Hegemonya, bir sistem içerisinde bir elemanın diğerlerinden baskın olmasına denir. Buradaki kilit kelime “baskın” kelimesidir. Başlıktaki diğer kelime armoniadır. Armonia, uyum demektir. Müzikte çok görülen bir terimdir. Sosyal bilim açısından armonia “toplum sözleşmesi, toplumsal uyum” demektir. Çok kadim bir terimdir.
Demokrasilerde seçilmişler hegemonya değil armonia kabul edilir; kabul edilmesi gerekirken, muhalifler için daima hegemonya olarak görülüyor ise sorun var demektir. Çünkü arada ince bir çizgi vardır. Bu çizgi “hakkına razı olma” çizgisidir. Bu çizgi, ne muhalefetin ne de iktidarın ellerindeki gücü “baskı aracı” olarak kullanmama çizgisidir. Demokrasilerde bu mümkün mü? 20. yüzyılda bu mümkün mü? Mümkün ise nasıl?
Hakkına Razı Olmak Erdemdir:
Sanırım “hakkına razı olmak” ifadesi burada önem taşıyor. Hiç kimse “hakkına razı olma”nın bir erdemlilik olduğunu kabul etmiyorsa ortada sorun var demektir. Hakkına razı olmak başkasının hakkına da razı olmak demektir. Tam tersine toplum “hakkına razı olma, daha fazlasını iste” prensibi ile yaşıyorsa ortada daima bir kaos, bir haksızlık olacaktır. Başkasının hakkını “haksız yere” gasp eden insanlar olacaktır. İşte “haksız yere gasp eden insanların” birlikteliği iktidar da olsa, muhalefet de olsa, parti de olsa, dernek de olsa, aile de, kadın-erkek de olsa aralarından “uyum” kalkar, “güç savaşı” başlar, “şiddet” başlar. 21.yüzyılın en zor toplumu ve bireyleri ile karşı karşıyasınız demektir. Burada haktan, hakkı kaldırmaktan, hakkı ayakta tutmaktan, adaletten söz edilemez.
Hani Hz.Ömer’in adaleti için anlatılan hazineye ait mum ve kendine ait mum yakma hikayesi; hani Fatih zamanında bakkal, gelen ikinci müşterisine diğer bakkala git o daha siftah yapmadı hikayesi vardır ya. Bu öğüt dolu, hikmet dolu hikayeler aramızda “hakkına razı ol”, “başkasına haksızlık yapma” prensibine işaret ederler. Fakat kapitalizm öyle işlemez ve günümüz Dünya siyaseti böyle işlemiyor. Prof.Dr. Nevzat Artık’ın köşe yazısında değindiği gibi “haksız kazanç” kapitalizmin bize öğrettiği hatta dayattığı tatlı bir tuzaktır.
Böyle bir “hakkına razı olma” anlayışını devam ettirmek elde tutulan bir güle benzer. İstedikleri kadar sünepe, mıymıntı, ot kafa desinler, elinizde tuttuğunuz bir güldür, nurdan bir güldür, adaletin bir gülüdür, erdemin bir gülüdür. Her vatandaş, her Müslüman işin sonucunu düşünüp ona göre hareket etmelidir, hakkına razı olmayı hayat prensibi edinmelidir. Kur’an’ın hikmetli öğütlerinden biri de budur.
Armonia yani Uyum:
Müzik, “armonia” yani “uyum” üzerine kuruludur. Bir zamanlar “Türk musikisinde armoni yoktur” tuzağı vardı. Bunu geçtik artık. Müzikte hem “armonia” (uyumlu sesler) hem “hegemonya” (baskın sesler) vardır. Buna rağmen müzikte “hegemonya” yani “baskın sesler” hem kendi, hem de diğer seslerle bir “armonia” (uyum) içinde olmak zorundadır. Bütün müziklerde böyledir, temel ilkedir. İnsan kulağının yaratılışı bunu zorunlu kılmaktadır.
Müzik camiasındaki hegemonya- armonia kavgası da farklı değildir. Biri diğerinin ekmeğine “o müzik yapamaz, o çalamaz” ifadeleri ile mani olur; bir diğeri “bizim çocuklara haber verin, biz bu işi kotarırız” diyerek başkasının hakkını ele geçirir. Toplumun sanat aynası olan müzik türleri arasındaki kavga, gizli veya aşikar böyle işlemektedir. Maalesef müzikle ilgili akademik yazılarda da bu kavgayı körükleyecek, toplumun “armonia algısı”nı bozacak makaleler yayınlanmakta olduğu gözlemlenmektedir.
Armonia, hegemoniaya karşı:
Dün Türkiye Cumhuriyetini kuran ve kurtuluş savaşına gidenlerin armoniası artık aramızda yok veya iyice azaldı. Bu, toplumu kaosa doğru sürükleyebilir. Toplumsal armoniayı bozan etkiler, ister içten, ister dıştan gelsin, karşı olunması gereken algı bozuculardır. Armonia, hegemonya ve kaosa karşı çok kadim bir çözüm yöntemidir. Toplumsal kaostan kurtulmanın yolu, var olan armoniayı korumak, ve ortak bir armoniada bütünleşmeye devam etmektir. Toplumun geleceği için bireylerin armoniası, toplumun armoniası demektir.