Ben hep mürekkebin ilmi, irfanı, tecrübeyi, sanatı, inceliği, zarafeti, gizemi, saygıyı, muhabbeti, edebi, ahengi, armoniyi, estetiği ve duygusallığı temsil ettiği düşüncesindeyim. Şehitlerin kanından bile daha kutsal olduğuna inanılan mürekkepte, ayrıca kâinatın ve insanın en ince sırlarının da saklı olduğu kanaatindeyim.
Zamanımızda, kullanımı oldukça azalsa da, fabrikasyon yöntemi ile üretilen mürekkep, yıllar önce sabır ve emek sonucu, alev, ateş, is ve kandil kurumlarından meşakkatli gayretler neticesinde elde edilirdi. Hatta kamıştan kalem yapan kâtipler ve hattatlar, kendi kâğıtlarını kendileri yaptıkları gibi, kendi mürekkeplerini de kendileri imal ederlerdi. Süleymaniye Camii’nin mihrabının iki yanında bulunan ve bugün bile hâlâ görebilme imkânına sahip olduğumuz, dili olmadığı için konuşamayan kurum ve is odalarında toplanan kandil dumanından, dünyanın en kaliteli mürekkebi imal edilir ve bu mürekkebe sahip olmak için hattalar birbirleri ile yarışırlardı. Mürekkep, hokka, kamış ve cibre kullanmak, ayrıcalıklı bir asalet simgesi sayılırdı.
Daha sonra, yazı hayatımızı kolaylaştıran dolmakalemler icat oldu. Çeşit çeşit uçları ve renkleri olan, estetik, yazana zevk veren bu dolmakalemler, özellikle ilim erbabı için, yaşantımızın ayrılmaz bir parçası oldu. Sırlarımızın, bilgilerimizin ve aşklarımızın sığınağı olan, değişik renk ve kalitedeki fabrikasyon mürekkepleri, yakışıklı dolmakalemlerimizle nikâhlar olduk. Duygu ve düşüncelerimizi, sırlarımızı, sevdalarımızı, hayallerimizi rengârenk kâğıtlarla paylaştık. İlkokullarımızda bile, çocuklarımıza, Hüsn-ü Hat (Güzel Yazı) ve Tahrir (Kompozisyon) derslerinde, güzel yazı ile meramımızı ifade etmenin ne denli bir erdem olduğunu öğretiyorduk.
Yıllar geçti, bütün bunlar unutuldu, tükenmez kalem diye bir şey çıktı, hayatımıza girdi, her şeyimizi, ama her şeyimizi, özellikle bazı heyecan, zevk ve duygularımızı alıp götürdü bir yerlere. Ne dolmakalem ne de mürekkep kolay kolay her yerde bulunur oldu. Sanki küsüp, başka diyarlara göç ettiler. Çocuklarımız dolmakalem ve mürekkebi tanımaz hale geldi.
Hekimlere karşı saldırganlık, düşmanlık, kıskançlık, haset ve kinin had safhaya ulaştığı ve körüklendiği, ayrıca da sahipsiz ve de savunmasız bırakıldığı zamanımızda, bu mürekkep konusuna neden girdim, diye düşünebilirsiniz.
Hayal dünyası çok geniş müstesna bir meslektaşım ve ince düşünceli sanatkâr bir dostumun, doğum günüm vesilesi ile bana hediye ettiği kesik uçlu, çok şık bir dolmakalem ile duygularımı ve sırlarımı kâğıtlarla fısıldarken, aldığım haz ve heyecan ile anılarım birden canlandı ve sizlerle paylaşmak istedim.
Tıp fakültelerinde, dolmakalemle reçete yazmanın, hastaya, eczacıya ve özellikle de hekimin kendisine saygısının bir ifadesi olduğunu öğrendik ve öğrettik. Otuz küsur yıllık meslek hayatımda, bütün notlarımı dolmakalemle tutmaya, hastalarımın tetkik istek formlarını ve reçetelerini dolmakalemle yazmaya özen gösterdim. Belki inanamayacaksınız ama, tıp fakültesindeki öğrencilik yıllarımda bile, bütün notlarımı, bugün benim için çok büyük bir hazine olan defterlerime dolmakalemle kaydettim.
Üzülerek belirtmeliyim ki, sadece meslektaşlarımız arasında değil, genel olarak da değerlendirildiğinde, mürekkep ve dolmakalem alışkanlığımız ileri derecede azaldı, hatta kayboldu. Toplumumuz bu erdem ve estetiği unuttu. Başta hekim camiamız olmak üzere, özellikle eğitim görmüş kesimin, çocuklarına mürekkebi sevdirerek, bu zevk ve asalet geleneğini sürmesi gerektiği inancındayım.
"NEFES" (NEFES, Eser Matbaası, Sayfa; 50, 2010) ten, mürekkebin neler yapabileceği ile ilgili bir rubaiyi sizinle paylaşmak istiyorum.
GÜNEŞ YANDI
Mürekkebimde mahfuz intizarım uyandı,
Gözlerimden Efnan’lar nihavende boyandı.
Rayyan’ın Meltem’leri, hep Esma’yı sayıklar,
Semavatta Aşkınla, Bircis, Ay, Güneş yandı.