Bir arkadaşım, LGS’deki soruların zorluğundan dolayı okul bahçesinde sınav çıkışı bir grup öğrencinin topluca ağladığına, çocukların bu ağlama seansına velilerin de katıldığına dair trajikomik bir sahneye şahit olduğunu anlatmıştı. Bu karikatürize durumdan yola çıkarak çocuklarımızın mutsuzluğuna kaynaklık eden faktörlerden birinin eğitim yaşantısı ve süreci olduğuna dair kısa bir sohbetimiz oldu. Daha da dramatik olanı, akademik başarı anlamında oldukça iyi düzeyde olan arkadaşımın, bu mutsuzluğun sadece şimdiki çocuklar için değil kendi dönemi için de geçerli olduğunu söylemesi idi. Okula ilk başladığım günden eğitim yaşantımın son gününe kadar geçen süreçte aslında benim de mutlu olmadığım bir vaka idi. Birbirinden farklı dönemlerde, farklı okullarda ve farklı alanlarda eğitim almış üç neslin mutsuz olması bir tesadüf olamazdı.
Herkesin bildiğini tekrarlayalım. Akademik başarı için belirli düzeyde bir bilişsel kapasiteye sahip olmak gerekir. Sözgelimi Tıp Fakültesi kazanmak için üst düzey bir zekâya ve düzenli ve verimli bir şekilde yürütülen çalışma becerilerine ihtiyaç var. İnsanların genel olarak, bilişsel beceri ve kapasitelerine göre akademik başarı göstermeleri gayet olağan bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor. Duyuşsal durumlar olarak düşündüğümüz motivasyon, algı ve tutumlar ne kadar üst düzeyde olursa olsun, bilişsel kapasite sınırlı ise akademik başarı gösterilme olasılığı da o derece azalıyor. Dolayısı ile bilişsel kapasitenin akademik başarı açısından anlamlı bir değişken olduğunu söylememiz mümkün.
Diğer yandan “insan, başarılı olduğunda mutlu olacaktır” gibi sonuç çıkarmamız da mümkün değil. Basit bir gözlemle, etrafımızda akademik ve mesleki anlamda başarı göstermiş olan insanların ne ölçüde mutlu olduklarını sorgulayınca sonucun düşündüğümüz gibi olmadığını kolayca fark edebiliriz. Doktorların, öğretmenlerin, mühendislerin, akademisyenlerin ve daha birçok meslek grubu mensubunun gerek öğrencilik hayatlarında gerekse mesleki yaşantılarında mutlu olmadıklarını görmek, aslında bir şeylerin ciddi anlamda eksik olduğunu gösteriyor gibi. Birçoğu belki iyi yaşantılara, maddi güce, unvana ve saygınlığa sahip. Yine de eksik olan bir şey var: Mutluluk…
Mevcut sistem içinde çocuklarımız, zamanlarının çoğunu ders çalışarak, test çözerek merkezi sınavlara hazırlanarak geçiriyor. Anne babalar, ağır rekabet koşulları altında çocukları ile ilişkilerinde sorunlar yaşıyor. Çocukların kendilerince vakit geçireceği, sosyalleşebileceği ortam edinme şansları çok az. Zamanı güzel geçirme adına sahip oldukları hobileri yok gibi. Okumaktan keyif almıyorlar, sanata ve kültürel etkinliklere olan ilgileri düşük. Boş kalan vakitlerinde bilgisayar oyunları oynamayı tercih ediyorlar, fiziksel olarak hareketli değiller. Güçlü ve zayıf yanları hakkında fikirleri zayıf. Uyku düzenleri kötü. İleri yaşlarda görülen bazı hastalıklar artık çocuklarda görülebiliyor. Özetle çocuklar mutsuz…
Oysa bilimsel araştırmalar, mutluluğun öğrenilebilir olduğunu gösteriyor. O zaman, çocuklar mutluluğu neden okulda öğrenmesin?
Elbette çocuklara bilgi yükleyelim. Elbette çocuklarımız akademik anlamda başarılı olsunlar. Elbette çocuklarımız iyi bir mesleğe yönelmek için çaba göstersinler. Ama çocukların başarılı olmaları, mutlu olacakları anlamına gelmiyor ki. Bu yüzden çocuklarımıza mutlu olmayı da öğretelim.
Nasıl mı?
Okullarda çocukları biraz rahat bırakıp sevdikleri şeylerle uğraşmalarına imkân verelim. Sevdikleri insanlarla sevdikleri şeyleri yapmalarına zemin hazırlayalım. İlgilerini ve meraklarını önceleyelim, okuyacakları kitapları kendileri seçsinler. İlgilerine ve meraklarına göre gruplaşmalarına, kendi aralarında iletişim ve etkileşim kurmalarına zemin hazırlayalım. Programlara hobi saatleri ekleyelim, zamanı unutarak bir şeylerle meşgul olmalarını sağlayalım. Çocuklara müzik dinlemeleri, dua etmeleri, spor yapmaları için vakit bırakalım. Sevdikleri etkinlikler düzenleyelim, sevdikleri arkadaşları ile geçirecekleri vakti artıralım. Öğrenmeyi sınıfın duvarları arasına sıkıştırmayalım, onları parklara, bahçelere götürelim, doğayı tanımalarına ve sevmelerine izin verelim. Onları arada bir yalnız bırakalım, kendi potansiyellerini, iyi ve kötü yanlarını, zayıf ve güçlü taraflarını kendilerinin keşfetmesine yardımcı olalım. Sordukları sorulara rasyonel bir dilde onların anlayacağı şekilde cevaplar verelim. Zamanımızı ayıralım ve onlarla birlikte oyunlar oynayalım. Başarılarını kutlayalım, neyi amaçlıyorlar ise o yola sapmalarına yardımcı olalım.
Bu öneriler, belki okuyucuya fantastik gelmiş olabilir. Oysa programlara küçük dokunuşlar ile saydıklarımı sistematik bir şekilde programlara yerleştirmek düşünüldüğü gibi imkânsız veya zor değil. Olmazsa olmazımız olan ‘başarı’ da aslında mutlulukla doğrudan ilişkili ve olumlu duygulara sahip insanların sadece mutlu değil aynı zamanda daha başarılı oldukları da yapılan araştırmalarla desteklenen bir sonuç. Sadece başarılı olmaları yetmez, çocuklarımız mutlu da olsun. Mutlu çocuklarımız daha da başarılı olsun.
‘Mutsuz çocuklar ülkesi’, ‘mutlu çocuklar ülkesi’ olsun.
2 yorum
Sayın Hocam
Yüksek lisans yaparken hocalarımızdan biri yeni açılacak olan bir yüksek lisans programına isim bulma konusunda koca koca profesörlerin nasıl tartıştıklarını, sonuçta her bölüm hocasının kendi alanlarının ismini bu yeni isimlendirilecek program ismine eklettirdiklerini ve tren katarlarına benzeyen bir ismin ortaya çıktığını anlatmıştı. ………………yönetimi………………teftişi………….ekonomisi ve ……………….planlaması. Sene 1998
Umarım bu örneğin katkısı olur. Yazınız için çok teşekkürler.
Ülkemizde uygulanan “sınava endeksli öğrenci başarısı belirleme” sisteminin enine boyuna tartışılması ve alternatif çözümler üretilmesi gerekiyor. 1.300.000 öğrencinin girdiği bir sınavda sadece 130.000 (yani %10’u) öğrenciye okul gösterip %90 için hiçbir şey söylemeyen bu sınava hazırlanmak okulların, öğrencilerin ve velilerin tek amacı haline gelmiştir. Öyle ki 1. sınıftan itibaren eğitim-öğretim bile artık “Aşağıdakilerden hangisi ….” şeklinde yapılmaktadır. Bu durum bir sporcuya sadece bir kaç parmağının kasını geliştirecek antrenman yaptırmak gibi bir şeydir. O kaslar çok iyi gelişiyor doğru, sporcu parmak güreşini de kazanıyor ama çok yönlü gerçek bir gelişimi ıskalıyor, maalesef, sayemizde.