Müslümanların dertleriyle dertlenen kimseler, günümüz Müslümanlarının tanrı tasavvurlarında ciddi problemler olduğunu hemen fark eder. Çünkü toplumla birlikte olan, sürekli onlarla sohbet eden, onların dertlerini dinleyen ve fildişi kulelerine çekilmeyenler bu acı gerçeği rahatlıkla gözlemleyebilirler.
Bizim tespitlerimize göre toplumumuzda “dört tür çarpık tanrı tasavvuru” mevcuttur:
1. Bazı Müslümanlar, Yüce Allah’ı insanların yapıp ettiklerini bilen, gören, bunun karşılığında ceza ve mükâfat veren bir Yaratıcı olarak düşünmekte, ancak sadece bireysel ibadetler yaparak O’nun rızasını kazanacaklarını zannetmekte, kulluğu ertelemekte, “İslâm’ı bir değerler sistemi olarak benimsemekte zorlanmakta ve kültürel Müslümanlıkla yetinerek” cenneti elde edeceklerini zannetmektedirler.
2. Bazı Müslümanlar da Yüce Allah’ı keyfine göre hareket eden, kâinatı keyfince yöneten sonsuz güç ve kudret sahibi “bir kral” olarak düşünmekte, O’nun antropomorfik bir tanrı olduğunu zannetmekte ve O’na bir türlü güvenememektedirler. Çünkü O, eğer keyfî kararlar alıyorsa, kendisi için koyduğu kuralları yoksa, aldığı kararlardan her an vazgeçebilir ve doğal olarak da böyle bir tanrıya güvenilmez.
3. Birçok müslüman da kendilerine öyle öğretildiği için Yüce Allah’ı her yerde, her zaman, her şeyi görüp gözeten biri olarak düşünmekte, ancak bunun tam olarak böyle olduğundan emin olamamakta, bu konuda ciddi şüphe ve tereddütleri bulunmaktadır. Bunlar imanlarını kaybedecekleri endişesiyle bunu açıkça ifade edememekte, susmayı tercih etmekte, kafa karışıklıklarını gidermek için de hiçbir çaba göstermemektedirler. Oysa böyle bir tavır içinde olmaya devam etmeleri durumunda imanlarını kaybetmeleri kaçınılmazdır.
4. Bazı Müslümanlar da etraflarına bakmakta, insanların zengin-fakir, işçi-patron, sağlıklı-engelli, zalim-mazlum olmalarından hareketle Yüce Allah’ın dünyada yaşanan haksızlıkları engellemediğini düşünmekte, O’nun yeterince adil davranmadığı hususunda bir kanaate sahip olmakta, imanlarını kaybedecekleri endişesiyle bunu tam olarak itiraf/ifade etmekten de çekinmektedirler. Oysa bu gibilerin bu tür sakat tasavvurlar/algılar içinde olmaları ve böyle kalmaları durumunda imanlarını koruyabilmeleri çok zordur. Zira haksızlıkları engelleme görevi “imtihan edilen ve cenneti isteyen insana” aittir. Bu aslî görevini duymak istemeyerek Yüce Allah’ı suçlamak, sorumluluktan kaçma bahanesidir ve tam bir züğürt tesellisidir.
Görüldüğü üzere toplumdaki bu dört tanrı tasavvurunda ciddi problemler vardır ve bu sakat algıların derhal düzeltilmesi şarttır/elzemdir. Bunu yapacak olanlar dinî ilimleri kendilerine meslek edinen din adamları ile eğitimciler ve yöneticilerdir. Kısaca, bu konuda herkes üzerine düşen vazifeyi yapmak zorundadır; görevlerini savsaklayanlar vebal altındadır. Müslümanların Yüce Allah’a iman ve itimat konusundaki bu zafiyetleri derhal giderilmelidir. Aksi halde mezkûr kişilerin imanlarını daha da kaybedip, “şirke, küfre, nifaka veya isyana sapmaları” söz konusudur. Çünkü böyle bozuk tanrı tasavvurlarına sahip kimselerin zamanla İslâm’dan soğuması/uzaklaşması/çıkması ve cehennemi boylaması kaçınılmazdır; zira etraf bir sürü “sinsi ayartıcılarla” doludur ve böylelerinin de aldatılmaları çok daha kolaydır.
Nitekim burada şu âyetleri tekrar hatırlatmakta ve böylelerini uyarmakta fayda mülahaza ediyoruz:
“Ey mü’minler! Allah’a, Resulü’ne, Resulü’ne indirmiş olduğu Kitab’a ve daha önce indirilmiş kitaplar(ın tahrif olmamış asılların)a iman ediniz. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse koyu bir sapıklığa düşmüş olur.”[1]
“Bedevîler, “Biz imana erdik” derler. De ki [onlara, ey Muhammed]: “Siz [daha] imana ermediniz: ‘Biz [zahiren] teslim olduk’ demeniz daha doğrudur; çünkü [gerçek] inanç henüz kalplerinize girmiş değil.” Ama Allah’a ve Elçisi’ne [gerçekten] kulak verirseniz O, hiçbir işinizin boşa gitmesine izin vermez: çünkü şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, bir rahmet kaynağıdır.”[2]
Görüldüğü üzere bu âyetler, sağlam imanın önemine dikkat çekmekte, “iman edenlere”sadece “Yüce Allah’a güvenmeleri” tavsiyesinde bulunmakta, bedevilerin imanlarının henüz kalplerine yerleşmediğini ifade etmekte ve müslümanlara Kur’ân ve sünnetin ilkelerine sımsıkı sarılmaları, aksi halde amellerinin boşa gideceği uyarısı yapmaktadır.
İşte böyle problemli tanrı tasavvurlarına sahip “sözde müslümanların” bu âyetler üzerinde sağlıklı tefekkür yapmaları ve kâmil mü’min olmak için gayret göstermeleri gerekir.
Çünkü görünen o ki, “sözde müslümanlar” sadece zor zamanlarda Yüce Allah’ı hatırlamakta, rahata erince O’nu unutmakta; O’nun ilkelerini önemsememekte ve dinî değerleri hayatlarının dışına itmektedirler. Mesela girilecek önemli sınavlar öncesi cami ve “türbelere” (!) koşarken, oralarda dualar ederken, nafile namazlar kılarken, tesbih çekerken, sair zamanlarda “farz olan beş vakit namazı bile kılmamakta”, samimiyetle dua etmemekte, kendilerine bahşedilen sayısız nimetlere de şükretmemektedir.
Bu bakımdan ölüm, hastalık, felaket, musibet, çaresizlik ve sıkıntı anında Yüce Allah’ı hatırlayan, ama sonrasında O’nu unutanların doğru bir tanrı tasavvuruna sahip oldukları söylenemez.[3] Zaten böyle yarım yamalak bir imana sahip olanların da “tam ve kesin olarak inanmadıkları Yüce Yaratıcı ’ya” içtenlikle dua etmeleri beklenemez. Her ne kadar başları sıkışınca fıtratlarına dönseler, vicdanlarının sesini dinleseler, dini Allah’a halis kılarak O’na dua etseler de “imanları pamuk ipliğine bağlı olduğu için” rahata erince verdikleri o sözden cayar ve içtenlikle yaptıkları o duaları da çabucak unuturlar.
Bir insan, başka zamanlar kendisini hiç hatırlamayan, arayıp sormayan bir arkadaşının yıllar sonra kendisine işi düştüğünde arayıp sormasını ve istekte bulunmasını nasıl yadırgıyorsa, Yüce Allah da yoktan var ettiği ve sayısız nimetler bahşettiği bir kulunun “tam öleceği anda” kendisini hatırlaması, iman ettiğini ikrar etmesi ve yalvarıp yakarmasından hoşnut olmaz. Böyle bir kuluna Yüce Allah; “Şimdi mi?”[4] diye sorar ve bu isteğini kabul etmez. Dolayısıyla herkesin bu hususta doğru düşünmesi, aklını başına alması ve hayatının her anında Yüce Allah ile sağlıklı bir ilişki/iletişim/kurbiyyet kurması, O’na kulluk etmesi, rahat zamanlarında da sıkıntılı anlarında da sürekli O’na dua etmesi şarttır. Çünkü “dar zamanda” çalacağı kapıyı “var zamanda” da çalmayanın yüzüne o kapılar kapanabilir.
Kaldı ki dua ve niyaz sıradan bir istekte bulunma hali değildir. Dua, kulluk şuuru, ibadet hazzı ve coşkusu içinde ihlasla yapılması gereken, kulun kendini Yüce Allah’a en yakın hissettiği andır ve bu fırsat çok güzel değerlendirilmelidir.
Bu itibarla, bozuk, çarpık ve problemli tanrı tasavvurlarına sahip Müslümanlar, bu anlayışlarını düzeltmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olamaz ve Rablerinin rızasını da kazanamazlar.
Dolayısıyla “kültürel müslümanlar” bir an önce yukarıda zikredilen bozuk tanrı tasavvurlarından “sağlam ve güvenilir dinî bilgilerle” kurtulmaya çalışmalıdır. Aksi halde kendisini Müslüman zanneden birçok kimsenin şirke, küfre, nifaka saplanması ve hak yoldan uzaklaşması söz konusudur. Böylelerinin saplandıkları o bataklıklardan kurtulabilmeleri de mümkün değildir. Taklidi imanlarını tahkiki hale getirmeyenlerin, Yüce Allah’ın her an kendisiyle ve ona şahdamarından daha yakın olduğuna şeksiz şüphesiz iman etmeyenlerin, her zaman O’na güvenip dayanmayanların, O’nun gönderdiği Kur’an’ın ilkelerini özümsemeyenlerin, Hz. Peygamber’i her konuda kendilerine model almayanların gerçek anlamda Müslüman olabilmeleri/kalabilmeleri, Yüce Allah’ın rızasını kazanabilmeleri ve cenneti elde edebilmeleri neredeyse imkânsız gibidir.
Sonuç olarak, Müslümanlara sahte ümitler dağıtan yarım hocalar/çakma ilahiyatçılar/sözde akademisyenler artık akıllarını başlarına toplamalı, doğru bir Allah tasavvuruna sahip olmak için gece gündüz çalışmalı ve halka güvenilir ve sağlam dinî bilgiler sunmalıdır. Kaldı ki bu, onların en aslî görevi ve boyunlarının borcudur. Aksi halde dünyada kazandıkları o paraların/servetlerin/maaşların/itibarların hesabını ahirette vermeleri imkansızdır. İnsanların kendilerini gösterdiği o saygıya layık olamayarak ortaya koydukları ya da savundukları “yarım yamalak dinî bilgiler” nedeniyle de vebal altında kalmaları, böylece günahlarının kat be kat artması, efsane, mitoloji, mevzû hadis, hikâye, masal, bid’at ve hurafelerle yanılttıkları bu zavallılarla birlikte cehennemi boylamaları kaçınılmazdır.
[1] en-Nisâ 4/136.
[2] el-Hucurât 49/14.
[3] Yunus 10/22-23; Lokmân 31/32.
[4] Yunus 10/51, 91.