Bu yazımızda güvenli insan profilini temsil eden mü’mini ele almayı ve tanıtmayı hedefliyoruz. Çift yönlü bir anlam özelliğine sahip olan mü’min hem kendisi güven içinde olan hem de kendisi dışındakilere (insan, hayvan, doğa…) güven veren insan anlamına gelmektedir.
Allah’tan başka inanılacak ve kendisi için çalışılacak bir ilah olmadığına (kelime-i tevhid) gönülden inanan kişi, iman dairesine girmekte ve mü’minliğe namzet hale gelmektedir. Her ne kadar ulemanın ekserisi imanı dil ile ikrar, kalp ile tasdik şeklinde tanımlasa da imanın bunun ötesinde göz ardı edilmemesi gereken çok daha önemli bir boyutu vardır ki o da ameldir. “Amel imandan bir cüz müdür değil midir?” tartışmalarını bir tarafa bırakarak imanın amel boyutunun Kur’an’da Yüce Allah tarafından ısrarlı bir şekilde vurgulandığını ifade etmek istiyorum. Bu zaviyeden bakıldığında imanın bir çırpıda gerçekleşen bir eylem olmadığı aksine uzun süreçlere yayılan çok boyutlu bir olgu olduğu görülmektedir. Hucurât suresinin 14. âyetinde (Bedeviler/Göçebeler iman ettik dediler. Sen onlara de ki: ‘Siz gerçek manada iman etmediniz, sadece teslim olduk’ deyin. Zira iman yüreklerinize henüz tam manasıyla yerleşmedi!) ifade edildiği üzere imanın kalplere yerleşmesi için zamana ve yansımalara ihtiyaç vardır. Zira aynı surenin 15. âyetinde imanın gerçek boyutu şöyle dile getirilmiştir: “Gerçek mü’minler Allah’a ve elçisine yürekten inanıp güvenen, inançlarında şüpheye yer bırakmayan, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla mücadele eden kimselerdir.”
Amelle desteklenmeyen imanın kişiye fayda sağlamayacağı Yüce Allah’ın Kur’an’da sıklıkla vurguladığı bir realite olarak karşımızdadır. Mesela son nefesini vermek üzere olan kişilerin “Ben de tek olan Allah’a inandım!” şeklindeki ikrarlarının geçersizliği Kur’an’da müşrikler ve Firavun üzerinden örneklendirilmiştir. Kızıldeniz’de boğulmak üzere olan Firavun’un “Ben de İsrailoğullarının tek tanrısına inandım!” şeklindeki hamlesi Yaratıcı tarafından kabul edilmemiş ve “Şimdi mi inandığını söylüyorsun, halbuki daha önce isyan ediyor ve bozgunculuk yapıp duruyordun!” (Yûnus, 91) mukabelesiyle reddedilmiştir.
Mü’min, mevcudata hükmeden Yaratıcı’nın tekliği noktasında sorgulama süreçlerini tamamlayan ve kalbinde en ufak şüpheye yer bırakmayan kişidir. Bu aşamaları kat eden birey artık güven noktasına ulaşmış ve iman merhalesine terfi etmiştir. Böylece o, Allah tarafından yaratıldığı, dünyada imtihan edildiği, ölümünden sonra tekrar diriltileceği ve hayatının hesabını vereceği gibi hususlarda şüphelerden arınmış ve netleşmiştir. Bu kıvama gelen ve mü’min vasfını hak eden şahsın ise bu aşamadan sonra Yaratıcısı için yap-a-mayacağı bir şey yoktur. Malını hatta canını bile O’nun uğrunda feda etmekten geri dur-a-mayacaktır. Sermayelerini Allah’ın gösterdiği hedefler doğrultusunda harcayanlar (zekat verenler, infak edenler); vatan, bayrak, namus, mukaddesat, dava… uğrunda canlarını feda edenler (şehitler) -ki bu hasletlerin bütün müminlerde olması beklenmektedir- bunun en canlı örnekleridir.
İmanın ilk aşamasını (güven noktasına ulaşma) bu şekilde tamamlayan bireyler, ikinci aşamasına geçecek ve sahip oldukları güveni kendi dışındakilere de yansıtmaya başlayacaklardır. “Vermeyince Ma’bûd, neylesin Sultan Mahmud!” misali insanın sahip olmadığı bir şeyi diğerlerine vermesi mümkün olmadığı için güven noktasına ulaşamayan bireylerin kendi dışındakilere güven vermesi de mümkün değildir. İkinci aşamayı yani insanın kendi dışındakilere güven vermesini Hz. Muhammed “Mü’min, insanların canları ve malları konusunda kendisine karşı güven hissettikleri kişidir./ المؤمنُ من أمنَهُ النَّاسُ علَى دمائِهِم وأموالِهِم” şeklinde tanımlamış ve bunu her vesileyle özellikle de kendisiyle uzun yıllar savaşanları Mekke’nin fethinden sonra affetmesiyle örneklendirmiştir. Bu pencereden bakıldığında Kur’an’ın anlattığı, Hz. Muhammed’in de örneklendirdiği mü’minlerin yeryüzünde bugün nerede ve hangi sayıda oldukları merak edilmektedir.
Netice olarak mü’min sadece Allah’a, ahiret gününe… inandığını söyleyen kişi değil; aynı zamanda imanını salih amelle de tasdik eden (doğrulayan) kişidir. “O müşrikler iman etmek için ille de kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin bizzat gelip görünmesini ya da Rabbinden gelecek yok edici bir azabın tepelerine binmesini mi bekliyorlar! Halbuki Allah’ın yok edici azabı geldiği zaman, daha önce iman etmemiş ya da iman ettiği halde imanına yaraşır güzellikte bir iş yapmamış kimseye o anki imanı fayda sağlamayacaktır” (el-En’âm, 158). İmanın birinci aşaması kişinin varlık ve akışla ilgili sorgulama süreçlerini tamamlaması, ikinci aşaması da sorgulamaları sonunda elde ettiği güveni hem kendisi hissetmesi hem de kendisi dışındakilere hissettirmesidir. Böylece kişi mü’min olma vasfını hak edecek ve çift kutuplu bir güven mekanizması görüntüsüne bürünecektir. Yaratıcı kendisini de bu muhteva ile mü’min (güvenilecek ve kendisine güvenenlerin güvenlerini boşa çıkarmayacak olan yegâne varlık, el-Haşr, 23) şeklinde tavsif etmiş ve kendisine inananlardan da bu özellikte olmalarını istemiştir.