabul olmadığına dair en büyük delil olduğunu, bundan başka bir delile gerek kalmadığını söyler.
Devvânî’ye göre, denizde boğulma anı gelince, (Firavun:) Ben Müslümanlardanım dedi. (10:90) âyeti Firavunun imanına delildir. el-Karî, Devvânî’nin bahsi geçen âyetin, Firavunun imanını tam bir şekilde açıkladığı iddiasını kabul etmez. O, bu konunun bilginlere göre açık olmadığını belirtir ve Devvânî’nin sadece ‘dil ile ikrar’a ya da ‘mücerred iman’a baktığını ve onunla yetindiğini, hâlbuki iman için birtakım rükün ve şartların gerekli olduğunu ifade eder. Görüldüğü üzere her iki yazar da iman ile ilgili olan bu tartışmada, kendi görüşlerini destekleyecek şekilde bir iman tanımı yapmışlardır. Devvânî, imanda asıl olanın tasdîk olduğunu vurgularken el-Karî, imanda ikrârın önemine dikkat çekmiştir.
Devvânî’nin görüşünü desteklemek için kullandığı yegâne delil, 10:90. âyetidir. Kur’an’dan ve hadisten aktardığı naklî deliller ile diğer aklî deliller, hep bu âyeti açıklamak ve bu suretle kendi görüşünü desteklemek için ileri sürülmüştür. Buna karşın el-Karî meseleye daha geniş zaviyeden bakmakta ve Kur’an’ın konuyla ilgili diğer âyetlerinin de görülmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Bu yüzden el-Karî’nin Kur’an’a daha bütüncül yaklaştığını söylemek mümkündür. Bu arada hem Devvânî’nin hem de el-Karî’nin görüşlerini temellendirmede kullandıkları hadislerin tenkide tabi tutulması gerektiği ise açıktır.
Öte yandan ‘kimin değil, ne denildiğine bakmalı’ düsturunu benimseyen ve kimden olursa olsun yapılan yanlışlıklara itiraz etmekten geri durmayan el-Karî eserinde, âlimlerin İbn-i Arabî hakkındaki görüşlerine de yer vermiş ve eserlerinden alıntılar yaparak eleştiride bulunmuştur.
Not: Bu makale, “Celâleddin ed-Devvânî’nin Kelâm Sistemi(Ensar Neşriyat, 2017)” isimli eserimizin 266-275. sayfalarının kısa özetidir.