Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde uzak diyarlarda bir “mutluluklar ülkesi” varmış. Bu ülkede özellikle hekimler büyük bir mutluluk içinde yaşıyorlarmış.
Bu ülkede kişi başına düşen hekim sayısı oranı her ilde ve çoğu ilçede açılan çok sayıdaki tıp fakültesi sayesinde ülkenin en ama en önemli sağlık sorunu olmaktan çıkmış ve her 50 kişiye 1 hekim düşer olmuş. Ancak, tıp fakültesi açılmayan bazı ilçeler bu duruma biraz içerlemekteymişler. Bu fakültelerde hoca sıkıntısı da yokmuş, çünkü dileyen tüm yerli ve yabancı uzmanlar akademik kadrolara hemencecik atanıyorlarmış. Tıp fakültelerine öğrenciler sınavsız alınıyormuş ve diplomalarını mezun oldukları gün bizzat üst düzey sağlık yöneticilerinden duygusal bir törenle teslim alıyorlarmış. Tıp fakültelerinin pek çoğu bilimsel düzey açısından dünya seviyelerinin de üstündeymiş ve dünyanın pek çok ülkesinden bilim insanları bir şeyler öğrenmek için akın akın bu ülkeye geliyorlarmış. Mezuniyet sonrası genç hekimler dilerlerse sınavsız olarak uzmanlık eğitimine başlıyorlar ya da dilerlerse istedikleri bir devlet kurumunda hemen işe başlıyorlarmış. Uzmanlık eğitimleri boyunca hocalarından çok ama çok yoğun bir teorik ve pratik eğitim alan ve haftada en fazla 35 saat çalışan uzman adayları eğitimlerini bitirdikleri gün yine duygusal bir törenle uzmanlık belgelerini üst düzey sağlık yöneticilerinden elden teslim alıyorlarmış. Dolayısıyla bu ülkede neredeyse tüm hekimler en üst düzey bilgi ve beceriyle donatılmış birer uzmanmış. Bu güzel ülkede özel sağlık kuruluşu ve muayenehane diye kavramlar da yokmuş, çünkü devletin sağlık kuruluşlarında en üst düzey nitelikli hizmet verildiği ve niceliksel sağlık hizmeti diye bir kavram olmadığı için özel sağlık hizmetleri bu ülkede iflas etmiş. Örneğin; bir hastaya en az 30 dakika muayene süresi ayrılması ve bu muayenenin çok nitelikli olması en öncelikli ve kesinlikle taviz verilmeyen beklentiymiş.
Tüm kurumlarda uzmanlar için hizmet süresi haftalık 84 saatmiş. Günlük mesai pazartesi-cumartesi arası 08-22 arası olup, dileyenler 22-08 arasında fazla mesaiye kalıyorlarmış. Pazar günleri resmi tatilmiş, ama çoğunluk yine özveriyle çalışmayı yeğliyormuş. Neredeyse tüm kurumlar sağlık çalışanlarına ücretsiz ve oldukça lüks lojmanlar tahsis ediyorlarmış. Hekimler için sabit bir maaş ödemesi olmayıp NKEOKK (Niteliksel Katkı ve Emeği Oranlama Katsayı Kuralı) sistemi içinde ücretler ödeniyormuş. Niteliksiz sağlık hizmet verenler çok sayıda hasta tedavi etseler bile NKEOKK sisteminden kesinlikle yararlanamıyorlarmış. Ancak yine de çok az sayıdaki karşı görüştekiler bu sistemi NKEOKK (Ne Kadar Ekmek O Kadar Köfte) diye eleştirme gafletine düşüyorlarmış. Hekimler artık emeklerinin tam karşılığını almak, ev sahibi olmak, çocuklarını özel okullarda okutmak, kendilerine ve ailelerine güzel bir gelecek hazırlamak, 70 yaşından önce emekli olmak gibi kendilerinden hiç beklenmeyen ve mesleklerine uygun olmayan beklentiler içinde olmuyorlarmış. Çünkü üst düzey sağlık yöneticileri hekimlerden olumsuz çalışma koşullarında bile kayıtsız, şartsız mutlu ve güler yüzlü olmalarını istiyorlar, çok ama çok az sayıdaki karşı görüş varlığında “Mühür bizde, karar alırken size niye danışalım ki, sizler de lütfen güçlü akıntıya karşı kürek çekip güzel kollarınızı yormayın” şeklinde onlara gerçekçi ve nazik uyarılarda bulunuyorlarmış. Hekimlerin önemli bir bölümünde de kol kaslarında güçsüzlük ve bardakla çok fazla soğuk su içmeye bağlı ses kısıklığı olduğu için bu sistem güzelce yürüyormuş.
Bu ülkede hekimler kendi görüşleri alınmadan kendileriyle ilgili alınan hiçbir karara neredeyse hiç itiraz etmedikleri için üst düzey sağlık yöneticileri tarafından her şeyden çok seviliyorlarmış. Yöneticiler her gün bilgisayar kurası ile seçilen bir hekimin evine konuk oluyorlar, onlarla sohbet ediyorlar, çaylarını, kahvelerini içiyorlar, bir gereksinimleri olup olmadığını soruyorlarmış. Üst düzey sağlık yöneticileri ile ulusal hekim derneği de çok yakın ilişki içindeymiş ve her hafta düzenli olarak toplanıyorlar, hekimlerin sorunlarını karşılıklı olarak masaya yatırıyorlar, sorunları çözmeden karşılıklı olarak masadan kalkmıyorlarmış. Kamuoyunda her kesimde hekime karşı büyük bir saygı ve sevgi varmış. Bu ülkede hekime karşı yakışıksız tutum ve davranışta bulunma diye bir kavram yokmuş. En son 3 yıl önce bir hasta sahibinin “doktor bey beni 3 dakika niye fazla beklettin yahu!” şeklinde yakışıksız bir tavrı görülmüş, ancak hasta sahibinin hekimden ve hekimin hasta sahibinden karşılıklı olarak özür dilemesiyle bu hoş olmayan olay tatlıya bağlanmış.
Sonuçta onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…